www.wsws.org/tr/2016/sep2016/pers-s20.shtml
Almanya’da, Berlin’deki eyalet seçimleri, Pazar günü, belirgin uluslararası kriz koşullarında yapılacak. 2008 mali çöküşünün sonuçları çözülmemiş olmaya devam ediyor; İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da görece istikrarın temelini oluşturmuş olan Avrupa Birliği, varoluşsal bir krizle karşı karşıya; Rusya ile çatışma ve Suriye’deki savaş tırmanıyor; Almanya içinde, giderek daha çok insan düşük ücretlerle belirsiz koşullarda çalışırken, toplumsal gerilimler artıyor.
Egemen sınıf, bu krize, militarizmi yükselterek ve devletin baskı aygıtını güçlendirerek karşılık veriyor. Hükümetin önde gelen temsilcilerinin iki yıl önce “askeri kısıtlamanın sonu”nu ilan etmesinden bu yana, Alman askerleri, tankları ve savaş uçakları, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez, NATO’nun Rusya ile sınırına konuşlandırılmış durumda. Alman Silahlı Kuvvetleri Irak’taki Kürt savaşçıları eğitip silahlandırıyor ve Suriye üzerinde keşif uçuşu yapıyor. Ordu ve savunma bütçesi milyarlarca avro arttırıldı.
Hükümet, polis ve gözetim aygıtını büyük çapta genişletti. Terör saldırısı tehdidi ile medya tarafından körüklenen sığınmacı ve Müslüman karşıtı propaganda kampanyası, bahane işlevi görüyor.
Bu politika, parlamentodaki tüm partiler tarafından destekleniyor. Güvenlik, daha fazla polis ve arttırılmış izleme isteği, Berlin seçim kampanyasının odak noktası olmuş durumda. Bu politikaya yönelik muhalefet, bu partileri derinlemesine gözden düşürmüştür. Sözde “halk partileri”nin (Hristiyan Demokrat Birlik - CDU ile Sosyal Demokrat Parti - SPD) oyların yüzde 40’ını ya da daha fazlasını kazanabildiği zamanlar çok eskide kaldı. SPD, anketlerin kendisini en güçlü parti olarak gösterdiği Berlin’de sadece yüzde 23 seviyesinde görünüyor. CDU, Yeşiller, Sol Parti ve Almanya İçin Alternatif (AfD) ise, yüzde 14 ile 18 arasında.
Siyaset kurumuna yönelik yayılan nefretin ortasında, düzen partilerine olan artan öfkeden ve kızgınlıktan yarar sağlayan başlıca güç, sağcı Almanya İçin Alternatif’tir (AfD). AfD, son dokuz eyalet seçiminde, ilk girişiminde, eski partilerin krizini ağırlaştıracak şekilde her bir eyaletin parlamentosuna girmeye başardı. Egemen sınıflar, siyasi kriz anında, istikrarlı çoğunlukları sağlamak için önceden SPD ile CDU arasında bir “büyük koalisyon”a bel bağlayabiliyordu; şimdi, bu partilere, artık birlikte hükümet oluşturacak bir çoğunluğu sağlayamayacakları kadar yaygın bir aşağılamayla yaklaşılıyor.
Bu koşullar altında, egemen sınıf, iktidarını korumak ve militarizme ve toplumsal zorluklara yönelik muhalefeti bastırmak için yeni siyasi yardımcılar arıyor. Bu yüzden, Berlin seçimlerinin sonucu, bir “Kızıl-Kızıl-Yeşil” hükümetin kurulması, yani Sosyal Demokratlardan, Sol Parti’den ve Yeşiller Partisi’nden oluşan bir koalisyon olabilir. Eyalet düzeyindeki bu bileşim, pekala, federal düzeyde bir SPD, Sol Parti ve Yeşiller koalisyonu için deneme olabilir. CDU ile koalisyon halindeki Berlin belediye başkanı olarak görev yapan SPD-Berlin önderi Michael Müller, bu tür bir “Kızıl-Kızıl-Yeşil” ittifaka desteğini ifade etmiş durumda.
