World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz

Yazıcıya hazırla

Türkiye ve Rusya boru hattı anlaşmasını onayladı

Peter Schwarz
15 Ekim 2016
İngilizce’den çeviri (12 Ekim 2016)

Suriye’de Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya arasındaki çatışma yoğunlaşır ve iki nükleer silahlı güç arasında doğrudan bir çatışmayı kışkırtma tehdidi yaratırken, NATO üyesi Türkiye bir kez daha Rusya’ya yaklaşıyor. Pazartesi günü, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İstanbul’daki Dünya Enerji Zirvesi sırasında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geldi. İkili, Suriye çatışmasını ele aldı ve uzun süredir planlanan Türk Akımı petrol boru hattı inşası anlaşmasını onayladı.

Türk Akımı, birkaç geçiş ülkesini baypas ederken, Türkiye’ye ve Batı Avrupa’nın büyük kısmına Rus gazı tedarik edecek. Rusya’nın Karadeniz kıyısı ile Türkiye’ninkini birbirine bağlayacak olan iki boru hattından ilki, 2019’a kadar faaliyetlere başlayacak. Buna ek olarak, Rus firmaların yaptığı Türkiye’nin Akkuyu’daki ilk nükleer enerji tesisi inşaatı devam edecek.

Kasım 2015’te bir Rus savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi karşılıklı ekonomik yaptırımları kışkırtmıştı. Bu yaptırımların eşlik ettiği ilişkilerdeki şiddetli bir soğumanın ardından diplomatik ilişkiler bu yaz ısınmaya başlamıştı. Bu görüşme, yazın başından beri iki lider arasındaki üçüncü görüşmeydi. Ağustos ayında, Erdoğan, St. Petersburg’u ziyaret etti ve iki lider, ayrıca, Eylül ayında, Çin’deki G-20 zirvesi sırasında görüştü.

İlişkilerin canlanması, Türk hükümetinin ABD’de bulunan Fethullah Gülen’in Hizmet hareketini sorumlu tuttuğu Erdoğan’a karşı 15 Temmuz başarısız askeri darbesi eliyle hızlandırılmıştı. Hükümet yetkilileri ve Türk medyası, tekrar tekrar, ABD’yi darbeye bulaşmakla suçladı.

Bununla beraber, Ankara ile Washington arasında, Suriye savaşında izlenen politikalar üzerine şiddetli gerilimler söz konusu.

Erdoğan, başlangıçta, ABD ve Avrupalı müttefikleri tarafından desteklenen Şam’daki rejim değişikliği operasyonunun en kuvvetli savunucularından biriydi. Ama üç yıl önce ABD Başkanı Barack Obama’nın planlanmış bir askeri müdahalenin durdurulmasını duyurması ilk sürtüşmelere neden oldu.

Bu gerilimler, ABD -Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye tarafından Esad karşıtı ittifakın parçası olarak alenen ya da örtülü şekilde desteklenmiş olan- IŞİD’i bombalama kararı aldığında arttı. Türk ordusu IŞİD’e karşı savaşa ancak isteksizce katıldı ve ardından, ateşini öncelikle Suriyeli Kürtlere yöneltti.

Ankara, Washington’ın, IŞİD’e karşı savaşta, Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı ve ordusunun savaş yürüttüğü PKK’nin Suriye şubesi olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile yakın işbirliği içinde çalışmasına öfkeliydi. Suriye’de bir Kürt devletinin ortaya çıkması, sadece Erdoğan ve AKP tarafından değil, ama ana muhalefet Kemalist CHP ile milliyetçi MHP tarafından da bir kabus senaryosu olarak görülüyor.

Bu yüzden, birçok Batılı yorumcu, Erdoğan’ın Putin’le bağları geliştirmesinin Türkiye’nin NATO’yu terk etmesine işaret edip etmediğini endişe içinde merak ediyor. Deutsche Welle, bu konuda şöyle yazdı: “Batı için bir meydan okuma ya da bir sorun haline gelebilecek bir Ankara-Moskova ekseni ortaya çıkabilir mi? AB’deki ve özellikle NATO’daki birçok yorumcuyu endişelendiren soru budur.”

