DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
DSWS Uluslararası Yazı Kurulu toplantısı
Avrupa kapitalizminin içinde bulunduğu çıkmaz ve işçi sınıfının görevleri
Uli Rippert
17 Mayıs 2006
İngilizceden çeviri (15 Mart 2006)
Aşağıda, Dünya Sosyalist Web SitesiUluslararası Yazı Kurulunun (UYK) 22-27 Ocak 2006 tarihleri arasında Sydneyde yapılan genişletilmiş toplantısında, Uli Rippert tarafından Avrupa üzerine sunulan üç bölümlük raporun üçüncü ve son bölümünü yayınlıyoruz. Rippert Dünya Sosyalist Web Sitesi UYK üyesi ve Almanyadaki Partei für Soziale Gleichheitın (Sosyalist Eşitlik Partisi) ulusal sekreteridir.
Sosyal demokratların ve Stalinizmin etkisinin azalmasıyla birlikte, Avrupa burjuvazisi yeni sol koltuk değneklerine ihtiyaç duyuyor. Fransada, Pablocu Ligue Communiste Revolutionaire (LCR) [Devrimci Komünist Liga] bir "sol" hükümette yer almaya hazırlanıyor. Pabloculukla siyasi olarak hesaplaşmak bu nedenle büyük önem taşıyor.
Michael Pablo ile Ernest Mandel yarım yüzyıl önce, sosyalist devrimin, işçi sınıfının Dördüncü Enternasyonal bayrağı altında bağımsız bir hareketi aracılığıyla değil, fakat bunun yerine kitlelerden gelen baskı ile sola kayacak olan Stalinist bürokrasi tarafından gerçekleştirileceği teorisini geliştirdiler. Pablo ve Mandel bu düşünceyi, hem Fidel Castro ve Sandinistler gibi küçük burjuva milliyetçi siyasi eğilimleri kapsayacak biçimde genişlettiler, hem de sosyal demokrasiye ve sendikalara uyguladılar.
Sovyetler Birliğinde yaşanan kapitalist restorasyon ve burjuva milliyetçiliğin, sosyal reformizmin ve sendikaların açık bir biçimde iflası, bu kuramın tabutuna son çivileri çaktı. Pablocuların ve küçük burjuva radikallerin buna tepkisi, kendilerini burjuva devletle daha da fazla bütünleştirmek oldu. Bu örgütler, kitlesel isyanın herhangi bir ifadesini temsil etmekten ziyade, burjuva üstyapının sol kanadını oluşturmaktan başka bir işlev görmüyorlar.
Bu durum, bilhassa sınıf çatışmalarının keskin bir biçim aldığı ve tarihsel nedenlerle Pablocu oportünizmin özellikle etkili bir rol oynadığı Fransada açıkça görülebiliyor.
Fransız burjuvazisi, bir süredir yeni kuşak politikacılar ve aydınlar için, eski Trotskistler ve radikaller arasında neredeyse tükenmek bilmeyen bir kaynak buluyor.Le Mondeun uzun süredir yazı işleri müdürlüğünü yapmakta olan Edwy Plenel, on yıl boyunca Pablocu LCRın üyesiydi. Plenel, anılarında, altmışlı ve yetmişli yıllarda radikal gruplarda aktif olan ve o zamandan beri "militan düşüncelerini bırakmış olan on binlerce insan" olduğunu yazıyor. Bugün bu türden insanları, Fransanın dört bir yanında, yazı işleri müdürlüğü makamlarında, üniversitelerin felsefe bölümlerinde ve siyasi partilerde bulmak mümkün.
Egemen sınıf, 1995-96 kışında Alain Juppénin muhafazakar hükümetini derin bir krize sokan grev hareketinden sonra, siyasi yaşamının -altmışların ortalarından seksenlerin ortalarına kadar- 20 yılını Pierre Lambertin Organisation Communiste Internationalistesinde [Enternasyonalist Komünist Örgüt] (OCI) geçirmiş bir başbakan atadı.
Lionel Jospin, gizli bir OCI üyesi olarak, 1971de Sosyalist Partiye katılmış ve François Mitterrandı desteklemişti. 1981 yılında Mitterand Fransa Devlet Başkanı olduğunda, Jospin, Sosyalist Partinin ulusal sekreteriydi ve halen bir OCI üyesiydi.
