Bugün Yeni Olanlar
Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları
Arşiv
DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım
DİĞER DİLLER
İngilizce
Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce
ANA BAŞLIKLAR
Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi
Bush, Türkiyeye Irakta PKKya saldırması için yeşil ışık yaktı Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar
Asyada tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı
Mehring Bookstan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri
Livio Maitan (1923-2004): eleştirel bir değerlendirme
|
|
DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Sosyalist Eşitlik Partisinin (Almanya) Ulusal Kongre Kararı
Sınıf mücadelesinin dönüşü ve Sosyalist Eşitlik Partisinin görevleri
17 Kasım 2012
İngilizceden çeviri (15 Ağustos 2012)
Sosyalist Eşitlik Partisi (Almanya), Ulusal Kongresini, 22-24 Haziran 2012 tarihleri arasında Berlinde topladı. Kongreye, Almanyadaki delegelerin yanı sıra, IV. Enternasyonalin Uluslararası Komitesinin diğer Avrupa ülkelerinden, ABDden, Avustralyadan ve Sri Lankadan temsilcileriyle destekleyicileri katıldı. Tartışma, Avrupa Birliğinin krizi ve ondan kaynaklanan siyasi görevler üzerinde odaklandı. Bu, Kongrede oy birliğiyle alınan ve 14 Ağustos günü yayımladığımız ana kararın konusuydu. Bugün, "Sınıf mücadelesinin dönüşü ve Sosyalist Eşitlik Partisinin görevleri" başlıklı ikinci kararı yayımlıyoruz.
1.Dünya kapitalizminin mali ve ekonomik krizi, dördüncü yılında, Avrupada odaklandı. Avro ve Avrupa Birliği (AB) çöküşle karşı karşıyadır. Avronun ve ABnin başarısızlığı da, Almanyanın II. Dünya Savaşından bu yana sergilediği ve onun ABDnin koruması altında dünya çapında iş yapmasını, ticaretini ve üretimini genişletmesini, bir iç piyasa olarak Avrupaya bel bağlamasını mümkün kılan siyasi ve ekonomik gelişmesine zemin oluşturan çerçevenin parçalanmasına işaret etmektedir. Alman ekonomisinin üretim kapasitesi, aynı 1930larda olduğu gibi, onun Aşil topuğudur. O, dışsatıma olan bağımlılığından dolayı küresel ekonomik krizler ve emperyalist devletler arasındaki gerilimin artması karşısında fazlasıyla duyarlıdır. Bu, savaş sonrası dönemde sınıf çelişkilerini hafifleten toplumsal uzlaşma politikasının altını oymakta ve keskin sınıf mücadelelerini yeniden gündeme getirmektedir.
2.Bütün Avrupayı kendi talimatlarına tabi kılmaya kalkışan Alman yönetici sınıfı krize artan bir saldırganlıkla tepki göstermektedir. Alman askerlerinin Avrupayı enkaza çevirmesinden neredeyse 70 yıl sonra, Hristiyan Demokrat Birlikin (CDU) parlamento grubunun önderi Volker Kauder, kibirli bir şekilde, "Şimdi Avrupada yeniden Almanca konuşuluyor" diye ilan etmektedir. Böylece, geçmişin çözülmemiş bütün sorunları yeniden ortaya çıkıyor. Berlinin Avrupanın borç krizini çözmek yerine acımasız kemer sıkma önlemlerini dayatması Avrupa Birliğini parçalıyor. O, toplumsal çelişkileri keskinleştirmekte, bütün ulusları yıkıma sürüklemekte ve ulusal gerilimleri kızıştırmaktadır. Almanya, geçtiğimiz yüzyılda -önce II. Wilhelmin ardından da Hitlerin yönetiminde- iki kez Avrupanın efendisi olmaya kalkışmıştı. Her iki çaba da savaşla ve barbarlıkla sona erdi. Avrupayı yeniden Alman egemenliğine tabi kılma çabası yalnızca yeni bir felakete yol açabilir.
