Bugün Yeni Olanlar
Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları
Arşiv
DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım
DİĞER DİLLER
İngilizce
Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce
ANA BAŞLIKLAR
Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi
Bush, Türkiyeye Irakta PKKya saldırması için yeşil ışık yaktı Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar
Asyada tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı
Mehring Bookstan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri
Livio Maitan (1923-2004): eleştirel bir değerlendirme
|
|
DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz
Yazıcıya hazırla
Münih’teki büyük çaplı polis operasyonu: Demokrasiye yönelik bir saldırı
Sosyalist Eşitlik Partisi (Almanya)
30 Temmuz 2016
İngilizceden çeviri (26 Temmuz 2016)
Alman yetkililer, 18 yaşındaki bir gencin Münih’teki silahlı saldırısını, 1,5 milyon nüfuslu bir kenti saatlerce kilitleyecek ve korku ve panik yayacak şekilde, büyük çaplı bir olağanüstü hal ve iç savaş tatbikatı gerçekleştirmek için bahane olarak kullandılar. 22 Temmuz, Almanya’daki demokrasinin gerilemesinde bir dönüm noktasına işaret ediyor.
Bugüne kadar, Almanya’da, 11 Eylül ,le ya da Paris’teki ve Nice’deki saldırılarla karşılaştırılabilecek bir terör saldırısı yaşanmamıştır. Amerikan ve Fransız hükümetleri, bu saldırıları, güçlü bir gözetim ve polis aygıtı kurmak, sürekli bir olağanüstü hal ilan etmek ve güvenlik güçlerinin istedikleri gibi hareket edebileceği bir korku ortamı yaratmak için kullandılar.
Bu önlemler, durumu daha güvenli kılmadı. Aksine, ABD’nin “terörle mücadele” bahanesi altında yürüttüğü ve Almanya’nın giderek artan oranda dahil olduğu savaşlar, asıl olarak, Irak, Libya ve Suriye gibi ülkeleri, daha önce buralarda hiç bulunmayan terörist ağlar için üreme alanlarına dönüştürdü. Dahası, Batılı gizli servisler ile Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi Batılı güçlerin müttefikleri tarafından desteklenen ve finanse edilen İslamcı teröristler arasında çok sayıda bağlantı söz konusu.
Devlet güçlerinde “terörle mücadele” adına yaratılan artışın asıl hedefi, işçi sınıfı ve tüm toplumsal ve siyasi muhalefettir. Egemen sınıf, toplumsal çelişkilerin yoğunlaştığı, Avrupa Birliği’nin parçalandığı ve bir sonraki mali krizin uzakta belirdiği koşullar altında, şiddetli sınıf savaşlarına hazırlanıyor. Dışarıda artan militarizme, iç politikanın militaristleştirilmesi eşlik ediyor.
Bu bakımdan, egemen seçkinlerin bakış açısından, Almanya'nın, hazırlanmak için çok sayıda nedeni bulunuyor. Münih’teki olaylar ve onlara verilen tepkiler, yalnızca bu bağlamda anlaşılabilir. Ayrıntılar gün yüzüne çıktıkça, bu tepkiler, onların aşırı riskli bir duruma yönelik savunma eylemi olduğu yönündeki resmi hikaye ile o kadar az örtüşmektedir.
Tek bir toplu cinayet eylemi, Fransa ile ABD’deki terörist saldırılardakine benzer amaçlarla kullanılıyor. Psikolojik olarak açıkça rahatsız bir gencin bu tür bir şiddet eylemine girişmesini harekete geçiren toplumsal nedenler hasıraltı ediliyor ve bunun yerine, kaçınılmaz olarak daha fazla şiddet salgınını kışkırtacak olan devlet güçleri kuvvetlendiriliyor.
Yetkililerin, 18 yaşındaki öğrenci David Sonobly’nin Münih’in kuzeyindeki Olympia alışveriş merkezindeki cinayetlerine yönelik polis ve özel kuvvet konuşlandırmasının, Almanya’nın yakın tarihinde bir benzeri yoktur.
Diğer eyaletlerden, Federal Polis’in ve Avusturya’nın terörle mücadele birimlerinden gelen desteğin yanı sıra, Münih’teki bütün polis memurları (toplamda 2.300 memur) seferber edildi. Kentin üzerinde helikopterler uçtu; sokaklara silahlı polisler ve zırhlı araçlar hakim oldu.
Cep telefonu acil durum yayın sistemi “Katwarn”ı (Afet/Felaket Uyarısı) kullanan kent yönetimi, yurttaşları evlerinde kalmaya çağırdı ve tüm metro, tramvay ve otobüs trafiğini durdurdu. Polis, acil durum araçlarının serbest geçişine imkan vermek için, araç sürücülerinden Münih’e giden otoyoldan ayrılmalarını istedi. Çeşitli hastanelerde bir acil durum ilan edildi. Bavyera’dan, Baden-Württembergli ve Avusturyalı on sekiz kurtarma helikopteri hazır tutuluyordu. Olympic Park’ta 350 kişilik bir psikolojik destek merkezi kuruldu.
