World Socialist Web Site (www.wsws.org)

www.wsws.org/tr/2012/nov2012/psg2-n17.shtml

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Almanya) Ulusal Kongre Kararı

Sınıf mücadelesinin dönüşü ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin görevleri


17 Kasım 2012
İngilizce’den çeviri (15 Ağustos 2012)

Sosyalist Eşitlik Partisi (Almanya), Ulusal Kongresini, 22-24 Haziran 2012 tarihleri arasında Berlin’de topladı. Kongreye, Almanya’daki delegelerin yanı sıra, IV. Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin diğer Avrupa ülkelerinden, ABD’den, Avustralya’dan ve Sri Lanka’dan temsilcileriyle destekleyicileri katıldı. Tartışma, Avrupa Birliği’nin krizi ve ondan kaynaklanan siyasi görevler üzerinde odaklandı. Bu, Kongre’de oy birliğiyle alınan ve 14 Ağustos günü yayımladığımız ana kararın(Link to the first resolution) konusuydu. Bugün, "Sınıf mücadelesinin dönüşü ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin görevleri" başlıklı ikinci kararı yayımlıyoruz.

1.Dünya kapitalizminin mali ve ekonomik krizi, dördüncü yılında, Avrupa’da odaklandı. Avro ve Avrupa Birliği (AB) çöküşle karşı karşıyadır. Avro’nun ve AB’nin başarısızlığı da, Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndan bu yana sergilediği ve onun ABD’nin koruması altında dünya çapında iş yapmasını, ticaretini ve üretimini genişletmesini, bir iç piyasa olarak Avrupa’ya bel bağlamasını mümkün kılan siyasi ve ekonomik gelişmesine zemin oluşturan çerçevenin parçalanmasına işaret etmektedir. Alman ekonomisinin üretim kapasitesi, aynı 1930’larda olduğu gibi, onun Aşil topuğudur. O, dışsatıma olan bağımlılığından dolayı küresel ekonomik krizler ve emperyalist devletler arasındaki gerilimin artması karşısında fazlasıyla duyarlıdır. Bu, savaş sonrası dönemde sınıf çelişkilerini hafifleten toplumsal uzlaşma politikasının altını oymakta ve keskin sınıf mücadelelerini yeniden gündeme getirmektedir.

2.Bütün Avrupa’yı kendi talimatlarına tabi kılmaya kalkışan Alman yönetici sınıfı krize artan bir saldırganlıkla tepki göstermektedir. Alman askerlerinin Avrupa’yı enkaza çevirmesinden neredeyse 70 yıl sonra, Hristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) parlamento grubunun önderi Volker Kauder, kibirli bir şekilde, "Şimdi Avrupa’da yeniden Almanca konuşuluyor" diye ilan etmektedir. Böylece, geçmişin çözülmemiş bütün sorunları yeniden ortaya çıkıyor. Berlin’in Avrupa’nın borç krizini çözmek yerine acımasız kemer sıkma önlemlerini dayatması Avrupa Birliği’ni parçalıyor. O, toplumsal çelişkileri keskinleştirmekte, bütün ulusları yıkıma sürüklemekte ve ulusal gerilimleri kızıştırmaktadır. Almanya, geçtiğimiz yüzyılda -önce II. Wilhelm’in ardından da Hitler’in yönetiminde- iki kez Avrupa’nın efendisi olmaya kalkışmıştı. Her iki çaba da savaşla ve barbarlıkla sona erdi. Avrupa’yı yeniden Alman egemenliğine tabi kılma çabası yalnızca yeni bir felakete yol açabilir.

3.Avrupa politikalarının açmazı uluslararası politikalardaki açmazla birleşiyor. Alman emperyalizmi, Avrupa’daki merkezi konumundan, enerji dışalımına bağımlılığından ve pazarlara olan gereksiniminden kaynaklanan dezavantajlarının üstesinden gelmek için defalarca saldırgan savaşlara başvurmuştur. Çelişkiler şimdi bir kez daha yoğunlaşıyor. Almanya’nın geleneksel Batı yönelimi, ülkenin Rusya’ya olan enerji bağımlılığı ve Doğu ile genişleyen ticareti dolayımıyla, giderek daha fazla zorlanıyor. 2009’dan bu yana, Çin, asıl olarak oradan yapılan dışalımdan dolayı Almanya’nın AB dışındaki en önemli ticaret ortağı olmuştur. Çin, bu yıl da Almanya’nın en önemli dışsatım pazarı olarak ABD’yi geride bırakacak. Almanya’nın Çin’e yaptığı 85 milyar Avroluk dışsatım, ABD’ye olan dışsatımını (78 milyar Avro) önemli ölçüde geçecek. Alman dışsatım hamlesi Hindistan’ın ve Brezilya’nın yükselmesiyle de hızlanıyor.