3.Avrupa politikalarının açmazı uluslararası politikalardaki açmazla birleşiyor. Alman emperyalizmi, Avrupadaki merkezi konumundan, enerji dışalımına bağımlılığından ve pazarlara olan gereksiniminden kaynaklanan dezavantajlarının üstesinden gelmek için defalarca saldırgan savaşlara başvurmuştur. Çelişkiler şimdi bir kez daha yoğunlaşıyor. Almanyanın geleneksel Batı yönelimi, ülkenin Rusyaya olan enerji bağımlılığı ve Doğu ile genişleyen ticareti dolayımıyla, giderek daha fazla zorlanıyor. 2009dan bu yana, Çin, asıl olarak oradan yapılan dışalımdan dolayı Almanyanın AB dışındaki en önemli ticaret ortağı olmuştur. Çin, bu yıl da Almanyanın en önemli dışsatım pazarı olarak ABDyi geride bırakacak. Almanyanın Çine yaptığı 85 milyar Avroluk dışsatım, ABDye olan dışsatımını (78 milyar Avro) önemli ölçüde geçecek. Alman dışsatım hamlesi Hindistanın ve Brezilyanın yükselmesiyle de hızlanıyor.
4.ABD ile olan siyasi ve askeri bağlar ile Rusyaya ve Çine ekonomik yönelim arasındaki çelişki Alman burjuvazisini bölmüş ve bütün siyasi partileri kesmiş durumda. Aynı zamanda otomobil ve enerji sektörü sözcüsü olarak Rusya ve Çin ile uzlaşma yönünde ilerlemiş olan önceki Başbakan Gerhard Schröder (Almanya Sosyal Demokrat Partisi-SPD), görevinden 2005 te erkenden çekilmişti. Ama bu erken çekilme meseleyi çözmedi. Onun ardılı da aynı ikilemle karşılaşmaktadır. Başbakan Angela Merkel, 2003te Almanya nın Irak savaşına katılmaması yönünde karar verdiği zaman Schröderi sert şekilde eleştirmiş olmasına rağmen, 2011de Rusyaı ve Çini dikkate alarak Libya savaşına katılmayı reddetti. ABD Ortadoğu üzerindeki denetimini ne kadar saldırgan şekilde kurarsa, Rusya ve Çin ile çatışmayı ne kadar kızıştırırsa, Alman burjuvazisi kesinlikle şu ya da bu tarafla işbirliği yapmak zorundadır. Bu, onun ne pahasına olursa olsun kaçınmak istediği bir karardır.
5.Bununla birlikte, Almanyanın uluslararası meselelerde söz sahibi olması ve kendi çıkarlarını ileri sürmesi için bir kez daha dişlerini göstermesi ve askeri profilini yükseltmesi gerektiği konusunda, bütün siyasi partiler arasında genel bir anlaşma var. Uzmanlık dergilerindeki makalelerde, ateşli bir biçimde, Almanyanın bir kez daha nasıl "başı çekebileceği", kendi geçmişindeki lekeden nasıl kurtulabileceği ve halkın geniş kesimleri içindeki köklü anti-militarizmin üstesinden nasıl gelebileceği tartışılıyor. Yeşiller, 1999 yılında, Yugoslavyada, Alman ordusunun uluslararası savaş alanlarına dönmesinin kapısını açmışlardı. Alman birlikleri, o zamandan beri, Afganistan a, Afrika Boynuzuna ve dünyanın başka bölgelerine gönderilmektedir. Orduyu yeniden biçimlendirme ve daha iyi bir duruma getirme işi hızla ilerliyor.
6.Batı yönelimi ve Avrupanın bütünleşmesi, savaş sonrası dönemin toplumsal uzlaşmasına bir çerçeve sağlamıştı. Küreselleşme, Sovyetler Birliğinin çökmesi ve Çinin önde gelen bir sanayi gücü olarak yükselmesi bu uzlaşmanın altını oymuştur. Şimdi, Avrupa Birliğinin dağılmasıyla, öldürücü darbe indiriliyor. Artan toplumsal yoksunluk ile ücretlere, emekli maaşlarına ve toplumsal standartlara yönelik aralıksız saldırılar, şiddetli sınıf mücadelelerinin habercisidir. Mevcut görünümün altında, Almanyada, bütün toplumsal ilişkileri temellerinden sarsacak ve kapitalizmin alaşağı edilmesini gündeme getirecek toplumsal bir fırtına patlamak üzere.
