DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz
Yazıcıya hazırla
Britanya'nın AB'den ayrılma oyu ekonomik ve siyasi krizi tetikliyor
Chris Marsden ve Julie Hyland
27 Haziran 2016
İngilizceden çeviri (25 Haziran 2016)
Britanya, katılımın yüzde 72 olduğu dünkü referandumda, yüzde 51,9'a yüzde 48,1 gibi küçük bir farkla Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılma yönünde oy kullandı. Başbakan David Cameron, buna tepki olarak istifa ettiğini açıkladı ancak Muhafazakar Parti'nin Ekim ayındaki konferansına kadar başbakan olarak kalacak.
Referandum sonucu, yalnızca Britanya'nın tamamında değil, aynı zamanda tüm Avrupa'da ve dünyada bir deprem etkisi yarattı. O, mali piyasaların, yüksek riskli yatırım fonlarının, bahisçilerin ve egemen siyasi çevrelerin beklentilerini altüst etti.
Perşembe günü, oylamanın sona erdiği (Britanya saati ile) 22.00'de bile, tahminler Kalma kararından yanaydı ve bu, sterlinin değerinin hızla artmasına ve küresel piyasalarda bir toparlanmaya yansıdı. Bununla birlikte, Cuma sabahı erken saatlerde, sterlin, dolar karşısında yüzde 11 değer kaybederek, 30 yıldan fazla süredir olduğu en düşük düzeye geriledi. Bu, 1971'den bu yana bir günde kaydedilmiş en büyük değer kaybıydı ve spekülasyonun sterlini Avrupa para birimlerinden koparmaya zorladığı 1992'deki Kara Çarşamba'dakinden iki kat fazlaydı.
Wall Street Journal Brexit’in (Britanya'nın AB'den ayrılması) “bir belirsizliğin habercisi, popülizmde bir artış ve serbest ticarete olası bir darbe” olabileceği uyarısında bulunurken, Asya'daki, Avrupa'daki ve ABD'deki piyasalar düşüş yaşadı.
Britanya, dünyadaki beşinci, Avrupa'daki ikinci büyük ekonomi. Avrupa Birliği'nden bu ayrılmanın sonuçları, Avrupa Birliği'nin, Fransa'da, Hollanda'da, İspanya'da, Yunanistan'da hatta İtalya'da çoğunluğun anketlerde avrodan çıkma yönünde tavır almasıyla birlikte, AB'nin olası dağılmasının başlatıcısı olarak görülüyor.
Bizzat Britanya bölünmüş durumda. İngiltere ile Galler ayrılma yönünde oy kullanırken, İskoçya ile Kuzey İrlanda kalmaktan yana. [Referandumda oy kullananların] Britanya'da yüzde 53'ü, Galler'de ise yüzde 52'si Brexit'i destekledi ama İskoçya'dakilerin yüzde 62'si ile Kuzey İrlanda'dakilerin yüzde 56'sı kalmaktan yana oy kullandı.
İskoçya'nın bağımsızlığı üzerine ikinci bir referandumdan söz ediliyor. İskoçya Ulusal Partisi'nin önderi Nicola Sturgeon, bunu, “kuvvetle muhtemel” diye betimlerken, partinin önceki önderi Alex Salmond, bu tür bir referandumun, AB'nin Lizbon Anlaşması'nın 50. Maddesi'ne göre iki yıl içinde gerçekleşmesi gerektiğinde ısrar ediyor.
Sinn Fein'in önderi Gerry Adams, referandum sonucunun, İrlanda Cumhuriyeti'nin Kuzey ile olan 500 kilometreden uzun sınırında kontrollerin ve gümrük vergilerinin yeniden uygulanmaya başlanmasına ilişkin önerilerin yapıldığı koşullarda, birleşik İrlanda konusunu gündeme getirdiğini belirtti.
İngiltere'de, yüzde 60'a yüzde 40 oranla Kalma yönünde oy kullanan tek bölge Londra. Bütün diğer bölgeler; yüzde 58'le Yorkshire ve Humberside, yüzde 54'le North West, yüzde 59'la West Midlands ve yüzde 50'den fazla oyla South East ve South West, Ayrılma'dan yana oy kullandı.