Jospin, başbakan olarak kendisine, Britanyadaki Tony Blairden ya da Almanyadaki Gerhard Schröderden farklı olarak neo-liberalizme teslim olmayacak bir "solcu" süsü verdi. Aslına bakılırsa içerikleri açısından Jospinin politikalarını Blairin ve Schröderinkilerden ayırt etmek çok zordu. Beş yıl sonra Jospin, o kadar çok itibar yitirmişti ki, devlet başkanlığı seçimlerinin ilk turunda, devlet başkanlığı makamında oturmakta olan Jacques Chirac ve Ulusal Cephenin adayı Jean Marie Le Pen tarafından yenilgiye uğratıldı.
LCR, o günlerde Le Pene karşı kendiliğinden gelişen kitle hareketini frenlemekte ve pasifize etmekte, hareketi Chiracı desteklemeye yönlendirmekte önemli bir rol oynadı. Bizim hareketimiz bu olaylara aktif bir biçimde müdahale etti ve gelişmeleri ayrıntılı olarak ele aldı.
Adayları, oyların toplam olarak yüzde 10unu almış olan üç radikal grup -LCR, Lutte Ouvrière ve OCI- ya Chiraca destek verilmesi çağrısı yaptılar ya da pasif bir tutum aldılar. Kendi adımıza biz, Chiraca oy verilmesine karşı çıktık ve aktif bir seçim boykotu çağrısı yaptık. Böyle bir taktik, işçi sınıfına bağımsız bir siyasi alternatif sağlayabilmek ve onu gelecek mücadelelere hazırlanmak üzere siyasi olarak eğitebilmek için gerekliydi.
O günden bu yana yaşanan gelişmeler, bizim öngörülerimizi bütünüyle doğruladı. Seçim kampanyası, yolsuzluk skandallarına bulaşmış, sevilmeyen bir devlet başkanı olan Chiracın siyasi olarak yeniden güç kazanmasına yol açtı. Chirac, aynı zamanda bu fırsatı, iki ay sonra Ulusal Mecliste (parlamento) çoğunluğu elde edebilmek için kullandı. Böylelikle Chirac, sahip olduğu toplumsal destekle ilgisi olmayan bir otorite elde etmiş oldu.
Chirac, bu gücü, o zaman öngörmüş olduğumuz şekilde, en gerici güçlerin yolunu açmak için kullandı. O zamandan beri, Ulusal Cepheyle hemen hemen aynı programı paylaşan bir adam, Nicolas Sarkozy, Chiracın partisinin önderliğini ele geçirdi. LCRın Pablocuları, bu gelişmenin doğrudan siyasi sorumluluğunu taşıyorlar.
Halk Cepheciliği
Şimdilerde bu güçler, Jospinin yönetiminde çok iç karartıcı bir şekilde başarısızlığa uğramış olan "sol koalisyon"un bir benzerini yeniden canlandırabilmek için hummalı bir biçimde çalışıyorlar. Hem LCR içinde hem de LCRnin olası koalisyon ortakları arasında, Pablocuların hükümete katılıp katılmayacakları ve bunun hangi koşullar altında olabileceğine ilişkin bir tartışma yürütülüyor.
LCRnin sözcüsü Olivier Besancenot, Stalinist günlük gazete LHumanité tarafından kısa süre önce düzenlenen bir toplantıda, LCRin gelecek seçimlerde solun birleşerek bir sol aday çıkarmasına hangi temelde destek vereceğini ortaya koydu.
Besancenota göre, bunun bir önkoşulu "açıkça kapitalizm karşıtı" olan, "[ekonomik] liberalizme karşı çoğunluk politikası" izlenmesi. Aslında bu önkoşul o denli geniş ki içinden bir balina geçebilir. Fransada neredeyse bütün siyasi spektrum -sağ burjuva partiler de dahil- "liberalizm"in kimi biçimlerine muhalefetlerini ilan etmeye hazırlar. En sağcı sosyalistler bile "anti-kapitalist" olduklarını iddia ediyorlar.
LCR, daha şimdiden Stalinistlerle yakın işbirliği içine girmiş durumda. Fransız Komünist Partisinin (FKP) ve LCRnin üst düzey komiteleri ortak girişim ve etkinlikler üzerinde anlaşmak için düzenli olarak bir araya geliyorlar. LCR, geçtiğimiz Ekim ayında, Sosyalist Parti, Yeşiller, Sol Radikaller ve FKP adına sendikalara gösteri yapma çağrısı yapan bir bildirinin altına imza attı.