İnşa edilecek Türk Akımı’nın bu gösterişli onayı, bu yöne işaret etmektedir. Boru hattına, ABD ve Avrupalı müttefikleri tarafından şiddetli bir şekilde karşı çıkılıyor. Bu, Baltık Denizi’ndeki Kuzey Akım boru hattı ile beraber, Rusya’ya, Ukrayna’yı, Polonya’yı ve diğer geçiş ülkelerini baypas ederek Avrupa’nın büyük kısmına doğalgaz tedarik etme imkanı sağlayacak.

Yine de, Deutsche Welle ve çoğu uzman ve yorumcu, Türkiye’nin NATO’dan ayrılma olasılığına ilişkin soruya, kesin bir hayır yanıtı veriyor. Erdoğan, NATO üyesi olmanın gereğini sorgulamaksızın kendisine daha fazla manevra alanı sağlamak için ABD ile Rusya arasındaki çatışmayı kendi çıkarına kullanıyor.

Bununla birlikte, Erdoğan, kendisini gitgide köşeye sıkışmış halde buluyor. Türkiye’deki ekonomik büyüme keskin bir şekilde gerilemiş durumda. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, turizm ve enerji sektörlerine yıkıcı bir etkide bulundu. Yüksek enflasyon, son derece ihtiyaç duyulan yabancı yatırımları engelledi ve halkın geniş kesimlerinin alım gücünü düşürdü. Ayrıca, ülkede 2,5 milyon sığınmacı bulunuyor ve hükümet, doğuda Kürtlere karşı şiddetli bir iç savaş yürütüyor.

Moskova ile Ankara, ilişkilerin yeniden canlanmasına rağmen, Suriye çatışmasında karşıt taraflarda olmaya devam ediyor. Rusya Esad rejimini askeri olarak desteklerken, Türk hükümeti Şam’da rejim değişikliği yanlısı olmayı sürdürüyor. Erdoğan ile Putin, basın karşısındaki kısa bir konuşmada, katliamın sona erdirilmesi ve insani yardım konusunda birkaç geniş ifade kullanmanın ötesine geçmediler.

Bununla birlikte, Deutsche Welle’ye göre, “onlar, son haftalarda, bir dereceye kadar sessiz hoşgörü üzerine anlaşmaya varmış gibi görünüyorlar. Ankara, Rusya’nın Esad rejimine desteğini ve Suriye’de arttırılmış Rus askeri varlığını kabul ediyor; Moskova ise, ülkenin kuzeyindeki Türk ilerleyişine itiraz etmiyor.” 

Bu, aynı zamanda, önceden kendisini Halep kentinin asi kontrolündeki kesimlerinin bir koruyucusu olarak resmeden Erdoğan’ın, artık, kentin Suriye hükümeti ve müttefikleri tarafından geri alınmasına itiraz etmemesini açıklıyor. Bunun yerine, o, Rusya destekli bir “uçuşa yasak” bölge sağlama peşinde koşuyor. Bu, ABD ile müttefiklerinin teklif ettiği “uçuşa yasak” bölgenin aksine, çatışmanın meydana geldiği tüm kentleri değil, ama yalnızca, sonrasında yüz binlerce sığınmacının yerleştirileceği Suriye-Türkiye sınır bölgesini içeriyor.

Suriye’deki durum, birçok açıdan, I. Dünya Savaşı öncesi Balkanları hatırlatmaktadır. Balkanlar’da, rakip büyük güçler tarafından desteklenen ve yönlendirilen çeşitli bölgesel güçler, Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te suikasta uğramasına kadar değişken ittifaklar içinde, 1912’deki ve 1913’teki iki kanlı Balkan savaşında savaşmışlardı. Ferdinand’ın suikasta uğraması, o ana kadar insanlık tarihindeki en kötü kıyıma yol açan büyük güçler arasındaki çatışmayı tetikleyen bir kıvılcım olmuştu.

Putin’in ve Erdoğan’ın manevraları, Ortadoğu’daki savaş tehlikesini yalnızca arttırmaktadır. Bununla birlikte, Suriye’deki felaketin ve bir dünya savaşı tehdidinin ana sorumluluğu, bölge genelinde onlarca yıldır savaş sürdüren ve kendi emperyalist çıkarlarının peşinde sistematik olarak etnik ve dinsel farklılıkları kışkırtan ABD’ye ve Avrupalı müttefiklerine aittir.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır