DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz
Yazıcıya hazırla
Küresel ekonomik çalkantının siyasi önemi
Nick Beams
30 Ocak 2016
İngilizceden çeviri (21 Ocak 2016)
Hisse senetlerini 2015’teki zirvelerinden yüzde 20 kadar düşürerek devam eden küresel piyasalardaki elden çıkarmalar, önemli olmakla beraber, sadece tırmanan ekonomik çelişkilerin bir ifadesi değildir. Bu, geçtiğimiz çeyrek yüzyılın kapitalist egemenliğinin mutlak çerçevesinde çok derin bir krizin ortaya çıkmasına işaret etmektedir.
Dün [20 Ocak], Britanya borsasının 2003 seviyelerine düşmesiyle birlikte, Doğu Asya’dan Avrupa’ya kadar piyasalardaki bir düşüşü izleyerek günü 246 puan düşüşle kapatan Dow Jones’un, bir noktada 566 puan kadar azalışına tanık oldu.
Wall Street’teki düşüş, Amerikan piyasalarının tarihteki en kötü yıl başlangıcını yaşaması eğilimini devam ettirdi. Bu, geçtiğimiz yıl yüzde 30 ve 2014’teki varil başına 100 doların üstündeki seviyesinden yüzde 75 düşüş yaşayan, 27 doların altına inen petrol fiyatlarında devam eden düşüş eliyle körüklendi. Petrol fiyatı düşüşü, 2003 yılında Çin’in hızlı sanayileşmesiyle başlamış olan emtia fiyatlarındaki sözde süper döngünün, artık, küresel ekonomiyi kasıp kavuran durgunluk kuvvetlerinin yoğunlaşmış bir ifadesinde çökmeye başladığını göstermektedir.
Sözde gelişmekte olan piyasa ekonomilerinin para birimleri keskin bir şekilde düşer ve dolar cinsinden borçlarını geri ödemede artan sorunlar karşısında kendi mali istikrarları üzerine endişeler tırmanırken, dün, 2008 mali krizinin ardından dünya ekonomisi için önemli bir destek sağlamış olan bu ekonomiler için “Kara Çarşamba” olarak adlandırıldı.
Küresel mali sisteme trilyonlarca dolar pompalayan Fed’in ve diğer merkez bankalarının izlediği parasal genişleme politikaları, borçları 2004’teki 4 trilyon dolardan 2014’e kadar 18 trilyon doların üstüne dört kattan fazla artan gelişmekte olan piyasalardaki şirketlerin bir borçlanma patlamasına yol açtı. Şimdi bu para çıkış yolunu tutuyor.
Uluslararası Finans Enstitüsü’ne göre, gelişmekte olan piyasalar, geçtiğimiz yıl, çoğu Çin’den olmak üzere, 735 milyar dolarlık bir sermaye çıkışına tanık oldular. Bu, kuruluşun baş ekonomisti tarafından “eşi görülmemiş bir olay” olarak nitelenen bir kaymadır. Diğer tahminler, bir ekonomistin İsviçre’nin Davos kasabasında düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’na, Çin’den sermaye kaçışının 2015’in ortalarından bu yana 1 trilyon dolara ulaşmış olduğunu söylemesiyle, çıkışların daha da yüksek olduğunu ifade ediyor.
Ancak gelişmekte olan piyasa kargaşası, küresel mali sistemin derinleşen krizinin en öne çıkan belirtilerinden sadece birisidir. Davos zirvesinin öngününde, Uluslararası Ödemeler Bankası’nın eski baş ekonomisti ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü inceleme komitesinin şimdiki başkanı William White, küresel mali sistemin istikrarsız olduğu ve bir iflaslar çığıyla karşı karşıya bulunduğu uyarısında bulundu.
White, “Durum, 2007’de olduğundan daha kötü.” dedi ve ekledi: “Ekonominin kötüye gittiği dönemlerle mücadele için makroekonomik cephaneliğimizin esasen tamamı tüketilmiştir.” Borçlar geçtiğimiz sekiz yıl içinde büyümeye devam etmişti ve bu, önümüzdeki durgunlukta, bu borçların büyük kısmının asla geri ödenmeyecek olmasıyla apaçık hale gelecekti.
