Bugün Yeni Olanlar
Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları
Arşiv
DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım
DİĞER DİLLER
İngilizce
Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce
ANA BAŞLIKLAR
Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi
Bush, Türkiyeye Irakta PKKya saldırması için yeşil ışık yaktı Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar
Asyada tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı
Mehring Bookstan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri
Livio Maitan (1923-2004): eleştirel bir değerlendirme
|
|
DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz
Yazıcıya hazırla
Oxfam, Davos konferansı öncesinde rapor yayınladı
8 milyarder dünya nüfusunun yarısınınki kadar serveti kontrol ediyor
Nick Beams
18 Ocak 2017
İngilizceden çeviri (17 Ocak 2017)
Britanya merkezli sivil toplum kuruluşu Oxfam’ın küresel eşitsizlik üzerine en son raporuna göre, altısı ABD’den 8 milyarder, dünya nüfusunun alttaki yarısını oluşturan yaklaşık 3,6 milyar insanın toplam serveti kadar bir varlığa sahip.
Rapor, Pazartesi günü, bu hafta İsviçre’nin dağlık tatil yeri Davos’ta toplanacak olan, çok sayıda süper zenginin bir araya geleceği yıllık Dünya Ekonomik Forumu’nun hemen öncesinde yayınlandı. Oxfam’ın, küçük bir mali seçkinler grubu ile dünyanın geri kalan insanları arasındaki gelir ve servet uçurumunun hızla genişlediğini gösteren raporu, toplumsal eşitsizliğin sarsıcı artışını ortaya koyan bir dizi rakam içeriyor.
Oxfam’ın sağladığı yeni veriler, servetin, örgütün daha önce düşündüğünden bile daha fazla yoğunlaştığını açığa vuruyor. Oxfam, geçen yıl, 62 kişinin, insanlığın alttaki yarısı kadar serveti kontrol ettiğini belirtmişti. Yardım kuruluşu, en son raporunda, “bu yeni veriler geçen yıl elimizde olsaydı, 9 milyarderin yeryüzünün en yoksul yarısı kadar servete sahip olduğu görülecekti” diyor.
Oxfam, 2015 yılından bu yana, dünya nüfusunun en zengin yüzde 1’inin dünyanın geri kalanının toplamından daha fazla kazandığını; geçtiğimiz çeyrek yüzyıl boyunca, en tepedeki yüzde 1’in, alttaki yüzde 50’nin toplamından daha fazla gelir elde ettiğini yazıyor.
Rapor, “gelir ve servet, damlamak şöyle dursun, alarm verici oranda tepeye doğru akıtılıyor” diyor ve Forbes 2016 zenginler listesinde yer alan 1.810 dolar milyarderinin, “insanlığın alttaki yüzde 70’ininki kadar servete”, 6,5 trilyon dolara sahip olduğunu belirtiyor.
Gelecek 20 yıl içinde, 500 kadar insan, mirasçılarına 2,1 trilyon dolar bırakacak ki bu, 1,3 milyar nüfusa sahip olan Hindistan’ın gayrisafi yurtiçi hasılasından daha fazla.
Oxfam, ekonomist Thomas Piketty ve başkaları tarafından yapılmış olan ve geçtiğimiz 30 yıl boyunca ABD’de en zengin yüzde 1’in geliri yüzde 300 artarken, tabandaki yüzde 50’nin gelirindeki artışın yüzde sıfır olduğunu gösteren en son araştırmadan söz ediyor.
Aynı süreç dünyanın en yoksul ülkelerinde de yaşanıyor. Oxfam, Vietnam’ın en zengin adamının, bir günde, ülkedeki en yoksul insanın 10 yıl içinde kazandığından daha fazlasını kazandığını belirtiyor.
Rapor, küresel servetin, toplumun en tepesindekilere hortumlanmasının sistematik karakterine işaret ediyor. Şirketlerin “vergi kaçırmayı kurumsallaştırdığı, işçi ücretlerini düşürdüğü ve üreticilerin suyunu çıkardığı” iş dünyası, “zengin mülk sahiplerine ve üst düzey yöneticilere her zamankinden daha fazla” gelir sağlama üzerine odaklanmış durumda.
Bu, en barbarca ve canice pratikleri içeriyor. Oxfam, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO), 21 milyon insanın, her yıl 150 milyar dolar kar üretecek şekilde zorla çalıştırıldığını tahmin eden bir raporundan alıntı yapıyor. Dünyanın en büyük giyim şirketlerinin tamamı, kız çocuklarının düzenli olarak zorla çalıştırıldığı Hindistan’daki pamuk ipliği fabrikaları ile bağlantılı.
Küçük çiftçiler de yoksulluğa sürükleniyor. 1980’lerde, kakao çiftçileri bir kalıp çikolatanın değerinin yüzde 18’ini alıyorlardı. Bu oran, günümüzde yalnızca yüzde 6.
Şirketlerin gücünün çapı bir dizi etkileyici istatistikte belirtiliyor. Gelir açısından, dünyanın en büyük ekonomik oluşumlarının yüzde 69’u, ülkeler değil, şirketlerdir. Dünyanın, aralarında Wal-Mart, Shell ve Apple gibi firmaların yer aldığı en büyük 10 şirketi, 180 ülkenin toplam devlet gelirlerinden daha fazla toplam gelire sahip.
He ne kadar yazarlar kar sistemine ilişkin herhangi bir kınamadan kaçınsalar da, onların raporunda sunulan bilgiler, kapitalist sisteme yönelik müthiş bir suçlama anlamına gelmektedir. Rapor, modern sosyalizmin kurucusu Karl Marx tarafından açıklanmış iki ana süreci kesin verilerle ortaya koyuyor.
Marx, Kapital’de, kar güdüsü üzerine kurulu kapitalist sistemin nesnel mantığının, daima bir kutupta daha fazla servet, diğer kutupta ise yoksulluk, sefalet ve alçalma üretmek olduğunu açıklamıştı. O, Komünist Manifesto’da, tüm hükümetlerin kapitalist sınıfın işlerini düzenleyen yürütme komitesinden başka bir şey olmadığını belirtir.
Bu, tüm dünyadaki hükümetler tarafından üstlenilen vergi politikalarında ve diğer “iş dünyası dostu” önlemlerde örneklenmektedir. Oxfam’ın raporu, teknoloji devi Apple’ın Avrupa’da elde ettiği karlar üzerinden yalnızca yüzde 0,005 vergi ödediğinin iddia edildiğini belirtiyor.
Gelişmekte olan ülkeler, doğrudan vergi kaçırmalar ve şirketlere tanınan ayrıcalıklar sonucunda, yılda 100 milyar dolar kaybediyorlar. Kenya’da, muafiyetlerden dolayı, devlet gelirlerinde her yıl 1,1 milyar dolar yitiriliyor ki bu, ülkenin yıllık sağlık bütçesinin yaklaşık iki katı.
Hükümetlerin vergi politikaları, vergi kaçırma ve suçlulukla el ele işliyor. Rapor, ekonomist Gabriel Zucman’in, küresel servetin 7,6 trilyon dolarının deniz ötesi vergi cennetlerinde saklandığına ilişkin tahminine gönderme yapıyor. Yalnızca Afrika, vergi cennetlerinden yararlanma nedeniyle, yıllık gelirinin 14 milyar dolarını kaybediyor ki bu rakam, dört milyon çocuğun yaşamını kurtaracak sağlık harcamalarına ve her Afrikalı çocuğun okula gitmesini garantileyecek yeterli sayıda öğretmeni istihdam etmeye yeter.
Oxfam’ın tırmanan eşitsizlik tartışmasında atlanmış bir şey var. O, dünyanın başlıca hükümetlerinin ve merkez bankalarının, 2008 küresel mali krizinden bu yana banka kurtarmaları ve “parasal genişleme” politikaları üzerinden bankalara, büyük şirketlere ve mali sektör seçkilerine trilyonlarca dolar bağışlanmasındaki kritik rolünden hiç söz etmiyor.