7.Milyonlarca işçi için, kendileri ve aileleri için temel yaşamsal gereksinimleri karşılamak her geçen gün daha zor hale geliyor. Çalışanların yaklaşık dörtte biri düşük ücretli işlerde çalışıyor. Onların yarısını oluşturan 4,1 milyon insan, saatte 7 Avro dan daha az kazanıyor. Fabrikalarda ve bürolarda sürekli ücret indirimleri gerçekleşiyor. İş ve işçi bulma kurumları tarafından yıllardır sömürülmekte olan geçici işçilere ek olarak, hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadan parça başı çalışmak üzere istihdam edilen sözleşmeli işçiler ordusunda bir büyüme yaşanıyor. 4,5 milyon dolayında insan, "Harz IV" sosyal yardımlarıyla (ayda 374 Avro artı kira ve ısınma masrafları) yaşıyor.
8.Servet, toplumun diğer ucunda birikiyor. Ayrıcalıklı bir güruh lüks içinde yaşamaktadır. Onların sahip olduğu lüksün ve savurganlığın sınırı yok. 2010 Dünya Servet Raporu, Almanyada 924 bin milyoner olduğunu hesaplıyor ki bu, bir önceki yıldan 62 bin kişi daha fazladır. 2011de, Volkswagenın CEOsu Martin Winterkorn 17 milyon Avrodan fazla para kazanmış ki bu, aylık 1,5 milyon Avro eder. Onunla emsal yönetim kurulu üyeleri, ayda yarım milyon Avronun üstünde para kazanmışlar. Bu zenginleşme çılgınlığı, kendisi de milyonlarca Avroyu cebine indiren IG Metal sendika patronu Berthold Huber başkanlığındaki denetleme kurulunda bulunan dokuz işçi temsilcisi tarafından onaylanmıştır.
9."Alman modeli" denilen şeyin çekirdeğini, sendikaların, şirketlerin ve devletin sıkı sıkıya bütünleşmesi oluşturmaktadır. Siyasetin şirketlerin yoğun etkisi altında belirlendiği bu yapı, savaş sonrası dönemde yaşam standartlarında sağlanan yükselmeyle bağlantılıydı. O şimdi, sadece yaşam standartlarını geriletmeye ve sınıf mücadelesini bastırmaya hizmet etmektedir. Ta ki bu mücadele kendi yolunda şiddetli bir şekilde patlayana ve sendika bürokratlarını dehşete sürükleyecek şekilde, normal ücret anlaşmazlıkları sınırlarını aşıp siyasi iktidar uğruna mücadele evresine ulaşana kadar.
10.Yaklaşan sınıf çatışmalarının şok dalgaları şimdiden hissedilmektedir. Bütün düzen partileri siyasi çöküşün ileri bir aşamasında. CDU ve CSU (Hristiyan Sosyal Birlik) siyasi ve bölgesel fay hatları boyunca bölünme işareti veriyor. Alman dış politikasını on yıllar boyunca biçimlendirmiş olan Hür Demokrat Parti (FDP), seçimlerde, zaman zaman marjinal bir parti düzeyine düşmektedir. CDU-CSU-FDP ittifakı, iktidarını, asıl olarak, Schröder döneminde yaşadığı seçmen ve parti üyesi kaybını hiçbir zaman telafi edememiş olan SPDnin desteği sayesinde koruyabilmektedir.
11.Joachim Gauckun Federal Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, son on yılların en gerici olayları; eski Doğu Almanya (Demokratik Almanya Cumhuriyeti-DAC) ile Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliğindeki toplumsal kazanımların yıkımı ve bu ülkelerin kapitalist sömürüyle yeniden tanışması sürecinde siyasileşmiş olan bu iki eski Doğu Alman yurttaşı devlete ve hükümete başkanlık etmektedir. Onlar, siyasi dar görüşlülük ile sınırsız komünizm karşıtlığını birleştirmektedirler. Onlar, özgürlüğü ve demokrasiyi kişisel zenginleşmeyle, ayrıcalıkla ve kapitalist sömürüyle eş anlamlı olarak ele alıyorlar. Onların siyasi evrimi, öncelikle, hiçbir zaman işçi sınıfından gelen ciddi bir meydan okuma ile karşılaşmamış olmaları gerçeğiyle belirlenmiştir. Onlar, Alman işçi sınıfına, şimdi Yunanistan halkına karşı sergilediklerine benzer bir acımasızlıkla karşılık verme arayışına gireceklerdir.