Bir yıl içinde, Eylül 2017’de, bir sonraki Bundestag (federal meclis) seçilecek. Almanya’daki eyalet seçimleri, her zaman, federal seçimler için bir deneme çalışması olarak görülmüştür. SPD ve Yeşiller, şimdiye kadar, Sol Parti ile federal düzeyde ve batı eyaletlerinde bir ittifak kurmayı reddetmişti. Sol Parti, yalnızca eski eski Doğu Almanya’da iktidarda olan devlet partisinin mirasçısı olarak daha fazla desteğe sahip olduğu Doğu’da, eyalet düzeyinde yönetime dahil edilmiştir. Bu, şimdi, derinleşen krizin bir sonucu olarak değişiyor. SPD önderi Sigmar Gabriel, bu tür bir hükümete artık hazır olacağının işaretini vermiş durumda.
Sol Parti, Berlin seçim kampanyasında, egemen sınıf için güvenilir olduğunu ve artan devlet gücüne ve militarizme desteğini kanıtlamak için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Berlin seçimleri bildirgesinde, polis sayısında büyük bir artış ve polis yetkilerinin genişletilmesi çağrısı yapmaktadır. Geçtiğimiz hafta, Sol Parti’nin Bundestag’daki meclis grubunun başkanı Dietmar Bartsch, bu konuda, Merkel hükümetine sağdan saldırdı. O, “görevini yerine getirme kapasitesine sahip bir devlet” çağrısında bulundu ve federal hükümeti, “polisi zayıflatmış, küçük düşürmüş ve ihmal etmiş” olmakla suçladı. SPD’ye seslen Bartsch, “Evet, Sol Parti, bu siyasi değişim için hükümette sorumluluk almak istiyor.” diye ekledi.
Bununla birlikte, Sol Parti’nin bir sorunu var. Sağcı politikaları nedeniyle o da büyük ölçüde itibar kaybetmiş durumda. Sol Parti, 2002-2011 arasında bir sosyal kesinti politikası uygulayan eyalet yönetiminde on yıl geçirdiği Berlin’de, büyük ölçüde gözden düşmüştür. Bu nedenle, Sol Parti içinde bir yuva ve bir geçim kaynağı bulanlar, seçim kampanyasında onun ayak işlerini yapanlar; esas olarak, Sosyalist Alternatif (SAV) ve Marx21 gibi sahte sol gruplardır. ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt’ün, Britanya’daki Sosyalist Parti ile Sosyalist İşçi Partisi’nin ve Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti’nin fikirdaşlarının hepsi, Sol Parti içinde aktifler; enerjik bir şekilde onun tanıtımını yapıyor ve ona sol bir incir yaprağı sağlamaya çalışıyorlar.
Orta sınıfların, sendika bürokrasisinin ve diğer daha varlıklı tabakaların ayrıcalıklı kesimlerine dayanan bu gruplar, gerçekte burjuva egemenliğinin önemli bir dayanağı olduklarını, giderek artan şekilde ortaya koyuyorlar.
Bu siyasi gruplar, Amerika Birleşik Devletleri’nde, daha sonra Wall Street’in ve ordunun adayı Hillary Clinton’ı desteklemek üzere kendisini sosyalist olarak tanımlayan ve ön seçimlerde 13 milyon oy alan Bernie Sanders’ın adaylık sürecini desteklediler. Onlar, Britanya’da, İşçi Partisi’nin sola kayması umutlarını teşvik eden ama kendisini düşürme planları yapan sağcı parlamento grubuna karşı mücadeleyi reddeden İşçi Parti lideri Jeremy Corbyn’in amigoları işlevini görüyorlar.
Partei für Soziale Gleichheit’ın (PSG) Berlin’de yürüttüğü seçim kampanyası son derece önemlidir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Almanya şubesi olarak PSG, kampanyasının merkezine, savaşa karşı uluslararası bir hareketin; işçi sınıfına dayanan ve savaş karşıtı muhalefet ile kapitalizme karşı sosyalist bir toplum uğruna mücadeleyi birleştiren bir hareketin inşasını yerleştirmiştir.
PSG, [kampanya boyunca] işçi sınıfının, SPD, Yeşiller, Sol Parti ve onların sahte sol grupları ile bağını koparmaksızın bir adım ileriye gidemeyeceğini vurguladı. PSG’nin kampanyası, işçi sınıfının siyasi bilincini arttırmayı ve onun geniş kesimlerinin egemen partiler ile keskin bir çatışma içine gireceği geleceğe hazırlanmayı hedefliyordu.