Bugün Yeni Olanlar
Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları
Arşiv
DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım
DİĞER DİLLER
İngilizce
Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce
ANA BAŞLIKLAR
Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi
Bush, Türkiyeye Irakta PKKya saldırması için yeşil ışık yaktı Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar
Asyada tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı
Mehring Bookstan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri
Livio Maitan (1923-2004): eleştirel bir değerlendirme
|
|
DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz
Yazıcıya hazırla
Sığınmacı krizi ve Avrupa’nın kutuplaşması
Peter Schwarz
14 Mart 2016
İngilizceden çeviri (11 Mart 2016)
Idomeni, Midilli, Calais … her gün, Avrupa’da on yıllardır hayal edilemeyen görüntülere tanık olunuyor: Küçük çocuklarıyla birlikte, ilaçsız ve yiyecekten yoksun biçimde eğreti çadırlarda ve barınaklarda yağmur ve çamur içinde yaşayan aileleri kapsayan sığınmacılar. İkide bir kapatılan sınırlar, dikenli teller ve çaresiz sığınmacılara göz yaşartıcı gaz ve coplarla saldıran silahlı polisler.
Nüfusun geniş kesimleri bu insanlıktan uzak görüntüleri dehşet ve nefretle izliyor ama sığınmacı krizi üzerine resmi siyasi tartışmalar, sağdan aşırı sağa uzanan dar bir yelpaze içinde yaşanıyor. Politikada ve medyada, yalnızca dizginlerinden boşalmış milliyetçiliği ve Avrupa’nın dış sınırlarını kapatmayı ya da “Avrupa çözümü” adına AB’nin dış sınırlarının askerileştirilmesini ve Türk hükümeti ile kirli bir anlaşmayı savunanların konuşmasına izin veriliyor.
Sığınmacılara şefkat, konukseverlik, yardım, koruma ve sığınma hakkı, yalnızca sığınmacıları caydırmanın, onlara suçlu muamelesi yapmanın ve onlardan kurtulmanın en etkili yöntemi üzerine odaklanmış olan resmi söylemden çıkartılmış durumda. Yapılan bütün anketlere göre sığınmacılara yakınlık gösterenler (yani, Avrupa’da yaşayanların büyük çoğunluğu), birikimlerini ve boş zamanlarını onlara yardımcı olmaya adayan çok sayıda insan, gazete sütunlarında ve televizyonlardaki söyleşi programlarında yer almıyor.
Pazar günü seçimlerin yapılacağı Alman eyaletlerinde, Yeşiller, Sosyal Demokratlar ve dolaylı olarak Sol Parti, Avrupa’nın dış sınırlarının sıkı sıkıya kapatılmasını savunan Angela Merkel’in politikalarını destekliyorlar. Tek muhalefet, sağcı Hristiyan Demokratik Birlik’ten (CDU) ve Alman sınırlarının kapatılmasını isteyen aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’ten (AfD) geliyor.
Almanya’daki bu savlar, seçmenlerin Britanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılıp ayrılmaması üzerine Bretix referandumunda aynı derecede sağcı iki seçenek ile karşı karşıya olduğu Büyük Britanya’dakilere benziyor: Avrupa Birliği’nin gerici kurumlarını desteklemek ya da işçi sınıfının yoğunlaşmış sömürüsünün önündeki bütün engelleri kaldıran ve ülkeye göçü daha acımasız şekilde kısıtlayan bir “bağımsızlığı” desteklemek.
Halka açık tartışmanın, tüm medyanın ve düzen partilerinin benimsediği sağcı tutumlara hapsedilmesi, siyasi bir amaca hizmet etmektedir: Sığınmacıların savunusunun ve onlara olan desteğin, nüfusun geniş kesimlerine sefaletten, baskıdan ve savaştan başka sunacak hiçbir şeyi olmayan kapitalist sisteme karşı mücadele ile birleşmesini önlemek. Aşırı sağın ırkçı ajitasyonuna ve saldırılarına öfkelenenler, aynı ölçüde gerici ve aşırı sağın büyümesine verimli ortam sağlayan bir hükümet politikasının siyasi kanallarına akıtılmaktadır.
Sığınmacılara yönelik acımasız kötü muamele, Avrupa politikasında yıllar boyunca gelişmiş sağa doğru yönelimin sonucudur. Sığınmacılara yönelik muameleler, bu sağa kaymanın en keskin ifadesidir ama onun nedeni değildir. Gerçek neden, uluslararası kapitalizmin derinleşen krizi ve ona eşlik eden keskin toplumsal kutuplaşmadır. Egemen seçkinler, bu krize, 1930’larda olduğu gibi, milliyetçiliği ve yabancı düşmanlığını kışkırtarak, devlet aygıtını sağlamlaştırarak ve kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarını savaş yoluyla izleyerek tepki vermektedirler.