Bu oylamadaki en önemli istisna, yüzde 75'i Kalma yönünde oy kullanan 24 yaş altı seçmenlerde yaşandı.
Westminster'de [Londra'da, parlamentonun ve bakanlıkların bulunduğu bölge], başlıca kaygı, bankaların Cameron'ın 50. Madde'yi uygulamaya koymayı ertelemesi gerektiğinde ısrar etmesiyle birlikte, mali piyasaları istikrara kavuşturmaya çalışmaktı. FTSE 100, açılışta 120 milyar sterlin (500 puan) geriledi. En büyük kaybı bankalar ve inşaat şirketleri yaşadı. Bank of England'ın başkanı Mark Carney, piyasalara 250 milyar sterlin pompalama sözü verdi ve Britanya'nın büyümesinin “çok yavaş ilerleyeceği” beklentisiyle birlikte, faiz oranlarının Ağustos ayında sıfıra indirileceğine ilişkin söylentiler var.
Cameron'ın istifa açıklaması, bu erteleme talebi ile aynı zamana denk gelecek şekilde düzenlendi. O, 50. Madde'nin ne zaman uygulamaya konacağının hala kendisinin yetkisinde olduğunda ısrar etti ve bunu, sonbaharda yeni bir Muhafazakar Parti önderi seçilene kadar yapmayacağını vurguladı. Bu söz, aynı zamanda, partisinin, resmi Ayrılma kampanyasının başını çeken Londra eski belediye başkanı Boris Johnson çevresindeki Brexit yanlısı kanadına yapılmış, ekonomik istikrarı sağlamak için kısa vadede birlikte çalışma yönünde bir çağrıdır.
Brexit sürecini başlatmak için “acele yok” diyen Johnson bunu yapmaya mecbur. O, Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi'nin (UKIP) seçimlerde meydan okumasını ortadan kaldırmak için gerekli önder olarak pazarlanıyor.
Referandumdan kazançlı çıkan tek parti önderi, “ticaret bankaları”na ve “seçkinler”e karşı popülist bir görünüm sergileyen UKIP'in önderi Nigel Farage'dır. O, 50. Madde’nin uygulanması konusunda her türlü uzlaşmaya karşı duruyor.
İşçi Partisi'nin önderi Jeremy Corbyn'in konumu hiçbir şekilde güvencede değil. Blairci muhaliflerinin dile getirdiği, onun Kalma argümanının kazanması için yeterince çaba harcamadığı yönündeki eleştiriler, 10 ile 15 arasında İşçi Partisi milletvekilinin Ayrılma'dan yana tavır almasına yansıdı. Onlar şimdi, İşçi Partisi seçmenlerinin yüzde 45'ini temsil ettiklerini iddia ediyor ve Corbyn'i, AB karşısındaki önceki konumunu terk etmekle ve göç konusunda “olup bitenlerden habersiz” olmakla suçluyorlar.
Milletvekilleri Dame Margaret Hodge ve Ann Coffey tarafından İşçi Partisi'nin parlamento grup başkanına yazdığı bir mektupta, Corbyn'e bir güvensizlik önerisi yer alıyor. Bu, Pazartesi günü tartışılacak ve oylanacak.
Corbyn'in yanıtı, her zamanki gibi, muhalifleri arasında bölünme yaratmaya çalışmaktadır. O, halkın iradesini temsil ettiği için 50. Madde’nin derhal devreye sokulması çağrısı yaptı ve AB'nin işgücünün serbest dolaşımına ilişkin mevzuatı yürürlükten kaldırılır kaldırılmaz, ekonomik ölçütler temelinde göçmen kontrollerine desteğini ifade etti. Ama o, bunu yaparken, hükümetin ekonomiyi istikrara kavuşturmaya yönelik çabalarında desteklenmesi gerektiğinde ısrar ediyor.
Brüksel'de, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ve AB'nin dönemsel başkanlığını yapan Hollanda Başbakanı Mark Rutte arasındaki kriz toplantıları sürüyor.