12.Demokratik dış görünüm, ekonomik krizin basıncı altında parçalanıyor. Demokratik haklar ayaklar altına alınıyor ve devletin güvenlik ve gözetim aygıtları sürekli olarak reformdan geçiriliyor. Frankfurttaki Blockupy protestolarının yasaklanmasıyla birlikte, bankaların gücüne karşı çıkmak ilk kez yasadışı ilan edilmiştir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, özellikle Müslümanlara karşı tahrikler biçiminde, sistematik olarak kışkırtılıyor. Thilo Sarrazinin ırkçı kuramları, önde gelen gazeteler ve devlet televizyonlarındaki sohbet programları tarafından yaygın biçimde tanıtılıyor. Ulusal Sosyalist Yeraltı Örgütü gibi aşırı sağcı katiller devlet görevlileri tarafından korunur ya da ısrarla görmezden gelinirken, Neo-Nazi gruplar, gizli ajanlar dolayımıyla istihbarat örgütleri tarafından finanse ediliyor ve güçlendiriliyor. Yönetici seçkinler, bu yolla, yeni bir aşırı sağcı siyasi partinin zeminini hazırlıyorlar.
13.Aynı zamanda, dünyanın dört bir yanında toplumsal mücadelelerin artması, kapitalizmin krizinin, dünyadaki temel devrimci güç olan uluslararası işçi sınıfının bilincinde kaydedildiğini gösteriyor. Ama işçilerin kendiliğinden mücadeleleri, ne denli radikal olursa olsunlar, siyasi yönelim ve devrimci önderlik krizlerini çözmez. Eski reformcu partiler ve sendikalar, eski güçlerinden geride kalmış olan ne varsa, artan muhalefetin önünü kesmek ya da onu zararsız kanallara akıtmak için kullanıyorlar. Büyük siyasi çalkantı dönemlerinde her zaman olduğu gibi, gelişen kitle hareketlerinin ilk aşaması, krizin tarihsel boyutu ile mücadeleye sürüklenen kitlelerin varolan bilinci arasındaki uçurumla karakterize edilmektedir.
14.İşçi sınıfı, kendi mücadelelerinde biriktirdiği deneyimlerle; yalnızca işyerindeki doğrudan çatışmalar sürecinde değil ama aynı zamanda, halen Yunanistanda ve Mısırda gerçekleşen türde önemli uluslararası sınıf çatışmaları dolayımıyla öğrenir. Bu deneyimleri bilince dönüştürmek, onları genelleştirmek ve sistematik bir siyasi eğitimin temeli haline getirmek önemli bir görevdir. Dördüncü Enternasyonalin Uluslararası Komitesinin kuramsal ve siyasi birikimi, bu girişim için son derece önemli işleve sahiptir. Bu, siyasi durumdaki farklı ve bazen şaşırtıcı değişimlerin dikkatli bir çözümlemesinin ve işçi sınıfı için bağımsız bir perspektif geliştirmenin hareket noktasıdır.
15. PSGnin görevi, nesnel durumun olgunluğu ile işçi sınıfının siyasi bilinci arasındaki uçurumun üstesinden gelmektir. O bunu, işçi sınıfı içinde bir Marksist kadro eğitimiyle ve yeni, devrimci bir önderliği inşa ederek yapmaktadır. Kapitalist kriz sosyalist bir devrimin nesnel koşullarını yaratmaktadır ama işçi sınıfına iktidarı almada önderlik edebilecek tek güç, onun en önemli kesimleri içinde sağlam bir yer edinmiş, kapsamlı ve gelişkin bir siyasi stratejiye sahip bir partidir. PSG, yokluğunda ciddi, ısrarlı ve başarılı bir mücadelenin mümkün olmadığı bu siyasi perspektifleri geliştirir. Dünya Sosyalist Web Sayfasında yayımlanan günlük siyasi çözümlemeler ve perspektifler, bu çalışmada son derece önemli rol oynamaktadır.