Avrupa bankaları zaten 1 trilyon dolar batık krediye sahipti ve gelişmekte olan piyasaların etkisine ciddi ölçüde açık bırakılmışlardı. White, “Gelişmekte olan piyasalar, Lehman krizinin ardından çözümün parçasıydılar. Şimdi, onlar da sorunun parçası.” dedi.
Bu görüşler, Uluslararası Para Fonu’nun başkan yardımcısı Zhu Min’in yorumlarında, Davos zirvesindeki bir panele yansıtıldı. Min, yatırımcıların ve servet fonlarının bir araya toplanmış olduğu ve varlık piyasalarının tehlikeli bir şekilde birbiriyle ilişkili olduğu uyarısında bulundu ki bu, bir alandaki herhangi bir sorunun hızla bir bütün olarak mali sisteme yayılacağı anlamına geliyor.
Bir piyasa çöküşüne yol açacak şekilde, bütün yatırımcıların aynı anda satmaya çalıştığı ve hiçbir alıcının olmadığı bir duruma dikkat çeken Min, “En önemli mesele, likiditenin çarpıcı biçimde düşebilecek olmasıdır… Eğer herkes birlikte hareket ediyorsa, hiçbir biçimde bir likiditeye sahip olmayız.” dedi.
IMF’nin eski baş ekonomisti ve şimdi Harvard’da profesör olan Kenneth Rogoff, Davos’taki bir televizyon açık oturumunda, Çinli yetkililerin “sihirbaz” olmadığının idrak edilmesiyle piyasalarda sürüklenilen korkuyu ve Avrupa ile Japonya’da faiz oranlarının sıfıra ya da sıfırın altına yaklaşmasıyla parasal genişlemenin artık büyük ölçüde tüketildiğini anlattı. Rogoff, “Bunu harekete geçiren şey, merkez bankalarının kurtarmaya gelmiyor olmasıdır.” dedi. Derin kaygılar ve geçtiğimiz yılın olaylarının Çin’in “ebedi bir büyüme makinesi” olduğu efsanesini dağıtmış olması nedeniyle şirketler yatırımdan çekiniyorlardı.
Büyüyen mali krizin altında yatan, sadece petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüş ve küresel büyümenin yavaşlaması değil, çok daha temel bir şeydir: küresel kapitalizmin Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra çeyrek yüzyıl boyunca geliştirdiği ekonomik ve siyasi yapıların parçalanması.
Sovyetler Birliği’ni ve Stalinist bürokrasiyi [ülkeyi] sosyalizmle yönettiği biçiminde yanlış bir şekilde tanımlayan burjuva hükümetler, siyasi uzmanlar, gazeteciler ve akademisyenler, bu olayı, kapitalizmin ve “serbest piyasa”nın nihai ve kesin zaferi ve “yeni dünya düzeni”nin doğuşu olarak yere göğe sığdıramamışlardı.
Artık, bunun oldukça kısa ömürlü olduğunun kanıtlanmış olduğu yönünde büyüyen bir algı söz konusu. Bu ruh hali, “yeni dünya düzeni” efsanesinin baş çığırtkanlarından biri olan New York Times köşe yazarı Thomas Friedman tarafından “Ya eğer?” başlığı altında Çarşamba günü yayınlanan bir makalede yansıtıldı.
Artan ekonomik ve siyasi kargaşaya dikkat çeken Friedman, “bütün ihtimalleri düşünmemek ve uluslararası piyasalardaki son çalkantının, büyük ölçüde öngörülemez sonuçlarıyla, küresel sistemin temel direklerindeki depremsel değişikliklerden ziyade sadece sarsıntıların ürünü olup olmadığını merak etmemek zor. Ya devir aniden sona eriyorsa?” diye yazdı.
Bu huzursuzluğun nedenleri, giderek daha belirgin hale geliyor. Ekonomik cephede, Çin’in dünya kapitalizminin ucuz emek platformuna dönüştürülmesi yoluyla küresel karların yükselmesi ve Sovyetler Birliği’nin tasfiye edilmesiyle mümkün kılınan dünyanın yeni alanlarının kapitalist yağmaya açılması yolunun sonuna gelinmiştir.