Sosyalist Parti başkanı François Hollande, Le Figaro gazetesi kendisine doğrudan doğruya, LCR ile birlikte aynı hükümete yer almaya hazır olup olmadığını sorunca kaçamaklı bir cevap verdi: "Bizler, bütün solu bir hükümet protokolü etrafında toplamaya hazırız."
LCRin, şu sıralarda devam etmekte olan 16. Kongresi için hazırlanan karar önergesi taslağı, bir tür halk cephesi kurulması çağrısı yapıyor. Bu karar önergesi, "hem toplumsal hareketlerin hem de anti-liberallerin ve anti-kapitalist solun", "neo-liberal taarruza ve milliyetçi sağa karşı bir karşı-atak geliştirmesi" etrafında bir "birleşik politika" öneriyor. "Bir acil sosyal ve demokratik önlemler programı" temelinde "… liberal siyasete karşı yeni bir güç dengesi yaratılmalıdır."
Bu formülasyonların anlamı her hangi bir yanlış anlamaya yer vermeyecek kadar açık: LCR, muhafazakarlar iktidarı kaybederse yeni bir hükümet kurabilmek için, bir asgari toplumsal ve demokratik talepler programı temelinde, hem Jospin hükümetine katılmış olan partileri, hem de Attac ve sans papiers(göçmen hakları için kampanya yürütmekte olan örgüt) gibi diğer hareketleri bir araya getirmek istiyor. Bu tür bir hükümet, tıpkı tarihsel selefi -1930lardaki Leon Blumun önderliğindeki Halk Cephesi hükümeti- gibi, yoğun bir toplumsal kriz döneminde Fransız kapitalizmini koruma görevini üstlenecektir.
Pablocular, benzer bir hareketi, üyelerinden birinin Devlet Başkanı Ignazio "Lula" da Silvanın hükümetinde bakanlık yapmakta olduğu Brezilyada gerçekleştirdiler.
Fransız burjuvazisinin temsilcilerinin Pablocuların hükümete dahil edilmesini tartışıyor olmaları, siyasi krizin derinliğinin bir ifadesidir. Siyasi savaşta saflar giderek berraklaşıyor. Uluslararası Komitenin devrimci perspektifi ile burjuva düzenin savunucuları arasında hiç bir şey bulunmuyor.
Pablocular, aynı zamanda İtalyada burjuva düzenin savunulmasında önemli bir rol oynadılar. 1991 Yılında, İtalyan Komünist Partisinin çökmesinden doğan Rifondazione Communista [Komünist Yeniden İnşa] (RF), bir süredir, bütün Avrupada, küçük burjuva radikalleri için bir model oldu.
İtalyan radikallerinin çoğu, RF ile saflarını sıklaştırdılar. Önde gelen İtalyan Pablocu Livio Maitan, 2004 yılında ölene değin, RFnin başı Fausto Bertinottinin en önemli danışmanlarından biriydi. İki yıl önce, Maitanın eğiliminin üyelerinden biri, Rifondazioneyı, "karmaşık bir fikir çatışmaları, kopuşlar, deneyler, açılmalar ve yeniden gruplaşmalar sürecinden geçerek, yeni bir devrimci siyasi özneye doğru yol alabileceğimiz"[4] bir araç olarak tanımlamıştı.
Rifondazione, böyle bir şey değildir. Bu partinin oynamakta olduğu role ilişkin ciddi bir inceleme, onun işçi sınıfı içinde bağımsız ve sosyalist bir yönelimin ortaya çıkmasının önünde duran ciddi bir engel olduğunu gösterir.
Rifondazione, 1990ların siyasi krizleri sırasında bir dizi burjuva hükümetin mecliste çoğunluğu elde etmesini sağladığı halde, kendisi herhangi bir hükümet içinde yer almadı ve bir ayağını parlamento dışı protesto hareketlerinin içinde tutmaya çalıştı.
2003 yılının yazında, toplumsal protestoların doruk noktasında, Berlusconi hükümeti giderek artan baskı altında kaldığı sırada, partinin şefi Bertinotti, merkez-sol partiler için bir program üzerinde anlaşmaya ve gelecekte Romano Prodi yönetiminde kurulacak bir hükümete bir bakan olarak katılmaya hazır olduğunu açıkladı.
Almanyada, Gregor Gysi ile Oskar Lafontainenin başında yer aldığı Sol Parti, burjuva düzeni için yeni bir sol oluşturmaya çalışıyor. Onların, düzen partilerine karşı bir alternatifi temsil ettikleri iddiası, Rifondazionenın durumunda olduğundan daha da zayıf ve inandırıcı olmaktan uzak.