Bu olgular üzerine bir tartışma, rahatsız edici siyasi meseleleri gündeme getirecektir. Rapor, ABD Başkanı Barack Obama’nın 2016’da BM Genel Kurulu’nda söylediği, nüfusun yüzde 1’inin geri kalan yüzde 99’dan daha fazla kazandığı bir dünya asla istikrarlı olamaz biçimindeki sözlerinden, onaylayıcı bir alıntıyla başlamaktadır.
Ancak bu dünyanın yaratılmasında, tam da Obama yönetiminin politikaları önemli bir rol oynamıştır. Obama yönetimi ve ABD Merkez Bankası, kapsamlı banka kurtarmalarıyla, mali oligarkları kendi suç oluşturan eylemlerinin sonuçlarından kurtardıktan sonra, onların varlıklarının değerini hızla arttıran aşırı ucuz para sağlayarak, daha fazla zenginleşmelerini garantiye aldı.
Obama yönetimi altında, eşitsizliğin on yıllardır süren artışı, egemen sınıfın asalaklığa ve suça batmasıyla birlikte hızlandı. O, mali oligarşinin iktidarın dizginlerini doğrudan ele geçirmesinin yolunu açtı ki bu, Obama’nın Cuma günü Beyaz Saray’ın anahtarlarını teslim edeceği kumarhane ve gayrimenkul milyarderi Donald Trump’ın yaklaşan başkanlığında cisimleşmektedir.
Oxfam’ın raporunun arkasındaki ağır basan güdü, sürekli artan eşitsizliğin siyasi sonuçlarına yönelik korku ve artan öfkeyi zararsız kanallara akıtma isteğidir. O, bir “insani ekonomi” perspektifi ileri sürmekte ama buna, şirketlerin ve hükümetlerin zihniyetlerini değiştirmeleri kaydıyla kapitalist piyasa temelinde ulaşılabileceğini savunmaktadır.
İngiliz orta sınıfının düşüncesine 100 yıl boyunca egemen olmuş ve uzun süre önce gözden düşmüş Britanya Fabiancılığının bakış açısı üzerine kurulu bu perspektifin saçmalığı, raporun, bu hafta Davos zirvesinde toplanacak olan küresel mali sektör seçkinlerine yönelik olması ve onlara yollarını değiştirmeleri çağrısı yapması olgusunda görülebilir.
Bu bakış açısının iflası, yalnızca günümüzün verileri eliyle değil, tarihsel deneyim tarafından da gösterilmektedir. Çeyrek yüzyıl önce, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, ortalığı kapitalist zafer gösterileri sarmıştı. Sovyetler Birliği engelinden kurtulmuş ve yerküreye egemen olma becerisi edinmiş olan liberal kapitalist demokrasi, insanlığa neler yapabileceğini gösterecekti.
O, şüphesiz, sürekli artan eşitsizlikle, servetin gerçekten iğrenç bir şekilde [küçük bir azınlığın elinde] toplanmasıyla, baskı ve anti-demokratik yönetim biçimleriyle, toplumun en tepesindeki suçlulukla bir dünya pazarı ve giderek kaygı verici bir hal alan bir üçüncü dünya savaşı olasılığı yaratmıştır.
Bu tarih, bir başka yıldönümünü odak noktası haline getirmektedir: Rus Devrimi’nin yüzüncü yıldönümü. Rus Devrimi, sonradan Stalinist bürokrasinin elinde uğramış olduğu ihanete rağmen, kapitalizmin ve onun tüm toplumsal hastalıklarının ve kötülüklerinin ötesinde bir dünyanın mümkün ve gerekli olduğunu ölümsüz bir şekilde ve tüm zamanlar için göstermiştir. Onun dersleri, Oxfam’ın raporunda ayrıntılı biçimde sergilenen toplumsal koşullardan fışkıracak olan devasa toplumsal mücadeleler için yol gösterici perspektifi aydınlatmalıdır.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|