DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Savaş haberleri : Irak
Türkiye Irak savasi için Amerika'nin arkasinda hizaya geçiyor
Justus Leicht ve Peter Schwarz
9 Ocak 2003
Doksan yıl önce Lev Trotskiy az
gelişmiş ülkelerin politikadaki rotasını bir vapur
tarafından çekilen mavnaya benzetmişti. "Vapurun kaptanı
rotayı belirledikten sonra mavnanın sürücüsüne takip etmekten
başka bir seçenek kalmaz." O zaman Sırplar hakkında böyle
yazmıştı Trotskiy.
Bu kural bugünün Türkiye'sine ve Irak ile
savaş konusundaki tutumuna uygulanabilir. Savaş Türkler
tarafından tamamen reddediliyor. Bir Amerikan anketine göre Türklerin
yüzde sekseninden fazlası Irak savaşında ABD'nin Türkiye'deki
üstleri kullanmasına karşı çıkıyor. Ülkedeki etkili
politik çevreler de önemli ölçüde ekonomik kayba yol açmasının kesin
olduğunu düşündükleri ve aynı zamanda toplumsal
huzursuzluğa yol açabilecek olan böyle bir savaşın
sonuçlarından ürkmüş durumda. Yine de Türkiye'nin Amerika'nın
liderliğindeki savaşı desteklemesine kesin gözüyle
bakılıyor. Olayların yönü Ankara'daki mavna tarafından
değil, Washington'daki vapur tarafından belirleniyor.
Türk basını şu anda, bütün bu
kaygılara rağmen, neden ABD'nin arkasında hizaya girmenin
gerekliliğini tartışıyor. Amerika ve Avrupa medyasında
yer alan haberlerin aksine, Türkiye'deki gazeteler Irak
savaşının gerçek amacını demokratik ilkeler
ardına gizlemek gibi bir çabaya girmiyor. Irak savaşının
emperyalist amacı açıkça belirtiliyor ve böyle bir savaşın
Türkiye için artılarının ve eksilerinin ne olacağı
insan maliyeti göz önüne alınmadan tartışılıyor.
Önde gelen günlük gazetelerden Milliyet'teki
köşesinde Sami Kohen Irak'ın kitle imha silahlarının
Amerika'nın savaşa girme nedenlerinden sadece biri olduğunu
kabul ediyor: "Bu
nedenlerden ancak biri olarak görünüyor. Bir diğer
neden de, petrol kaynaklarının kontrol altına alınması
ile ilgili. Ama ABD'nin esas amacı, çok daha büyük ve iddialı.
Washington bütün bölgede bir 'yeni düzen' kurmak istiyor. Bu onun stratejik
çıkarlarına uygun düşecek rejim değişikliklerini de
içeriyor. Bunun anlamı Saddam gibi engellerin ortadan
kaldırılmasının ardından, bölgede ABD etkinliğinin
gerçekleşmesidir. İşte ABD'nin Irak'a karşı girişmeyi
planladığı askeri operasyonun esas - ve daha uzun vadeli -
hedefi bu."
Kohen, ABD'yi rota değiştirmeye
zorlamanın imkansız olduğu ve Türkiye'nin Bush yönetiminin
yanında yer almasının tercih edilmesi gerektiği sonucuna
varıyor. "Ankara'da siyasi ve askeri yetkililerin son günlerde
yaptığı 'durum muhakemesi'nde, olası bir Irak
savaşının tamamen dışında kalmamak
eğiliminin ağır basmasına şaşmamak lazım.
Türkiye'nin orta ve uzun vadeli siyasal, stratejik ve ekonomik
çıkarları açısından, 'dışında kalma'nın
sakıncaları, avantajlarından daha fazla olarak görünüyor."
Kohen daha sonra Türkiye'nin bunu sadece
Amerika'ya iyilik etmek için değil, ganimet paylaşımı
zamanı gediğinde payına düşecek miktarı arttırmak
için kullanması gerektiğini belirtiyor: "Ama mesele sadece
ABD'ye 'bağımlılık'tan ibaret değil. Yukarıda
belirttiğimiz gibi, ABD'nin askeri müdahalesi bölgenin yeniden
şekillenmesine yönelik bir harekettir. İşte Türkiye bu sürecin
dışında kalamaz. Gerçekte, Ankara Irak - ve özellikle Kuzey
Irak'ın - yeniden yapılanmasına seyirci kalabilir mi? Bunu
oluşturacak mekanizmada, ABD'nin 'stratejik partneri' olarak yer
alması kendi çıkarları açısından şart değil
mi? Ayrıca Türkiye'nin ileride bölge için belirlenecek stratejilere de,
'bölgesel bir güç' olarak katılması gerekmez mi? O halde Türkiye'nin
bu oluşumdaki - kerhen de olsa - yeri belli. Bütün mesele, olası
savaşta 'ne ölçüde' yer alacağıdır."