4.ABD ile olan siyasi ve askeri bağlar ile Rusya’ya ve Çin’e ekonomik yönelim arasındaki çelişki Alman burjuvazisini bölmüş ve bütün siyasi partileri kesmiş durumda. Aynı zamanda otomobil ve enerji sektörü sözcüsü olarak Rusya ve Çin ile uzlaşma yönünde ilerlemiş olan önceki Başbakan Gerhard Schröder (Almanya Sosyal Demokrat Partisi-SPD), görevinden 2005’ te erkenden çekilmişti. Ama bu erken çekilme meseleyi çözmedi. Onun ardılı da aynı ikilemle karşılaşmaktadır. Başbakan Angela Merkel, 2003’te Almanya’ nın Irak savaşına katılmaması yönünde karar verdiği zaman Schröder’i sert şekilde eleştirmiş olmasına rağmen, 2011’de Rusya’ı ve Çin’i dikkate alarak Libya savaşına katılmayı reddetti. ABD Ortadoğu üzerindeki denetimini ne kadar saldırgan şekilde kurarsa, Rusya ve Çin ile çatışmayı ne kadar kızıştırırsa, Alman burjuvazisi kesinlikle şu ya da bu tarafla işbirliği yapmak zorundadır. Bu, onun ne pahasına olursa olsun kaçınmak istediği bir karardır.

5.Bununla birlikte, Almanya’nın uluslararası meselelerde söz sahibi olması ve kendi çıkarlarını ileri sürmesi için bir kez daha dişlerini göstermesi ve askeri profilini yükseltmesi gerektiği konusunda, bütün siyasi partiler arasında genel bir anlaşma var. Uzmanlık dergilerindeki makalelerde, ateşli bir biçimde, Almanya’nın bir kez daha nasıl "başı çekebileceği", kendi geçmişindeki lekeden nasıl kurtulabileceği ve halkın geniş kesimleri içindeki köklü anti-militarizmin üstesinden nasıl gelebileceği tartışılıyor. Yeşiller, 1999 yılında, Yugoslavya’da, Alman ordusunun uluslararası savaş alanlarına dönmesinin kapısını açmışlardı. Alman birlikleri, o zamandan beri, Afganistan’ a, Afrika Boynuzu’na ve dünyanın başka bölgelerine gönderilmektedir. Orduyu yeniden biçimlendirme ve daha iyi bir duruma getirme işi hızla ilerliyor.

6.Batı yönelimi ve Avrupa’nın bütünleşmesi, savaş sonrası dönemin toplumsal uzlaşmasına bir çerçeve sağlamıştı. Küreselleşme, Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve Çin’in önde gelen bir sanayi gücü olarak yükselmesi bu uzlaşmanın altını oymuştur. Şimdi, Avrupa Birliği’nin dağılmasıyla, öldürücü darbe indiriliyor. Artan toplumsal yoksunluk ile ücretlere, emekli maaşlarına ve toplumsal standartlara yönelik aralıksız saldırılar, şiddetli sınıf mücadelelerinin habercisidir. Mevcut görünümün altında, Almanya’da, bütün toplumsal ilişkileri temellerinden sarsacak ve kapitalizmin alaşağı edilmesini gündeme getirecek toplumsal bir fırtına patlamak üzere.

7.Milyonlarca işçi için, kendileri ve aileleri için temel yaşamsal gereksinimleri karşılamak her geçen gün daha zor hale geliyor. Çalışanların yaklaşık dörtte biri düşük ücretli işlerde çalışıyor. Onların yarısını oluşturan 4,1 milyon insan, saatte 7 Avro’ dan daha az kazanıyor. Fabrikalarda ve bürolarda sürekli ücret indirimleri gerçekleşiyor. İş ve işçi bulma kurumları tarafından yıllardır sömürülmekte olan geçici işçilere ek olarak, hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadan parça başı çalışmak üzere istihdam edilen sözleşmeli işçiler ordusunda bir büyüme yaşanıyor. 4,5 milyon dolayında insan, "Harz IV" sosyal yardımlarıyla (ayda 374 Avro artı kira ve ısınma masrafları) yaşıyor.

8.Servet, toplumun diğer ucunda birikiyor. Ayrıcalıklı bir güruh lüks içinde yaşamaktadır. Onların sahip olduğu lüksün ve savurganlığın sınırı yok. 2010 Dünya Servet Raporu, Almanya’da 924 bin milyoner olduğunu hesaplıyor ki bu, bir önceki yıldan 62 bin kişi daha fazladır. 2011’de, Volkswagen’ın CEO’su Martin Winterkorn 17 milyon Avro’dan fazla para kazanmış ki bu, aylık 1,5 milyon Avro eder. Onunla emsal yönetim kurulu üyeleri, ayda yarım milyon Avro’nun üstünde para kazanmışlar. Bu zenginleşme çılgınlığı, kendisi de milyonlarca Avroyu cebine indiren IG Metal sendika patronu Berthold Huber başkanlığındaki denetleme kurulunda bulunan dokuz işçi temsilcisi tarafından onaylanmıştır.

9."Alman modeli" denilen şeyin çekirdeğini, sendikaların, şirketlerin ve devletin sıkı sıkıya bütünleşmesi oluşturmaktadır. Siyasetin şirketlerin yoğun etkisi altında belirlendiği bu yapı, savaş sonrası dönemde yaşam standartlarında sağlanan yükselmeyle bağlantılıydı. O şimdi, sadece yaşam standartlarını geriletmeye ve sınıf mücadelesini bastırmaya hizmet etmektedir. Ta ki bu mücadele kendi yolunda şiddetli bir şekilde patlayana ve sendika bürokratlarını dehşete sürükleyecek şekilde, normal ücret anlaşmazlıkları sınırlarını aşıp siyasi iktidar uğruna mücadele evresine ulaşana kadar.

10.Yaklaşan sınıf çatışmalarının şok dalgaları şimdiden hissedilmektedir. Bütün düzen partileri siyasi çöküşün ileri bir aşamasında. CDU ve CSU (Hristiyan Sosyal Birlik) siyasi ve bölgesel fay hatları boyunca bölünme işareti veriyor. Alman dış politikasını on yıllar boyunca biçimlendirmiş olan Hür Demokrat Parti (FDP), seçimlerde, zaman zaman marjinal bir parti düzeyine düşmektedir. CDU-CSU-FDP ittifakı, iktidarını, asıl olarak, Schröder döneminde yaşadığı seçmen ve parti üyesi kaybını hiçbir zaman telafi edememiş olan SPD’nin desteği sayesinde koruyabilmektedir.

11.Joachim Gauck’un Federal Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, son on yılların en gerici olayları; eski Doğu Almanya (Demokratik Almanya Cumhuriyeti-DAC) ile Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’ndeki toplumsal kazanımların yıkımı ve bu ülkelerin kapitalist sömürüyle yeniden tanışması sürecinde siyasileşmiş olan bu iki eski Doğu Alman yurttaşı devlete ve hükümete başkanlık etmektedir. Onlar, siyasi dar görüşlülük ile sınırsız komünizm karşıtlığını birleştirmektedirler. Onlar, özgürlüğü ve demokrasiyi kişisel zenginleşmeyle, ayrıcalıkla ve kapitalist sömürüyle eş anlamlı olarak ele alıyorlar. Onların siyasi evrimi, öncelikle, hiçbir zaman işçi sınıfından gelen ciddi bir meydan okuma ile karşılaşmamış olmaları gerçeğiyle belirlenmiştir. Onlar, Alman işçi sınıfına, şimdi Yunanistan halkına karşı sergilediklerine benzer bir acımasızlıkla karşılık verme arayışına gireceklerdir.