16.PSG, ileri görüşlü ve özverili işçileri ve gençleri kazanmaya; onları Troçkist hareketin tarihsel ve kuramsal Marksist mirası temelinde eğitmeye çalışır. Onlar, işçi sınıfının önceki yenilgilerinden ve kapitalizmin varlığını sürdürmesinden sorumlu olan Stalinizm, sosyal demokrasi, sendikalar ve diğer oportünist eğilimler tarafından oynanan rolü kavramak zorundadırlar. Siyasi olarak en bilinçli işçiler, yalnızca 20. yüzyılın stratejik deneyimlerini özümsediklerinde, sınıflarına bağımsız bir siyasi perspektif temelinde önderlik edebilirler. PSGnin rolü ve işlevi budur. Bu işi sabırla üstlenmekten başka alternatif yoktur. Taktiksel kestirme yollar yoktur. PSG, her koşul altında, kendi devrimci programı uğruna mücadele eder ve işçilere, kapitalizmin yıkılmasından ve iktidarın zaptından başka bir ilerici yol olmadığı gerçeği anlatır.
17.PSG, bu görevi yerine getirmek için bilinçli bir şekilde işçi sınıfına yönelir. Biz, işçilerin ve gençlerin, hükümetin ve şirketlerin saldırılarını püskürtmek amacıyla yaşama geçirdikleri mücadelelerini ve protestoları destekler ve teşvik ederiz. Biz, "günlük mücadele içindeki kitlelerin, günlük talepler ile devrimin sosyalist programı arasında köprü kurmalarına yardımcı olmak için... verili koşullardan ve işçi sınıfının geniş kesimlerinin güncel bilincinden hareket eden" ve değişmez bir şekilde "tek bir nihai sonuca, iktidarın proletarya tarafından zaptına" yol gösteren taleplerden oluşan geçiş talepleri programını koyarız (Lev Troçki, Geçiş Programı). Bu talepler, işyerlerinin ve ücretlerin savunusu; güvence altına alınmış bir gelir; iyi ve bütçeye uygun barınma; kaliteli tıbbi bakıma, eğitime ve kültüre ücretsiz erişim; yüksek gelirlilerden daha fazla vergi alınması; servet vergisinin uygulanması gibi toplumsal talepleri içerir. PSG, temel demokratik hakları, özellikle de göçmenlerin ve sığınmacıların haklarını yorulmaksızın savunur; ülke sınırları dışındaki bütün Alman birliklerinin geri çekilmesini ve NATOnun, orduların ve istihbarat örgütlerinin dağıtılmasını istemektedir.
18.PSGnin bütün siyasi ve pratik çabası işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını sosyal demokrasinin, Sol Partinin, sendikaların ve onların küçük burjuva destekleyicilerinin felç edici etkisinden ayırt etmeyi amaçlar. Yönetici sınıfın saldırılarını yaşama geçiren ve burjuva düzeni savunan bu örgütler, bugün, işçi sınıfının mücadelelerinin ezilmesinde önemli bir rol oynamaktadırlar. İşçi sınıfı, burjuva çıkarların bu temsilcileriyle uzlaşma yoluyla elleri bağlanmışken, sosyalist bir program uğruna mücadele edemez.
19.SPD, kriz dönemlerinde sıkça olduğu gibi, burjuva düzenin en önemli dayanaklarından biri haline gelmiştir. Birçok konuda bölünmüş olan federal hükümet, iktidarını yalnızca SPDnin desteği sayesinde sürdürmektedir. SPD, I. Dünya Savaşını desteklediği ve Alman emperyalizmiyle bütünleştiği 1914te Marksist geçmişinden kopmuştu. O, Weimar Cumhuriyeti sırasında burjuva devletin belkemiğiydi. SPD, I. Dünya Savaşı sonrasındaki işçi ayaklanmalarını bastırdı ve işçi sınıfının Nazilere karşı seferber edilmesine karşı çıkarak, Hitlerin zaferine belirleyici şekilde katkıda bulundu. SPD, II. Dünya Savaşından sonra, Stalinizm'in suçları ve savaş sonrası hızlı büyüme sayesinde yeniden güç kazanmıştı. 1960ların sonlarında, şiddetli iş anlaşmazlıkları ve öğrenci isyanları kapitalist düzeni sarstığı zaman, FDP, SPDnin çoğunluğu elde etmesine yardımcı olmuş ve Willy Brandt, bir yandan toplumsal ödünler verirken, aynı zamanda sosyalistlerin çeşitli meslekleri yapmasını yasaklayarak (Meslek Yasakları) durumu kontrol altına almıştı.
