World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz

Yazıcıya hazırla

Sığınmacı trajedisi ve Avrupa Birliği: 2015’in bilançosu

Martin Kreickenbaum
19 Ocak 2016
İngilizce’den çeviri (11 Ocak 2016)

Avrupa’ya kaçan sığınmacılara reva görülen vahşi muamele, Avrupa Birliği’nin (AB) insanlık dışı ve barbar doğasını tüm dünyanın önünde açığa çıkarmış durumda. AB, Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’nın savaştan harap olmuş bölgelerinden ya da Balkanlar’daki toplumsal sefaletten kaçmaya çalışan çaresiz yüz binlerce insana, AB’nin dış sınırlarını kapatarak, dikenli tel örgüler dikerek, sığınmacıları gözaltı merkezlerine kapatarak ve kitlesel sınır dışılar gerçekleştirerek karşılık verdi.

Sığınmacılara yönelik kötü muamele, birçok insan için on iki ay önce düşünülemez olan boyutlara ulaştı. Halkın geniş kesimlerinde, Akdeniz’de boğulmalarının ardından kıyıya vuran cesetlerin; geçici çadır kamplarda insanlık dışı hijyen koşullarında yaşayan sığınmacıların; cop, plastik mermi ve biber gazıyla sığınmacıları püskürten sınır muhafızlarının ve askerlerin; Nazi toplama kamplarının tutuklularına benzer şekilde kollarının ön kısmına numaralar yazılan sığınmacıların ve küçük çocuklarıyla yürüyerek binlerce kilometre yolculuk etmek zorunda kalan ailelerin görüntüleriyle öfke ve duygudaşlık canlandı.

Avrupa ülkelerinin hükümetleri, Avrupalı işçilerin ve gençlerin insani duygularının tersine, kimin sığınmacıları en etkin biçimde caydırabileceğini ya da onları en kısa sürede komşu ülkelere itebileceğini görmek için kirli bir yarışa girdiler. Schengen bölgesinde, ulusal sınırlar yeniden uygulandı ve sığınmacıları kovmak için sınır kontrolleri yeniden başlatıldı. Milliyetçilik dalgası ve sığınmacı kotası üzerine tartışma, Avrupa Birliği içindeki keskin çıkar çatışmalarını ön plana çıkartmış durumda ve onu parçalamakla tehdit ediyor.

Avrupa Birliği’nin sığınmacıların hakkından gelmekteki su katılmadık ikiyüzlülüğü, Ekim 2013’te, İtalyan adası Lampedusa açıklarında bir sığınmacı botu alabora olup 366 insan ölüme gönderildiğinde gözler önüne serilmişti. Avrupa Birliği liderleri onların tabutlarının başında toplanmış ve AB Komisyonu Başkanı, “Binlerce kişinin Avrupa sınırlarında ölmesini kabul etmiyoruz.” demişti.

O tarihten itibaren geçen 27 ay içinde, resmi rakamlara göre 7.000’den fazla sığınmacı Avrupa’ya giriş yerlerinde hayatını kaybetti. Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) tahminlerine göre, geçtiğimiz yıl Akdeniz’de 3.771 sığınmacı boğuldu ki bu 2014’teki 3.279 kişinin üzerinde. Ege Denizi, artık, göçmenler için giderek artan oranda bir ölüm tuzağı haline gelmiş durumda. 2014’te burada yalnızca dört sığınmacı boğulmuştu, 2015’te boğulanların sayısı ise 805.

Akdeniz, geçtiğimiz yıl, sığınmacılar için bir kez daha dünyadaki en ölümcül bölge oldu. Geçtiğimiz yıl dünya çapında 5.350 sığınmacı ölürken, onların yüzde 70’i Akdeniz’deydi. Buna ek olarak, AB içinde en az 138 ölüm yaşandı; sığınmacılar, Makedonya’daki trenlerden aşağı atıldılar, Balkanlar’dan Orta Avrupa’ya geçiş yolunda kamyonlarda havasızlıktan boğuldular ya da Fransa ile Britanya arasındaki Manş Tüneli’nde öldürüldüler.

IOM, toplamda, Avrupa’ya deniz yoluyla ulaşan 1.004.356 sığınmacı saydı; bu, 2014’te kıtaya ulaşan 219.000 kişinin neredeyse beş katı. Libya’dan İtalya’ya orta Akdeniz rotası üzerinden ulaşan 153.052 sığınmacı sayısı geçtiğimiz yılla hemen hemen aynı iken, Türkiye’den Ege Denizi üzerinden Yunanistan’a ulaşan sığınmacıların sayısı on kat artarak 847.084 oldu.

Ama bu sayı, savaşlardan, zulümden ve açlıktan kaçan dünya çapındaki tahminen 60 milyon insanın yine de sadece küçük bir bölümüydü. 2015’te gelmiş olan bir milyon sığınmacının Avrupa Birliği’nin toplam nüfusunun yalnızca yüzde 0,2’sini oluşturduğu gerçeğine rağmen, Avrupa hükümetleri sığınmacılara karşı baskıyı yıl boyunca durmaksızın yoğunlaştırdılar.