2008 yılında, vurguncuların canice bir entrikası dünya mali sistemini çöküşün eşiğine getirdiğinde, Avrupa’daki hükümetler, tüm dünyadakiler gibi, kamu fonlarından trilyonlarca doları, zenginlerin servetini kurtarmak için bankalara akıtmıştı. Kimi güçsüz Avrupalı ülkeler, bunun sonucunda, avronun istikrarını tehdit edecek şekilde borçlarının altında neredeyse iflas ettiklerinde, AB ve Alman hükümeti, bedeli işçi sınıfının üstlenmesinde ısrar etti. Onlar, halkını ağır bir yoksulluğa sürükledikleri Yunanistan’ı ibret olsun diye cezalandırdılar.
2014’te, Almanya ve AB, Kiev’deki sağcı darbeyi destekledi ve Rusya ile -yoğunlaşmaya devam eden- bir çatışmayı kışkırttı. Bu, Suriye’deki savaşın tırmanması ile çakıştı. ABD’nin ve onun Avrupalı müttefiklerinin önce Afganistan’ı, ardından da Irak’ı ve Libya’yı yıkıma uğratmasının ardından, Suriye çatışması, dünyayı üçüncü bir dünya savaşına sürükleme tehlikesi oluşturacak şekilde, büyük ve bölgesel güçleri kapsayan bir savaşa doğru gelişiyor.
Bu savaşların -Avrupa’ya kaçarak kesin ölümden kurtulmaya çalışan- kurbanlarına, hayvanlardan daha kötü davranılıyor. Avrupalı egemen seçkinlerin neler yapabileceği görülüyor. Yunanistan’da ve diğer ülkelerde kemer sıkma politikaları ile başlayan ve sığınmacılara insanlık dışı davranışlarla devam eden şey, işçilerin ve gençlerin gelecekte karşılaşabilecekleri şeylerin bir işaretidir. Tarihsel deneyim, yabancılara ve farklı dinlerin mensuplarına (geçmişte Musevilere, bugün Müslümanlara) karşı ajitasyonun tüm işçi sınıfına yönelik zulmün başlangıcı olduğunu göstermektedir.
Bu koşullar altında, sığınmacıların savunusu, savaşa ve militarizme muhalefet ve kapitalizme karşı mücadele birbirinden ayrılamaz. Avrupa’nın milliyetçiliğe, barbarlığa ve savaşa dönüşünü, yalnızca uluslararası sosyalist bir programa dayalı bir işçi sınıfı hareketi önleyebilir.
Bu, yalnızca aşırı sağa değil ama aynı zamanda ve özellikle, egemen seçkinlerin toplumsal saldırılarını, polis devleti inşasını ve savaş politikalarını güvenceye almak ve desteklemek için sol söylemlerle işçileri ve gençleri uyutan sahte sol eğilimlerin etkisine karşı da aralıksız bir siyasi mücadeleyi gerektirir.
Yunanistan’daki Syriza deneyimi, bu tür partilerin neler yapabildiğini göstermiştir. Tsipras hükümeti, 2015 yılı başında, AB’nin acımasız kemer sıkma önlemlerine son vermeyi vaat ettiği için iktidara getirilmişti. Syriza, o zamandan bu yana, kemer sıkma politikalarını sert bir şekilde yoğunlaştırmış ve AB’nin sınır polisi ve gardiyanı rolünü üstlenmiştir.
Almanya’daki Sol Parti, İspanya’daki Podemos ve bugüne kadar Syriza’yı teşvik edip desteklemiş olan diğer partiler, farklı bir rol oynamamaktadır. Onlar işçi sınıfını değil; orta sınıfın, kapitalizmi yıkmaya değil ama onu ne pahasına olursa olsun korumaya çalışan hali vakti yerinde kesimlerini temsil etmektedirler.
Avrupa’da, kemer sıkma önlemlerinin yıkıcı etkilerine, sığınmacılara ve demokratik haklara yönelik saldırılara ve militarizme ve savaşa karşı kitlesel bir muhalefet söz konusu. Ama bu muhalefet, bir perspektiften ve siyasi önderlikten yoksundur. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve onun şubeleri, Avrupa işçi sınıfının sosyalist bir program temelinde birleşmesi ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadele etmektedir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|