12.Demokratik dış görünüm, ekonomik krizin basıncı altında parçalanıyor. Demokratik haklar ayaklar altına alınıyor ve devletin güvenlik ve gözetim aygıtları sürekli olarak reformdan geçiriliyor. Frankfurt’taki Blockupy protestolarının yasaklanmasıyla birlikte, bankaların gücüne karşı çıkmak ilk kez yasadışı ilan edilmiştir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, özellikle Müslümanlara karşı tahrikler biçiminde, sistematik olarak kışkırtılıyor. Thilo Sarrazin’in ırkçı kuramları, önde gelen gazeteler ve devlet televizyonlarındaki sohbet programları tarafından yaygın biçimde tanıtılıyor. Ulusal Sosyalist Yeraltı Örgütü gibi aşırı sağcı katiller devlet görevlileri tarafından korunur ya da ısrarla görmezden gelinirken, Neo-Nazi gruplar, gizli ajanlar dolayımıyla istihbarat örgütleri tarafından finanse ediliyor ve güçlendiriliyor. Yönetici seçkinler, bu yolla, yeni bir aşırı sağcı siyasi partinin zeminini hazırlıyorlar.

13.Aynı zamanda, dünyanın dört bir yanında toplumsal mücadelelerin artması, kapitalizmin krizinin, dünyadaki temel devrimci güç olan uluslararası işçi sınıfının bilincinde kaydedildiğini gösteriyor. Ama işçilerin kendiliğinden mücadeleleri, ne denli radikal olursa olsunlar, siyasi yönelim ve devrimci önderlik krizlerini çözmez. Eski reformcu partiler ve sendikalar, eski güçlerinden geride kalmış olan ne varsa, artan muhalefetin önünü kesmek ya da onu zararsız kanallara akıtmak için kullanıyorlar. Büyük siyasi çalkantı dönemlerinde her zaman olduğu gibi, gelişen kitle hareketlerinin ilk aşaması, krizin tarihsel boyutu ile mücadeleye sürüklenen kitlelerin varolan bilinci arasındaki uçurumla karakterize edilmektedir.

14.İşçi sınıfı, kendi mücadelelerinde biriktirdiği deneyimlerle; yalnızca işyerindeki doğrudan çatışmalar sürecinde değil ama aynı zamanda, halen Yunanistan’da ve Mısır’da gerçekleşen türde önemli uluslararası sınıf çatışmaları dolayımıyla öğrenir. Bu deneyimleri bilince dönüştürmek, onları genelleştirmek ve sistematik bir siyasi eğitimin temeli haline getirmek önemli bir görevdir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin kuramsal ve siyasi birikimi, bu girişim için son derece önemli işleve sahiptir. Bu, siyasi durumdaki farklı ve bazen şaşırtıcı değişimlerin dikkatli bir çözümlemesinin ve işçi sınıfı için bağımsız bir perspektif geliştirmenin hareket noktasıdır.

15. PSG’nin görevi, nesnel durumun olgunluğu ile işçi sınıfının siyasi bilinci arasındaki uçurumun üstesinden gelmektir. O bunu, işçi sınıfı içinde bir Marksist kadro eğitimiyle ve yeni, devrimci bir önderliği inşa ederek yapmaktadır. Kapitalist kriz sosyalist bir devrimin nesnel koşullarını yaratmaktadır ama işçi sınıfına iktidarı almada önderlik edebilecek tek güç, onun en önemli kesimleri içinde sağlam bir yer edinmiş, kapsamlı ve gelişkin bir siyasi stratejiye sahip bir partidir. PSG, yokluğunda ciddi, ısrarlı ve başarılı bir mücadelenin mümkün olmadığı bu siyasi perspektifleri geliştirir. Dünya Sosyalist Web Sayfası’nda yayımlanan günlük siyasi çözümlemeler ve perspektifler, bu çalışmada son derece önemli rol oynamaktadır.

16.PSG, ileri görüşlü ve özverili işçileri ve gençleri kazanmaya; onları Troçkist hareketin tarihsel ve kuramsal Marksist mirası temelinde eğitmeye çalışır. Onlar, işçi sınıfının önceki yenilgilerinden ve kapitalizmin varlığını sürdürmesinden sorumlu olan Stalinizm, sosyal demokrasi, sendikalar ve diğer oportünist eğilimler tarafından oynanan rolü kavramak zorundadırlar. Siyasi olarak en bilinçli işçiler, yalnızca 20. yüzyılın stratejik deneyimlerini özümsediklerinde, sınıflarına bağımsız bir siyasi perspektif temelinde önderlik edebilirler. PSG’nin rolü ve işlevi budur. Bu işi sabırla üstlenmekten başka alternatif yoktur. Taktiksel kestirme yollar yoktur. PSG, her koşul altında, kendi devrimci programı uğruna mücadele eder ve işçilere, kapitalizmin yıkılmasından ve iktidarın zaptından başka bir ilerici yol olmadığı gerçeği anlatır.

17.PSG, bu görevi yerine getirmek için bilinçli bir şekilde işçi sınıfına yönelir. Biz, işçilerin ve gençlerin, hükümetin ve şirketlerin saldırılarını püskürtmek amacıyla yaşama geçirdikleri mücadelelerini ve protestoları destekler ve teşvik ederiz. Biz, "günlük mücadele içindeki kitlelerin, günlük talepler ile devrimin sosyalist programı arasında köprü kurmalarına yardımcı olmak için... verili koşullardan ve işçi sınıfının geniş kesimlerinin güncel bilincinden hareket eden" ve değişmez bir şekilde "tek bir nihai sonuca, iktidarın proletarya tarafından zaptına" yol gösteren taleplerden oluşan geçiş talepleri programını koyarız (Lev Troçki, Geçiş Programı). Bu talepler, işyerlerinin ve ücretlerin savunusu; güvence altına alınmış bir gelir; iyi ve bütçeye uygun barınma; kaliteli tıbbi bakıma, eğitime ve kültüre ücretsiz erişim; yüksek gelirlilerden daha fazla vergi alınması; servet vergisinin uygulanması gibi toplumsal talepleri içerir. PSG, temel demokratik hakları, özellikle de göçmenlerin ve sığınmacıların haklarını yorulmaksızın savunur; ülke sınırları dışındaki bütün Alman birliklerinin geri çekilmesini ve NATO’nun, orduların ve istihbarat örgütlerinin dağıtılmasını istemektedir.

18.PSG’nin bütün siyasi ve pratik çabası işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını sosyal demokrasinin, Sol Parti’nin, sendikaların ve onların küçük burjuva destekleyicilerinin felç edici etkisinden ayırt etmeyi amaçlar. Yönetici sınıfın saldırılarını yaşama geçiren ve burjuva düzeni savunan bu örgütler, bugün, işçi sınıfının mücadelelerinin ezilmesinde önemli bir rol oynamaktadırlar. İşçi sınıfı, burjuva çıkarların bu temsilcileriyle uzlaşma yoluyla elleri bağlanmışken, sosyalist bir program uğruna mücadele edemez.

19.SPD, kriz dönemlerinde sıkça olduğu gibi, burjuva düzenin en önemli dayanaklarından biri haline gelmiştir. Birçok konuda bölünmüş olan federal hükümet, iktidarını yalnızca SPD’nin desteği sayesinde sürdürmektedir. SPD, I. Dünya Savaşı’nı desteklediği ve Alman emperyalizmiyle bütünleştiği 1914’te Marksist geçmişinden kopmuştu. O, Weimar Cumhuriyeti sırasında burjuva devletin belkemiğiydi. SPD, I. Dünya Savaşı sonrasındaki işçi ayaklanmalarını bastırdı ve işçi sınıfının Nazilere karşı seferber edilmesine karşı çıkarak, Hitler’in zaferine belirleyici şekilde katkıda bulundu. SPD, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Stalinizm'in suçları ve savaş sonrası hızlı büyüme sayesinde yeniden güç kazanmıştı. 1960’ların sonlarında, şiddetli iş anlaşmazlıkları ve öğrenci isyanları kapitalist düzeni sarstığı zaman, FDP, SPD’nin çoğunluğu elde etmesine yardımcı olmuş ve Willy Brandt, bir yandan toplumsal ödünler verirken, aynı zamanda sosyalistlerin çeşitli meslekleri yapmasını yasaklayarak (Meslek Yasakları) durumu kontrol altına almıştı.