1991’den sonra genişletilmiş olan Avrupa Birliği, üyeleri arasında derinleşen çatışmaların ortaya çıkmasıyla, parçalanmanın ileri bir evresindedir. Bu farklılıklar sığınmacı krizi, Almanya’nın kemer sıkmayı dayatması ve tek para biriminin derinleşen çelişkileri eliyle tetiklenmekle birlikte, bunlar, esasında, Avrupa ülkelerini kapitalist bir temelde uyumlu bir şekilde birleştirmenin imkansızlığını yansıtmaktadır.
SSCB’nin sonu, ABD’nin, en sonunda, egemen sınıfının tam dünya hakimiyeti yönündeki emellerini gerçekleştirebileceği “tek kutuplu bir an”ın başlangıcı olarak göklere çıkarılmıştı. 25 yıl önce bu ay birinci Körfez savaşıyla başlayan son çeyrek yüzyıl, her zamankinden daha belirgin bir Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesiyle birlikte, birbiri ardında savaşlara tanık oldu. Amerikan egemen seçkinlerinin ABD kadar güçlü tek bir ülkenin tüm dünyaya hükmedebileceğine dair çılgın hayalleri, ABD emperyalizminin her cephede rakiplerinin üstüne gitmesiyle küresel bir kabusa dönüşmüştür.
Şiddetli bir güven krizine yol açan bu ve diğer süreçler, şimdi, mali piyasalarda ve daha genel olarak dünya ekonomisinde kötüleşen durumu geri besliyor ve onunla etkileşimde bulunuyor.
Ama yeni jeo-ekonomik ve siyasi ortamdaki en önemli faktör, mevcut düzene karşı milyarlarca insanın bilincine derinlemesine yerleşmiş olan, tırmanan toplumsal muhalefet dalgasıdır.
Geçtiğimiz çeyrek yüzyılda, Marx’ın açıkladığı gibi, hükümetlerin kapitalist egemen sınıfların yürütme komitesi olarak işlev gördüğü, bir savaş, toplumsal eşitsizlik ve baskı sistemi olarak kapitalizmin asli ilişkileri, her zamankinden daha açık bir şekilde görünür olmuştur.
Tüm dünyada, gerçek bir siyasi meşruluğa sahip olduğu kabul edilen tek bir kapitalist hükümet yoktur. Ve burjuva egemenliğinin bu krizi, hiçbir yerde, dünya kapitalizminin merkezi olan ABD’dekinden daha fazla yoğunlaşmamıştır.
Friedman’ın kafa yorduğu üzere, “ya eğer” 2016 başkanlık seçimi, hükümetin ekonomik ve toplumsal krize yönelik hiçbir çözüme sahip olmadığı koşullar altında, “bir sosyalist (Demokrat Bernie Sanders) ile sınırdaki bir faşist (Cumhuriyetçi Donald Trump) arasında geçerse?”
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin açıkladığı gibi, Sanders, asla bir sosyalist değildir, aksine açıkça Amerikan emperyalizmini desteklemek için aday olan tümüyle bir burjuva politikacısıdır. Ama onun milyonlarca insan tarafından Wall Street’in sosyalist bir karşıtı olarak kabul ediliyor olması ve bu temelde destek aldığı olgusu, toplumsal ve siyasi bilinçte derinleşerek devam eden değişimleri yansıtması nedeniyle can alıcı öneme sahiptir. Bu değişiklikler, ifadelerini, daha şimdiden, yalnızca ABD’de değil ama küresel ölçekte buluyorlar. Bunlar, önümüzdeki dönemde, dünya kapitalist ekonomisinin ve onun içinde işlediği siyasi yapıların çöküşü yoğunlaşmaya devam ederken, ivme kazanacaktır.
Şu anda, siyasi bilinç, giderek derinleşen hoşnutsuzluk ve mevcut düzenin kabul edilemez olduğu hissi biçimini alıyor. Can alıcı görev, bu kitlesel hoşnutsuzluğun, uluslararası sosyalizm programı uğruna bilinçli bir siyasi mücadeleye dönüştürülmesidir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|