Güvenlik güçleri, bir “terör durumu”ndan söz ettiler ve bu kapsamlı operasyonu, saldırıya katılan birkaç başka failin olabileceğini ve şu anda kentte serbestçe dolaştıklarını iddia ederek meşrulaştırmaya çalıştılar –ki bunun düzmece olduğu kanıtlandı. Onlar, bu tutumu, hızla uzaklaşan bir araç gördüğünü iddia eden şüpheli görgü tanıklarının açıklamalarına dayanarak gerekçelendirdiler.
Artık, güvenlik güçlerinin, saldırının arka planına ilişkin, resmen itiraf ettiklerinden çok daha fazlasını bildikleri açığa çıkmış durumda. Örneğin, failin babası, saldırıdan kısa süre sonra internette dolaşan bir videoda oğlunu tespit etmiş ve polisi aramış. Bir arkadaşı da onu aksak yürüme biçiminden tanımış ve polise bilgi vermiş.
David Sonobly, saldırıdan iki buçuk saat sonra, polisin önünde, olay yeri yakınında kendisini vurmuştu. Polis, durumu sakinleştirebilecek olan bu bilgiyi, ancak ertesi gün paylaştı.
Cumartesi günkü polis açıklamasına göre, “Akşam 8.30’a doğru, Olympia alışveriş merkezinin kuzeyindeki bir Münih polis devriyesi, olayı gerçekleştirdiği düşünülen kişi ile temas kurdu. O, polis memurlarının seslenmesine karşılık olarak, hızla silahını çekti, kafasına doğrulttu ve kendisini vurdu.”
Polis, failin intiharının ardından, operasyonun kapsamını daraltmak yerine genişletti. Bunu, başka saldırılara ilişkin sahte haberler ve çeşitli yerlerde yaşanan panikler izledi. Bunlar, asıl olarak bizzat polis operasyonunun bir sonucuydu. Örneğin, Süddeutsche Zeitung, “Çoğu polis memurunun sivil kıyafetler giymiş biçimde, yoldan geçen çoğu kişinin onları terörist sanmasına yol açacak şekilde, görünür biçimde silah taşıması, Münih’teki güvensizlik duygusuna katkıda bulundu.” diye yazdı.
Başka faillerin muhtemelen kaçmış olduğuna ilişkin şüpheli söylentiler, polisin ve güvenlik güçlerinin böyle büyük çaplı bir konuşlanmasına gerekçe olamaz. Geçmişte, Münih’te çok sayıda ölüme yol açan terörist saldırılar olmuş (1970’de bir Musevi huzurevine, 1972’de İsrail Olimpiyat takımına ve 1980’de Oktoberfest’e yönelik), ama güvenlik güçlerinin yanıtı hiçbir zaman bu denli kapsamlı olmamıştır.
Bundan çıkarılacak tek sonuç, Münih saldırısının, uzun zamandır planlanmış olan acil durum planlarını uygulamak ve olağanüstü hali denemek için bir bahane işlevi görmüş olduğudur.
Bu amaçla, yalnızca güvenlik güçleri değil ama medya da seferber edilmiştir. Çarpıcı olaylarda bile kendilerini 15 dakikalık “son dakika haberi” ile sınırlayan devlet televizyonları ARD ve ZDF, kesintisiz yayın yaptılar. Sözde terör uzmanları olaylar üzerine yorum yaptı ve sunucular her söylentiyi gerçeğe dönüştürdü. Polisin “muhtemelen” en fazla üç failin kaçmış olduğunu bildirmesine rağmen, haber sunucusu Thomas Roth, gece geç saatlere kadar, kentteki “en az üç fail”e ilişkin doğrulanmış haberlerden söz etti.
Başkan Obama’nın başını çektiği uluslararası politikacılar da, erkenden, sözde terör saldırısına karşı dayanışmalarını ifade etmek amacıyla konuştular.
Münih’teki silahlı saldırıya verilen tepki, güçlü bir şekilde, ABD’li yetkililerin üç yıl önceki Boston Maratonu saldırısını izleyen eylemlerini hatırlatmaktadır. O zaman, yetkililer tüm kenti kuşatma altına almışlardı. Dünya Sosyalist Web Sitesi, şu yorumda bulunmuştu:
“Boston’daki olaylar, ABD’deki diktatörce yönetim biçimlerinin kurulması için nasıl davranılacağını açıkça ortaya koymuştur. Yönünü şaşırmış ya da hoşnutsuz bireylerin, belki de devlet içindeki unsurların yardımıyla gerçekleştirdiği şu ya da bu şiddet eylemi, bir terör olayı ilan edilmektedir. Demokratik hakları askıya alan ve ordu-polis denetimi kuran bir sıkıyönetim uygulanıyor.