20.SPD ve sendikalar, DACdeki Stalinist rejim eş zamanlı olarak Doğu Alman işçilerini kontrol altında tuttuğu için, Batı Alman işçi sınıfına egemen olabildi. Her iki bürokrasi de -farklı taraflardan da olsa- Sovyetler Birliğinde, Doğu Almanyada ve Doğu Avrupada "reel sosyalizm" olduğu yalanının propagandasını yaptılar. DAC deki Stalinist bürokrasi, sosyal de-mokrat bürokrasinin komünizm karşıtlığına koz sağlayacak şekilde, işçilerin her türlü bağımsız hareketini ve demokratik eylemini sosyalizm adına bastırdı. 1945ten sonra, hem Almanya Komünist Partisi (KPD) hem de SPD, işçilerin kendiliğinden sosyalist özlemlerine karşı koydu. Doğu Alman yönetimi, kapitalist mülkiyeti, yalnızca Soğuk Savaşa yanıt olarak kamulaştırdı; ardından da 17 Haziran 1953 işçi ayaklan- masını bastırdı. KPD ile SPDnin sıradan üyelerinin savaştan sonra DACde yaşama geçirmeye çalıştığı sosyalist idealler işçi sınıfının siyasi baskı altında tutulmasıyla itibarsızlaştırılırken, bu kamulaştırmalar, işçi sınıfının toplumsal konumunu güçlendirdi. Doğu Almanyadaki rejim Stalinin suçlarına ve Doğu Alman işçilerini diğer ülkelerdeki kardeşlerinden kopartan ve nihayet 1989da kapitalizmin restorasyonuna giden yolu hazırlayan ulusalcı "tek ülkede sosyalizm" kuramına bel bağlamıştı.
21.Bugün, SPDnin sözlüğünde, "reform" sözcüğü artık işçilere verilen toplumsal ödünler değil; daha önce verilmiş olan bütün ödünlerin iptal edilmesi anlamına geliyor. SPD, Brandt döneminden bu yana üyelerinin yarısını kaybetmiş ve işçi sınıfıyla bütün ilişkilerini koparmıştır. Schröderin SPD-Yeşiller koalisyonu hükümetinin Gündem 2010u, bugünkü tutucu Avrupa hükümetleri tarafından örnek model olarak övül- mektedir. Schröder-Fischer hükümeti, devasa bir düşük ücret sektörünün ortaya çıkmasının ve Avrupadaki en küçük birim işçi maliyetleri artışının sorumlusuydu. O, aynı zamanda, savaş sonrası tarihte Alman silahlı kuvvetlerinin ilk uluslararası savaş girişiminden ve "terörle mücadele"nin bir parçası olarak iç güvenlik aygıtının iyileştirilmesinden sorumluydu. SPD, halen Merkelin Avrupadaki kemer sıkma önlemlerini desteklemektedir. O, CDU-CSU ve FDP gibi, büyük şirketlerin ve mali seçkinlerin çıkarlarını savunan sağcı bir burjuva partisidir. SPD, bu yüzden, işçi sınıfı üzerindeki denetimi sürdürme becerisini büyük ölçüde yitirmiştir.
22.Burada, devreye Sol Parti girmektedir. Sol Parti, sosyal demokrat aygıtı yeniden canlandırmaya gayret etmektedir. Willy Brandtın siyasi öğrencilerinden Oscar Lafontaine, bu aygıtın ve sendikaların işçi sınıfını denetim altında tutmada ve burjuva düzenin istikrarını korumada taşıdığı önemini öğrenmişti. O, bu bakımdan, Saarbrückenin belediye başkanı ve Saarland ın eyalet başbakanı olarak uzun bir geçmişe sahiptir. Onun Schröder ile bozuşması, Schröderin SPDnin bu kapasitesiyle vurdumduymaz bir şekilde oynamasından kaynaklandı. Gündem 2010a karşı ilk kendiliğinden protestolar geliştiğinde siyasi olarak yeniden aktif hale gelen Lafontaine, bu yüzden, 1999da SPDden istifa etti ve hükümetteki görevlerini bıraktı. O sonradan, Batı daki bir grup kırgın SPD görevlisini, sendika bürokratını ve eski orta sınıf radikalini (WASG) Doğu Almanyadaki Stalinist devlet partisinin mirasçıları (PDS) ve Doğuda bu parti tarafından bırakılmış olan mali olarak güçlü aygıt ile birleştirmede inisiyatif aldı.