Bundan iki gün önce bu gazetenin bir
diğer köşe yazarı, Fikret Bila, hükümetin
başındakilerin düşüncelerini şu şekilde özetliyordu:
"ABD yapacağını yapacak. Buna kararlı görünüyor.
Türkiye tam destek verse de yapacak, vermese de yapacak. Bu durumda
Ankara'nın gelişmelerin içinde olması devre dışı
kalmasından daha iyi sonuç verecektir."
Bu alıntılar Türkiye burjuvazisine
damgasını vuran korkaklık ve boyun eğme
politikalarının hangi aşamalara geldiğini gösteriyor.
Savaşın sosyal ve ekonomik sonuçlarından korksa bile
Washington'a karşı gelmesi mümkün değil. Türkiye burjuvazisi
için öncelik doğru fiyat üzerinde pazarlık yapmak -ne var ki mevcut
duruma göre Washington'daki masadan önlerine atılacak kemiklerle de idare
edeceğe benziyorlar.
Bu yaklaşımın kökleri
Türkiye'deki toplumsal ilişkilerde yatıyor. 63 milyonluk ülke derin
bir yoksulluk içinde. Bir işçinin ortalama aylık geliri 150 Euro ve
geçtiğimiz bir kaç yılda yaşanan ekonomik krizin esnaf ve küçük
işletmeler üzerindeki etkisi felaket boyutlarına
ulaşmış durumda. Türkiye'nin zor durumdaki hakim kastı
gücünü ancak Avrupa ve Amerika'dan gelecek parasal ve askeri yardımlar ile
koruyabilir. Ülke özellikle Amerikan onaylı İMF fonlarına ve ABD
askeri donanımlarına bağımlı durumda. Sonuç olarak, en
önemli patronunu kızdırması Türkiye için uzun vadede savaşa
katılmaktan daha kötü sonuçlar doğurabilir.
Erdoğan'ın Washington ziyareti
Bu durum sadece iki ay önceki seçimlerde,
Türkiye parlamentosuna girmek için gerekli olan yüzde on barajına
takılan, itibarını yitirmiş eski partilere özel bir durum
değil. Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğini yaptığı,
Türk politikasının "parlayan umudu", İslamcı
"Adalet ve Kalkınma Partisi-AKP" de buna dahil.
Erdoğan'ın zaferi esas olarak iki etmenin ürünü idi - birincisi,
yoksullaşmış kesimler ile kırsal kesimdeki toplumsal
tabakaların daha adil bir siyasi sistem için umutlarını
canlandırmayı başardı. İkinci olarak, halkın Irak
savaşına karşı gösterdiği yaygın muhalefete
seslendi. Erdoğan seçimlerden hemen sonra şöyle dedi: "Kan,
gözyaşı ve ölüm istemiyoruz."
Aralık ayının başında
Washington'a bir ziyaret Erdoğan'ın hizaya gelmesine yetti. Türkiye
politikasında AKP başkanı sıfatından başka resmi
bir görevi bulunmayan Erdoğan, Beyaz Saray'da Başkan Bush
tarafından karşılandı. Daha sonra Devlet Bakanı Colin
Powell, Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice ve ABD
ordusunun önde gelenleri Erdoğan'la görüşmeler yaptılar. Resmi
diplomatik jargona bakılırsa toplantıda "üst düzey ordu
elemanları Erdoğan ve çevresindekilere detaylı bilgiler
sundular."
Türkiye'de yayınlanan Star gazetesinde
yer alan bir makaleye göre "brifing Türk delegasyonu üzerinde beklenen
etkiyi yarattı". Makale daha sonra Erdoğan'ın şu
sözlerine yer vedi: "Biz Irak sorununun barışçı yollarla
çözülmesini istiyoruz. Ancak şimdi görüyorum ki, savaş
olasılığı ağır basıyor."