20.SPD ve sendikalar, DAC’deki Stalinist rejim eş zamanlı olarak Doğu Alman işçilerini kontrol altında tuttuğu için, Batı Alman işçi sınıfına egemen olabildi. Her iki bürokrasi de -farklı taraflardan da olsa- Sovyetler Birliği’nde, Doğu Almanya’da ve Doğu Avrupa’da "reel sosyalizm" olduğu yalanının propagandasını yaptılar. DAC’ deki Stalinist bürokrasi, sosyal de-mokrat bürokrasinin komünizm karşıtlığına koz sağlayacak şekilde, işçilerin her türlü bağımsız hareketini ve demokratik eylemini sosyalizm adına bastırdı. 1945’ten sonra, hem Almanya Komünist Partisi (KPD) hem de SPD, işçilerin kendiliğinden sosyalist özlemlerine karşı koydu. Doğu Alman yönetimi, kapitalist mülkiyeti, yalnızca Soğuk Savaş’a yanıt olarak kamulaştırdı; ardından da 17 Haziran 1953 işçi ayaklan- masını bastırdı. KPD ile SPD’nin sıradan üyelerinin savaştan sonra DAC’de yaşama geçirmeye çalıştığı sosyalist idealler işçi sınıfının siyasi baskı altında tutulmasıyla itibarsızlaştırılırken, bu kamulaştırmalar, işçi sınıfının toplumsal konumunu güçlendirdi. Doğu Almanya’daki rejim Stalin’in suçlarına ve Doğu Alman işçilerini diğer ülkelerdeki kardeşlerinden kopartan ve nihayet 1989’da kapitalizmin restorasyonuna giden yolu hazırlayan ulusalcı "tek ülkede sosyalizm" kuramına bel bağlamıştı.

21.Bugün, SPD’nin sözlüğünde, "reform" sözcüğü artık işçilere verilen toplumsal ödünler değil; daha önce verilmiş olan bütün ödünlerin iptal edilmesi anlamına geliyor. SPD, Brandt döneminden bu yana üyelerinin yarısını kaybetmiş ve işçi sınıfıyla bütün ilişkilerini koparmıştır. Schröder’in SPD-Yeşiller koalisyonu hükümetinin Gündem 2010’u, bugünkü tutucu Avrupa hükümetleri tarafından örnek model olarak övül- mektedir. Schröder-Fischer hükümeti, devasa bir düşük ücret sektörünün ortaya çıkmasının ve Avrupa’daki en küçük birim işçi maliyetleri artışının sorumlusuydu. O, aynı zamanda, savaş sonrası tarihte Alman silahlı kuvvetlerinin ilk uluslararası savaş girişiminden ve "terörle mücadele"nin bir parçası olarak iç güvenlik aygıtının iyileştirilmesinden sorumluydu. SPD, halen Merkel’in Avrupa’daki kemer sıkma önlemlerini desteklemektedir. O, CDU-CSU ve FDP gibi, büyük şirketlerin ve mali seçkinlerin çıkarlarını savunan sağcı bir burjuva partisidir. SPD, bu yüzden, işçi sınıfı üzerindeki denetimi sürdürme becerisini büyük ölçüde yitirmiştir.

22.Burada, devreye Sol Parti girmektedir. Sol Parti, sosyal demokrat aygıtı yeniden canlandırmaya gayret etmektedir. Willy Brandt’ın siyasi öğrencilerinden Oscar Lafontaine, bu aygıtın ve sendikaların işçi sınıfını denetim altında tutmada ve burjuva düzenin istikrarını korumada taşıdığı önemini öğrenmişti. O, bu bakımdan, Saarbrücken’in belediye başkanı ve Saarland’ ın eyalet başbakanı olarak uzun bir geçmişe sahiptir. Onun Schröder ile bozuşması, Schröder’in SPD’nin bu kapasitesiyle vurdumduymaz bir şekilde oynamasından kaynaklandı. Gündem 2010’a karşı ilk kendiliğinden protestolar geliştiğinde siyasi olarak yeniden aktif hale gelen Lafontaine, bu yüzden, 1999’da SPD’den istifa etti ve hükümetteki görevlerini bıraktı. O sonradan, Batı’ daki bir grup kırgın SPD görevlisini, sendika bürokratını ve eski orta sınıf radikalini (WASG) Doğu Almanya’daki Stalinist devlet partisinin mirasçıları (PDS) ve Doğu’da bu parti tarafından bırakılmış olan mali olarak güçlü aygıt ile birleştirmede inisiyatif aldı.