Tusk “histerik tepkiler verecek bir zaman değil” uyarısında bulunurken, AB'nin geride kalan 27 üye devleti arasındaki görüşmeler, önümüzdeki hafta, Britanya'nın yokluğunda gerçekleşecek.
Bununla birlikte, Avrupa Parlamentosu'nun önde gelen Alman muhafazakar üyesi Manfred Weber, Britanya'ya “herhangi bir özel muamele” yapılmayacağı uyarısında bulundu. Weber, “Ayrılma görüşmelerinin en fazla iki yıl içinde sonuçlanması gerekiyor… Ayrılma, ayrılış demektir.” dedi.
Schulz, AB'nin, Britanya'nın yolunu izleyen başka üye devletlerin yol açacağı “bir zincirleme reaksiyonu” nasıl önleyebileceği konusunda Almanya Başbakanı Angela Merkel ile konuşacağını söyledi.
Referandum, Britanya'da ve tüm Avrupa'da sağa doğru çarpıcı bir kaymaya yol açmış durumda. Bu sonuçta, işçi sınıfı bölgelerindeki katılımda büyük ölçüde artışa yol açmış olan yaygın bir toplumsal protesto unsuru söz konusudur. Özellikle yılda 15.000 sterlinden az geliri olanlar arasında, Muhafazakar hükümete ve İşçi Partisi'ne yönelik hoşnutsuzluk, ezici bir Ayrılma oyunu güvenceye alacak şekilde, AB düşmanlığı ile birleşmişti.
Bununla birlikte, bu öfke, milliyetçilik ve göçmen karşıtı yabancı düşmanlığıyla karakterize edilen bir kampanyada, başarılı bir şekilde, işçi sınıfına derinlemesine düşman sağcı siyasi eğilimlerin arkasına akıtılmıştır.
Tüm Avrupa'da, çok sayıda aşırı sağ parti, AB karşıtı duyguları ve kemer sıkma politikalarının yol açtığı toplumsal yıkımı gerici amaçlarla kullanıyor. Fransa'daki Ulusal Cephe'nin önderi, kendisini “Bayan Frexit” [Fransa'nın AB'den ayrılması] olarak adlandıran Marine Le Pen, “Fransa'nın AB'den ayrılması için, muhtemelen, İngilizlerin sahip olduğundan bir kat fazla nedeni var” açıklamasını yaptı. Hollanda'da, Özgürlük Partisi'nin önderi Geert Wilders de ülkesinin AB üyeliği üzerine bir referandum çağrısı yaptı.
Onların popülist demagojileri, işçi sınıfına karşı daha sert bir saldırıyı gizlemektedir. Farage, zafer kazandığı günün sabahında, Ayrılma kampının, Brexit'in kabul edilmesi durumunda, Britanya'nın AB'ye olan şimdiki 350 milyon sterlinlik katkısının Ulusal Sağlık Hizmetleri'ne harcanacağı sözü vererek bir “hata“ yaptığını söyledi.
Siyasi olarak canice bir rol, George Galloway, Sosyalist İşçi Partisi, Sosyalist Parti, Counterfire [Karşı Ateş] ve Komünist Parti tarafından oynandı. Sosyalist Eşitlik Partisi'nin (SEP) açıklamış olduğu gibi, onlar, bir “Sol Ayrılma” oyu çağrısı yaparken, işçi sınıfını, siyasi yaşamı her zamankinden daha fazla milliyetçi yörüngeye kaydırmayı ve “böylece, işçi sınıfının siyasi savunmasını zayıflatırken Britanya'da ve tüm Avrupa'da aşırı sağı güçlendirip cesaretlendirme”yi amaçlayan sağcı bir eğilime tabi kılmaya yardımcı oldular.
SEP, referandumu aktif boykot çağrısı yaparken, AB'nin küresel ekonomik krizden ve ulusalcı ve toplumsal uzlaşmazlıkların artmasından dolayı dağılmanın ileri bir aşamasında olduğunu vurgulamıştı. Ancak işçi sınıfının, kapitalizmin savunusu ve ulus devlete geri dönüş değil; Avrupa işçi sınıfının sosyalizm uğruna mücadelede birliği temelinde, kendi bağımsız yanıtını formüle etmesi gerekiyor.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|