“Devletin tüm organları bu planlara öylesine derinlemesine dahil olmuş durumda ki, siyasi yaşamın dışsal süslemelerinde çok az şeyin değiştirilmesi gerekecek. Başkanı devirmek ya da Kongre’yi kapatmak gerekmeyecek. Bu kurumlar kendilerine tahsis edilen rolü seve seve oynayacaklar ve bir askeri diktatörlüğün uygulanması, ABD Yüksek Mahkemesi tarafından onaylanacak.
“Halk içinde gerekli olan korkuyu ve paniği kışkırtırken, fiilen devletin bir kolu işlevi gören ve gerekli bahaneleri sağlayan medya, sadece, normalde ne yapıyorsa onu yapmaya devam edecek.”
Münih olaylarından beri, önde gelen politikacılar, devlet aygıtının daha fazla güçlendirilmesi yönündeki taleplerde birbirleriyle yarışıyorlar. Ön planda, Silahı Kuvvetler’in (Bundeswehr) ülke içinde kullanılması (bu, Nazilerin suçları nedeniyle anayasada yasaklanmıştır) yönündeki çağrı yer alıyor. 1968'de çıkartılan acil durum yasaları, o zamanlar, buna, yalnızca “bir iç olağanüstü hal durumu”nda, yani, bir iç savaş halinde izin vermişti.
Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, Pazar günü, “Cuma günkü saldırının boyutu net olmadığı sürece, Bundeswehr’in Münih’teki askeri polis biriminin hazır/beklemede” olduğunu söyledi. Baden-Württemberg eyaleti içişleri bakanı Thomas Strobl (Hristiyan Demokrat Birlik, CDU), Bundeswehr’in “büyük çapta, ciddi bir terör durumu” sırasında ülke içinde konuşlandırılmasını talep etti. Onun Bavyeralı mevkidaşı Joachim Herrmann (Hristiyan Sosyal Birlik, CSU) ise “tarihsel kaygılar”ın modası geçmiş olduğunu ekledi.
Devlet yetkilerinin arttırılması çağrısını Sol Parti de destekliyor. Partinin parlamento grubu lideri Sahra Wagenknecht, Pazar günü Ansbach’ta gerçekleşen, bir intihar bombacısının kendisini patlattığı ve birkaç insanı yaraladığı bir başka saldırının ardından, sorumluluğun Başbakan Merkel’in sığınmacı politikasına ait olduğunu öne sürdü.
Wagenknecht, “Son günlerde yaşanan olaylar, çok sayıda sığınmacı ile göçmenin kabulünün ve entegrasyonunun büyük sorunla bağlantılı ve Merkel’in, geçtiğimiz sonbaharda bizi inandırmak için sergilediği ciddiyetsiz ‘bunun üstesinden geleceğiz’inden daha güç olduğunu göstermektedir.” dedi. Federal hükümet, “şimdi, özellikle, halkın devletin ve onun güvenlik kurumlarının görevini yapma becerisine olan güvenini korumaktan sorumlu” idi.
Devlet aygıtının yetkilerinin bütün partilerin desteğiyle genişletilme coşkusu ve hızı iyiye işaret değildir. Egemen çevrelerdekiler, Nazi diktatörlüğünün sona ermesinden yetmiş yıl sonra, bir zamanlar (özellikle, kendi paçalarını kurtarmak amacıyla) isteksizce ilan etmiş oldukları demokratik ilkelerden vazgeçiyorlar.
Sosyalist Eşitlik Partisi (PSG - Partei für Soziale Gleichheit), bir polis devletinin inşasına güçlü bir şekilde karşı çıkmaktadır. Bu, ayrılma bir şekilde, Alman hükümetinin iki yıl önce “askeri kısıtlamanın sonu”nu ilan etmesinden bu yana güçlü bir şekilde desteklediği militarizmin dönüşü ile bağlantılıdır. Militarizmin yeniden canlanması, hükümetin, patlayıcı toplumsal gerilimlere, derinleşen ekonomik krize ve büyüyen uluslararası çatışmalara yanıtıdır.
PSG, savaşa, diktatörlüğe ve toplumsal çöküşe yönelik muhalefete siyasi bir perspektif sağlamak için Eylül ayındaki Berlin eyalet parlamentosu seçimlerine katılıyor. Savaşa, diktatörlüğe ve barbarlığa saplanmayı, yalnızca, kapitalizme karşı uluslararası, sosyalist bir hareket önleyebilir. Bu perspektif uğruna mücadele etmek isteyen herkesi, PSG’nin seçim kampanyasını desteklemeye çağırıyoruz.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|