23.Derinleşen ekonomik kriz, Sol Parti’nin gerçek karakterini hızla açığa çıkarmıştır. O, Almanya’nın doğusundaki belediyelerde ve eyalet yönetimlerinde sosyal ve demokratik hükümleri ortadan kaldırdı. Bu, onun seçim bildirgelerinde mahkum ettiği bir süreçti. Solcu laflar ile sağcı uygulamalar arasında sürekli denge bulma tavrı, Sol Parti içindeki sonu gelmez tartışmaların kaynağıdır. O derinden bölünmüş, önceki seçim başarılarını heba etmiş ve azalan üye sayısı nedeniyle zayıflamıştır. Ama bu durum, yönetici sınıfın onun hizmetine bir kez daha gereksinim duymayacağı anlamına gelmez.

24.Sol Parti -Fransa’daki sol parti, Yunanistan’daki SYRİZA ve diğer ülkelerdeki benzeri hareketler gibi- ne sol ne de kapitalizm karşıtıdır ve kesinlikle devrimci bir parti değildir. O, devlet aygıtı, sendikalar ve orta sınıfın hali vakti yerinde tabakaları üzerinde yükselen burjuva bir örgüttür. Bu tabakalar, kendi varlıklarının hem bankaların kemer sıkma dayatmaları hem de işçi sınıfının devrimci bir saldırısı eliyle tehdit edildiğini anlıyorlar. Bu yüzden onlar, pratikte kapitalizmi, burjuva devleti ve Avrupa Birliği’nin kurumlarını savunur ve işçi mücadelelerini ezmek için sendikalarla birlikte çalışırken, bankalara sövüp saymaktadırlar. Sol Parti, işçi sınıfının bağımsız seferberliğini ne pahasına olursa olsun önlemek istiyor. O, sınıf mücadelesinde işçi sınıfının değil, onun karşıtlarının safındadır.

25.Sol Parti’ye karşı mücadele, onun saflarında ya da siyasi yörüngesinde faaliyet gösteren küçük burjuva gruplara karşı sistematik bir siyasi ve kuramsal saldırıyı gerektirir. Bu grupların bazıları (SAV-Sosyalist Alternatif, Marx21 ve Pablocu Birleşik Sekreterlik), kendilerini yanlış bir şekilde sosyalist, hatta Troçkist olarak adlandırıyorlar. Onlar, işçi sınıfının bürokratik aygıtlara tabi kılınmasında ısrar ediyorlar. Bizzat kendileri bu yozlaşmış bürokratik çevrenin bir parçasıdırlar. Onların görevlilerinin ve üyelerinin çoğu sendika bürokrasisinde, refah devletinin kurumlarında ve Sol Parti’nin parlamento bürolarında ya da vakıflarında yüksek maaşlı konumlardalar. İşçi sınıfına olan düşmanlıkları, sınıf mücadelesi yoğunlaştıkça, onları daha da sağa itecek. Onlar işçilerin her türlü bağımsız hareketini kendi ayrıcalıklarına yönelik bir tehdit olarak değerlendirmektedirler. Onlar, sendika bürokrasisinin bekçisi olarak davranıyor, grevlerin satılmasını savunuyor ve işçiler sendikaların deli gömleğinden kurtulmak için inisiyatif aldıklarında onlara saldırıyorlar.

26.SAV, Marx21 ve Pablocular, 60 yıldır reformistlerin, Stalinistlerin ve sendika aygıtlarının gölgesinde faaliyet gösteren ve onları savunmada uzmanlaşmış olan uluslararası akımların temsilcileridir. Onlar şimdi, açıkça emperyalizmi destekliyor ve burjuva devlete uyarlanıyorlar. Marx21’in müttefiki olan Mısırlı Devrimci Sosyalistler, gerici Müslüman Kardeşler’in başkanlık adayını destekliyor. Marx21’in bir üyesi olan Christine Buchholz, Alman Federal Parlamentosunun Savunma Komitesi’nin gizli toplantılarına katılıyor. Bu grupların çoğu Libya’ya karşı emperyalist savaşı destekledi ve şimdi Suriye’ye emperyalist müdahaleyi savunuyor. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, 59 yıl önceki kuruluşundan bu yana bu eğilimlere karşı çıkmaktadır. Bu zengin tarihsel miras, bugün, işçilerin siyasi eğitimi ve kitleleri bağımsız devrimci bir perspektife kazanmak için temel oluşturmaktadır.