23.Derinleşen ekonomik kriz, Sol Partinin gerçek karakterini hızla açığa çıkarmıştır. O, Almanyanın doğusundaki belediyelerde ve eyalet yönetimlerinde sosyal ve demokratik hükümleri ortadan kaldırdı. Bu, onun seçim bildirgelerinde mahkum ettiği bir süreçti. Solcu laflar ile sağcı uygulamalar arasında sürekli denge bulma tavrı, Sol Parti içindeki sonu gelmez tartışmaların kaynağıdır. O derinden bölünmüş, önceki seçim başarılarını heba etmiş ve azalan üye sayısı nedeniyle zayıflamıştır. Ama bu durum, yönetici sınıfın onun hizmetine bir kez daha gereksinim duymayacağı anlamına gelmez.
24.Sol Parti -Fransadaki sol parti, Yunanistandaki SYRİZA ve diğer ülkelerdeki benzeri hareketler gibi- ne sol ne de kapitalizm karşıtıdır ve kesinlikle devrimci bir parti değildir. O, devlet aygıtı, sendikalar ve orta sınıfın hali vakti yerinde tabakaları üzerinde yükselen burjuva bir örgüttür. Bu tabakalar, kendi varlıklarının hem bankaların kemer sıkma dayatmaları hem de işçi sınıfının devrimci bir saldırısı eliyle tehdit edildiğini anlıyorlar. Bu yüzden onlar, pratikte kapitalizmi, burjuva devleti ve Avrupa Birliğinin kurumlarını savunur ve işçi mücadelelerini ezmek için sendikalarla birlikte çalışırken, bankalara sövüp saymaktadırlar. Sol Parti, işçi sınıfının bağımsız seferberliğini ne pahasına olursa olsun önlemek istiyor. O, sınıf mücadelesinde işçi sınıfının değil, onun karşıtlarının safındadır.
25.Sol Partiye karşı mücadele, onun saflarında ya da siyasi yörüngesinde faaliyet gösteren küçük burjuva gruplara karşı sistematik bir siyasi ve kuramsal saldırıyı gerektirir. Bu grupların bazıları (SAV-Sosyalist Alternatif, Marx21 ve Pablocu Birleşik Sekreterlik), kendilerini yanlış bir şekilde sosyalist, hatta Troçkist olarak adlandırıyorlar. Onlar, işçi sınıfının bürokratik aygıtlara tabi kılınmasında ısrar ediyorlar. Bizzat kendileri bu yozlaşmış bürokratik çevrenin bir parçasıdırlar. Onların görevlilerinin ve üyelerinin çoğu sendika bürokrasisinde, refah devletinin kurumlarında ve Sol Partinin parlamento bürolarında ya da vakıflarında yüksek maaşlı konumlardalar. İşçi sınıfına olan düşmanlıkları, sınıf mücadelesi yoğunlaştıkça, onları daha da sağa itecek. Onlar işçilerin her türlü bağımsız hareketini kendi ayrıcalıklarına yönelik bir tehdit olarak değerlendirmektedirler. Onlar, sendika bürokrasisinin bekçisi olarak davranıyor, grevlerin satılmasını savunuyor ve işçiler sendikaların deli gömleğinden kurtulmak için inisiyatif aldıklarında onlara saldırıyorlar.
26.SAV, Marx21 ve Pablocular, 60 yıldır reformistlerin, Stalinistlerin ve sendika aygıtlarının gölgesinde faaliyet gösteren ve onları savunmada uzmanlaşmış olan uluslararası akımların temsilcileridir. Onlar şimdi, açıkça emperyalizmi destekliyor ve burjuva devlete uyarlanıyorlar. Marx21in müttefiki olan Mısırlı Devrimci Sosyalistler, gerici Müslüman Kardeşlerin başkanlık adayını destekliyor. Marx21in bir üyesi olan Christine Buchholz, Alman Federal Parlamentosunun Savunma Komitesinin gizli toplantılarına katılıyor. Bu grupların çoğu Libyaya karşı emperyalist savaşı destekledi ve şimdi Suriyeye emperyalist müdahaleyi savunuyor. Dördüncü Enternasyonalin Uluslararası Komitesi, 59 yıl önceki kuruluşundan bu yana bu eğilimlere karşı çıkmaktadır. Bu zengin tarihsel miras, bugün, işçilerin siyasi eğitimi ve kitleleri bağımsız devrimci bir perspektife kazanmak için temel oluşturmaktadır.