Eski Doğu Almanyadaki devlet partisinin halefi olan Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS), kendi pro-kapitalist kimlik belgelerini uzun süre önce hazırlamıştı. PDS, Berlin belediyesinde ve Doğu Almanyada siyasi iktidarı diğer siyasi partilerle paylaşıyor. Başkent, borca batmış ve PDSnin yönetimi altında Almanyanın her yerinde sürdürülen eğitim, hastane ve diğer kamu tesislerine ayrılan kaynaklarda yapılan kesintilerin öncüsü haline gelmiş durumda. SPD-PDSin çoğunlukta olduğu belediye meclisi Berlinin kamu ulaştırma işçilerinden toplam yüzde 10 oranında bir ücret indirimini kabul etmelerini istedi.
Şimdi, Gregor Gysi ile birlikte, Sol Partinin parlamento grubuna önderlik eden Oskar Lafontaine, 1998 yılında SPDnin genel başkanı ve Gerhard Schröderin seçim zaferinin mimarıydı. Lafontaine, hizmetlerinin karşılığında, SPD-Yeşiller koalisyonunun Maliye Bakanı olarak atandı. Daha öncesinde siyasi kariyerini, kömür ve çelik sanayilerinin kapatılmasında etkin bir rol oynadığı Saarlandda eyalet başbakanı olarak yapmıştı.
Sol Parti, kapitalizmin temelini bile sorgulamıyor. Bu partinin programı, ateşli bir biçimde savunduğu ulusal devlet çerçevesine hapsolmuş toplumsal reformlarla sınırlı. PDSnin ilan edilmiş hedefi, SPD ile ulusal düzeyde bir koalisyona katılmak.
SPDye ilişkin yaygın hayal kırıklığı ve öfke, Sol Partinin, geçen yılki seçimlerde, Yeşilleri geçecek kadar oy toplayıp kendi grubuna sahip olacak biçimde parlamentoya girmesini mümkün kıldı. Buna karşılık parlamentoda elde edilen başarı, üye sayısında büyük bir artışa yol açmadı ve bu partinin kamuoyu yoklamalarındaki desteği bir süreden beri azalıyor. Partinin aktif üyeleri, batıdaki eski sendika bürokratlarından, doğudaki eski Stalinist taraftarlarından oluşuyor.
Sol Partiyi en pembe renklerle betimleyip, bu son derece muhafazakar örgüte yeni bir yaşam nefesi verenler bir kez daha sahte-Trotskistler ve Pablocular. Almanyanın kapitalist birleşmesinin ardından, Pablocu Birleşik Sekreteryanın bir dizi önde gelen Alman temsilcisi PDSye katıldı. Şimdilerde, Militant Eğiliminin ve Uluslararası Sosyalistlerin Alman yandaşları, Sol Parti için yoğun biçimde kampanya yürütüyor.
Özetle, Avrupa kapitalizminin toplumsal ve siyasi krizinin son derece ileri bir aşamaya ulaştığı söylenebilir.
Avrupa Birliği, bir çıkmaz sokakta; Avrupa içinde, uluslararası çatışmalar ve gerilimler artıyor, toplumsal eşitsizlik muazzam boyutlara ulaşmış durumda, geniş toplum kesimlerinin yaşam standartları geriliyor ve işçi sınıfı, eski örgütleriyle birlikte çok sayıda acı deneyimden geçmekte.
Bu deneyimlere bilinçli ifade vermek, gerekli siyasi dersleri çıkarmak ve bütün demokratik ve toplumsal hakları yorulmaksızın savunmak bizim görevimiz. Avrupanın -Trotskiyin söylediği gibi "Avrupa proletaryasının devrimci bir görevi" olarak- sosyalist temellerde birleşmesi, şimdi doğrudan pratik önem taşımaktadır.
Bu görevlerin merkezinde,Dünya Sosyalist Web Sitesinin Avrupa çalışmasının geliştirilmesi yatıyor. Bizler daha ve daha fazla yazmak, daha kapsamlı ve daha polemikçi olmak zorundayız. Aynı zamanda, siyasi gelişmelere aktif olarak müdahalede bulunmamızı sağlayacak -seçimlere katılmak gibi- fırsatları değerlendirmeliyiz.
Sona erdi
Notlar:
4. Flavia DAngeli, "New turn for PRC," International Viewpoint 359, Mayıs/Haziran 2004.
Aynı zamanda bakınız Birinci Bölüm
(6 Mayıs 2006)
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|