Erdoğan daha sonra pazarlığa
girişti. Star şöyle yazıyor: "Erdoğan, başta Bush
ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile görüşmeleri olmak
üzere, Amerikan yönetiminden temas ettiği herkese, Türkiye'nin
beklentilerini, üstelik açık örneklerle anlattı. Önce 1991'deki
Körfez Savaşı'na değindi. 'Türkiye'nin kaybı 100 milyar
doları buldu' dedi
Türkiye, daha şimdiden böyle bir operasyondan
doğacak kayıpları, en az 48 milyar dolar olarak
hesaplamıştı
Turizmin zarar göreceğini, Türkiye'nin
güneydoğusundaki ticaretin tamamen ortadan kalkacağını,
Habur Sınır Kapısı'nın açılması
beklentisinin yok olacağını anlattı. Ve 'teklif
yapmayı' ABD yönetimine bıraktı."
Gazeteye göre Erdoğan hayal
kırıklığına uğradı: "Ancak Amerikan
yönetiminden beklenen 'havuç'[teklif] bir türlü gelmedi. Amerikalılar,
Türkiye'nin zararlarını telafi etmek konusunda öyle rakamlar öne
sürdüler ki, Erdoğan bile şaşırdı. Gazetecilerle
sohbetinde açıkça bu şaşkınlığını da
dile getirdi: 'Önce iki milyar, sonra bir iki milyar dolar daha gibi çok komik
rakamlar ortaya koydular.'"
Bu noktada Erdoğan itiraz etme
zorunluluğu hissediyor: "Amerikalıların 'bol sopalı,
az havuçlu' bu yaklaşımı, Erdoğan'ın da 'yeni engeller
çıkarmasını' sağladı
Söze, 'Türkiye demokratik bir
ülkedir' diye girdi."
Olayların sırasına bakmak
yeterli olacaktır. Erdoğan demokrasinin önemine ancak ABD'nin "uygun
bir mali teklif" yapmaması üzerine değiniyor. Hatta sonucu kesin olan
bir referanduma gitmekle tehdit ediyor!
Hem Erdoğan hem de Bush yönetimi,
Erdoğan'ın böyle bir referandumu Türk halkına götürmeye
kakışmayacağından emindiler. Erdoğan, Türkiye'nin
eskimiş kurumlarını atlatıp, tüm Türk
basınının ve devlet aygıtının büyük bir bölümünün
muhalefetine karşın seçim zaferi kazanmış olsa bile,
yaygın hoşnutsuzluk ve geniş halk kitlelerinin harekete
geçmesinden daha fazla hiçbir şeyden korkmayan Türk iş
dünyasının bir temsilcisidir.
Bu arada ABD subayları Türkiye'nin
güneydoğusundaki Diyarbakır, Malatya, Batman ve Muş
havaalanlarını Irak'a karşı hava saldırıları
için hazırlamaya koyuldular. Ayrıca 50 kamyon dolusu askeri
malzemenin Türk-Irak sınırından geçirilerek CIA ajanlarına
teslim edildiği şeklinde haberler var. Türk gazeteleri 90 bin
kişilik Amerikan gücünün ülkeye yerleşmesi için planlar
yapıldığını yazıyorlar. Bunların 30 bini
Türkiye'deki çeşitli ABD üstlerine yerleştirilirken, 60 bini direkt
olarak Irak'ın işgali için kullanılacak.
Resmi olarak Türkiye hali hazırda
Amerikan'ın savaş hazırlıklarına katılmıyor.
Resmi olarak hiç bir şeye karar verilmedi. Son söz Türk parlamentosuna ait
-resmi olarak. Aslında, Amerikalı diplomatlar ve askeri personel
durmadan Ankara'ya ziyaretler yapıyor ve toplantılar düzenliyorlar.
Türkiye'nin başkentine yüksek rütbeli bir ABD yetkilisinin ya da
generalinin gitmediği bir hafta yok gibi.
Geçen hafta, sıra ABD Genel Kurmay
Başkanı General Richard Myers'da idi. Mesai arkadaşı
Amerikan elçisi Robert Pearson ise Türk ekonomisinde söz sahibi olanların
temsilcileri ile "tazminat" için görüşmeler yaptı. Halen
büyük miktarlarda bir para için bir anlaşma ufukta görünmüyor ve büyük bir
olasılıkla da hiç görünmeyecek. Bunun yerine Türk
"dostlar"a kapalı kapıların arkasında
reddedemeyecekleri bir teklif yapılacak: Ankara'yı Washington'a
bağlayan ana askeri ve ekonomik çıkarların
varlığı hatırlatılacak.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|