27.Sendikaların ve Sol Partinin siyasi iflası, toplumsal hareketlerin kendiliğindenliğini göklere çıkartarak ya da köklü sendikalar için anarşist talepler yükselterek bu eski örgütlerden bilinçli siyasi kopuşu önlemeye çalışan çeşitli anarşist grupları sahneye çıkarmış durumda. Bu otonom ve anarşist guplar kendi öznellikleriyle karakterize ediliyorlar. Onlar, toplumun sınıfsal çözümlemesine karşı çıkıyorlar. Değişimin aracıları olarak toplumun nesnel itici güçlerinin ve toplumsal normlardan öznel kurtuluş için genel değişimin yerine, bilgili aydınları geçiriyorlar. Onlar, görünürdeki bütün radikalliklerine ve şiddetli çatışma eğilimlerine rağmen, işçi sınıfının işe yaramaz olduğuna karar vererek, mevcut düzeni ve bürokrasinin egemenliğini kabul etmektedirler. Bu grupların işçi sınıfına olan düşmanlıkları, sınıf karşıtlıkları keskinleştikçe ve işçiler kendilerini eski bürokrasilerden bağımsız şekilde savunmaya başladıkça, onları sağa kaydırıyor. Onlar, işçiler arasındaki her bağımsız hareketi kendi ayrıcalıklarına yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyorlar. Onlar, aynı zamanda, bu çevreden çıkan ve şimdi işçi sınıfına son derece düşman emperyalist ve ırkçı düşüncelerin propagandasını ya- pan "anti-Almanlar" gibi aşırı sağcı eğilimlere toplumsal taban sağlıyorlar.
28.Günümüzdeki genel toplumsal istikrarsızlığın tipik bir ifadesi, Eylül 2011den bu yana eyalet meclislerinde dört sandalye elde etmiş ve ulusal düzeyde yapılan anketlerde çift haneli onay almış olan Korsan Partinin hızlı yükselişidir. Daha önce burjuva düzen için sağlam bir zemin oluşturmuş olan orta sınıf hareketlenmeye başlamıştır. Korsanlar, ona hiçbir ilerici yönelim sunmaksızın, düzen partileri karşısındaki genel hoşnutsuzluğu ifade etmektedirler. Yeşiller, ilk dönemlerinde küçük burjuva tabakaların protestolarını dile getiriyorlardı; oysa Korsanların içinde herhangi bir gerçek protesto unsuru bulunmuyor. Onlar yalnızca karar alma süreçlerinde daha fazla saydamlık çağrısı yapıyorlar. Öye yandan, onlar statükoya bütünüyle uyarlanmış durumdalar; sosyal hizmetlerde kesintiler ve dengeli bütçe düzenlemeleri dahil burjuva düzenini savunuyorlar ve herhangi bir partiyle koalisyon kurmaya gönüllüler. Federal Savunma Bakanlığında üst düzey memur olarak çalışan birinin başkanlığındaki bu parti, devleti hiçbir şekilde eleştirmiyor. Siyasi saflık ve toplumsal acımasızlık biçimindeki bileşim, Korsanları, orta sınıfın huysuz unsurları üzerindeki hakimiyeti sürdürmek ve onları işçi sınıfına karşı konumlandırmak söz konusu olduğunda yönetici sınıf için yararlı bir araç kılmaktadır.
29.PSG, ekonomik krizin ve sosyal ve demokratik haklara yönelik saldırıların yoğun sınıfsal hesaplaşmaları tetikleyeceğine emindir. Alman emperyalizminin saldırgan biçimlerinin yeniden ortaya çıkması, işçi sınıfını kendi zengin devrimci geleneklerine yakınlaşmaya zorlayacaktır. Dördüncü Enternasyonalin Uluslararası Komitesi tarafından on yıllardır kararlı bir biçimde savunulan dünya sosyalist devriminin programı, işçi sınıfının, gençliğin ve ciddi aydınların en cesur ve ileri kesimlerini kendisine çekecektir. Herşey kararlı ve gözüpek şekilde işçi sınıfına yönelmeye ve Dördüncü Enternasyonalin öğretisine ve geleneğine uygun bir kadro eğitimine bağlıdır. Uluslararası Komitenin zengin siyasi deneyimlerine yaslanan PSG hazırlıklıdır ve büyük bir güvenle ileriye, yaklaşan mücadelelere bakmaktadır.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|