27.Sendikaların ve Sol Parti’nin siyasi iflası, toplumsal hareketlerin kendiliğindenliğini göklere çıkartarak ya da köklü sendikalar için anarşist talepler yükselterek bu eski örgütlerden bilinçli siyasi kopuşu önlemeye çalışan çeşitli anarşist grupları sahneye çıkarmış durumda. Bu otonom ve anarşist guplar kendi öznellikleriyle karakterize ediliyorlar. Onlar, toplumun sınıfsal çözümlemesine karşı çıkıyorlar. Değişimin aracıları olarak toplumun nesnel itici güçlerinin ve toplumsal normlardan öznel kurtuluş için genel değişimin yerine, bilgili aydınları geçiriyorlar. Onlar, görünürdeki bütün radikalliklerine ve şiddetli çatışma eğilimlerine rağmen, işçi sınıfının işe yaramaz olduğuna karar vererek, mevcut düzeni ve bürokrasinin egemenliğini kabul etmektedirler. Bu grupların işçi sınıfına olan düşmanlıkları, sınıf karşıtlıkları keskinleştikçe ve işçiler kendilerini eski bürokrasilerden bağımsız şekilde savunmaya başladıkça, onları sağa kaydırıyor. Onlar, işçiler arasındaki her bağımsız hareketi kendi ayrıcalıklarına yönelik bir tehdit olarak değerlendiriyorlar. Onlar, aynı zamanda, bu çevreden çıkan ve şimdi işçi sınıfına son derece düşman emperyalist ve ırkçı düşüncelerin propagandasını ya- pan "anti-Almanlar" gibi aşırı sağcı eğilimlere toplumsal taban sağlıyorlar.

28.Günümüzdeki genel toplumsal istikrarsızlığın tipik bir ifadesi, Eylül 2011’den bu yana eyalet meclislerinde dört sandalye elde etmiş ve ulusal düzeyde yapılan anketlerde çift haneli onay almış olan Korsan Parti’nin hızlı yükselişidir. Daha önce burjuva düzen için sağlam bir zemin oluşturmuş olan orta sınıf hareketlenmeye başlamıştır. Korsanlar, ona hiçbir ilerici yönelim sunmaksızın, düzen partileri karşısındaki genel hoşnutsuzluğu ifade etmektedirler. Yeşiller, ilk dönemlerinde küçük burjuva tabakaların protestolarını dile getiriyorlardı; oysa Korsanların içinde herhangi bir gerçek protesto unsuru bulunmuyor. Onlar yalnızca karar alma süreçlerinde daha fazla saydamlık çağrısı yapıyorlar. Öye yandan, onlar statükoya bütünüyle uyarlanmış durumdalar; sosyal hizmetlerde kesintiler ve dengeli bütçe düzenlemeleri dahil burjuva düzenini savunuyorlar ve herhangi bir partiyle koalisyon kurmaya gönüllüler. Federal Savunma Bakanlığı’nda üst düzey memur olarak çalışan birinin başkanlığındaki bu parti, devleti hiçbir şekilde eleştirmiyor. Siyasi saflık ve toplumsal acımasızlık biçimindeki bileşim, Korsanları, orta sınıfın huysuz unsurları üzerindeki hakimiyeti sürdürmek ve onları işçi sınıfına karşı konumlandırmak söz konusu olduğunda yönetici sınıf için yararlı bir araç kılmaktadır.

29.PSG, ekonomik krizin ve sosyal ve demokratik haklara yönelik saldırıların yoğun sınıfsal hesaplaşmaları tetikleyeceğine emindir. Alman emperyalizminin saldırgan biçimlerinin yeniden ortaya çıkması, işçi sınıfını kendi zengin devrimci geleneklerine yakınlaşmaya zorlayacaktır. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi tarafından on yıllardır kararlı bir biçimde savunulan dünya sosyalist devriminin programı, işçi sınıfının, gençliğin ve ciddi aydınların en cesur ve ileri kesimlerini kendisine çekecektir. Herşey kararlı ve gözüpek şekilde işçi sınıfına yönelmeye ve Dördüncü Enternasyonal’in öğretisine ve geleneğine uygun bir kadro eğitimine bağlıdır. Uluslararası Komite’nin zengin siyasi deneyimlerine yaslanan PSG hazırlıklıdır ve büyük bir güvenle ileriye, yaklaşan mücadelelere bakmaktadır.



Telif Hakkı 1998-2009, Dünya Sosyalist Web Sitesi, Bütün hakları saklıdır