Sığınmacıları caydırma

Balkan ülkelerinden gelen artan sayıda sığınmacı karşısında bu ülkelerin “gelinen güvenli ülke” olmasını herhangi bir tartışma yapmaksızın ilan eden Alman hükümeti, caydırmayı başlatmakta başı çekti. Başlangıçta Bavyera’da ve daha sonra ülke genelinde, Balkanlar’dan gelen sığınmacıların alıkonulduğu özel gözaltı merkezleri kuruldu. Onların sığınma başvuruları hızlandırılmış prosedürlerle reddediliyor. Bireysel sığınma hakkını bir saçmalık haline getiren “gelinen güvenli ülke” alçak fikri, artık saldırgan bir şekilde destekleniyor ve Avrupa Birliği genelinde uygulanıyor.

Geçtiğimiz yıl Nisan ayında, birkaç gün içinde 1.200’ü aşkın sığınmacı İtalya’nın Lampedusa ve Sicilya adalarının açıklarında boğulduğunda, AB kurtarma operasyonlarını arttırmadı, aksine EUNAVFOR Med askeri operasyonunu oluşturdu ve Akdeniz’e çok sayıda savaş gemisi gönderdi. EUNAVFOR Med’in amacı, sığınmacı teknelerini bulmak ve batırmaktır. Buna ek olarak, AB askerleri, şüpheli sığınmacı kaçakçılarına karşı askeri harekat gerçekleştirmek ve sahilde bulunan tekneleri imha etmek için Libya kıyı kasabalarına girecekler.

Yılın ikinci yarısında, sığınmacıları caydırmanın odak noktası, artan oranda, Balkan rotası adı verilen güzergaha kaydı. Ne Avrupa Birliği’nin ne de ABD’nin temel hizmetler için yeterli fon sağlamak istememesi nedeniyle Türkiye, Lübnan ve Ürdün’deki kamplarda açlık çeken, kendilerine çalışma izni verilmeyen ve çocukları okula devam edemeyen Suriye’den gelen sığınmacılar, çaresizlik içinde Avrupa yoluna düştüler.

Onlar, orta Avrupa’ya doğu Yunan adaları, Makedonya, Sırbistan ve Macaristan üzerinden bir haftalık sefil yolculukta çile çektiler. Bütün güzergah boyunca sürekli olarak bir araya toplandılar ve polis tarafından sistemli bir şekilde taciz edildiler. Bugüne kadar, Balkan rotasında, ne insani kamplar ne yeterli gıda ve su tedariki ne de yeterli sağlık hizmetleri sağlanmıştır.

Avrupa hükümetleri, yoksul ve aç insanlar seline, bir düşman istila gücüymüşçesine karşılık verdi. Bu, en açık şekilde, Macaristan Başbakanı Viktor Orban tarafından ifade edildi. Orban, Eylül ayında, Brüksel’de, “Eğer biz onlara [sığınmacılara] hoş geldikleri izlenimi verirsek, bu, ahlaki bir yenilgi olur. Şunu onlar için açık hale getirmeliyiz: Gelmeyin.” demişti.

Binlerce sığınmacının Budapeşte’deki tren istasyonunda zor durumda bırakıldığı ve geri ya da ileri hareket edemediği sırada, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Balkanların tamamen istikrarsızlaşmasını ve AB içinde keskin gerilimleri önlemek amacıyla onlara devam etmeleri için izin vermek üzere Avusturya (Werner Faymann) ile Macaristan’daki (Viktor Orban) mevkidaşlarıyla anlaştı.

Ama bu, sığınmacıların hayatlarının tam bir cehenneme dönüştürülmüş olduğu gerçeğini değiştirmedi. Macaristan, 3,5 metrelik bir dikenli tel örgü dikti ve yasadışı sınır geçişlerinin bir yıl hapis getirecek bir ceza oluşturan suç olduğunu ilan etti. Sığınmacılar biber gazı kapsülü yağmuruna tutuldular ve coplarla dövüldüler. O zamandan beri, çoğu sığınmacının hedef ülkeleri olan Almanya ve Avusturya, karşılama merkezlerindeki dayanılmaz koşullar ve hızlandırılmış sınır dışı prosedürleri yoluyla ve yardımları azaltarak sığınmacıları caydırmayı çalıştı.

Son aylarda, sınır telleri diken ve yasadışı girişi ceza gerektiren bir suç yapan diğer devletler, Macaristan örneğini izlediler. Almanya ve Avusturya hükümetlerinin basıncı altında, Balkanlar, sonunda, Suriye, Irak ya da Afganistan’dan gelmeyen sığınmacılara sınırlarını kapattılar.

Bununla beraber, Avrupa Birliği, dış sınırlarını daha iyi koruması ve kayıt merkezleri kurması için Yunan hükümetine büyük baskı yaptı. Bu sözde “sıcak noktalar”, sığınmacıların alıkonulduğu ve suçlular gibi parmak izlerinin alındığı toplama kamplarından başka bir şey değil ve buralardaki sığınmacılar, kısa sığınma işlemlerinde vakit geçirmeden sınır dışı ediliyorlar.

Avrupa sınır koruma kurumu Frontex toplu sınır dışılar gerçekleştirmekle görevlendirildi ve özellikle bu amaçla genişletilmiş yetkiye sahipti. Gelecekte, Frontex, AB üyesi bir devletin iradesine karşı bile, sığınmacıları caydırmak için kullanılacaktır. Böylece, Yunanistan, İtalya ve Bulgaristan gibi devletler, AB’nin neredeyse manda devletleri haline gelecek.

Ayrıca, yılın son haftalarında Afrika’daki diktatörlüklerle ve Türkiye’deki otoriter yönetimle kirli anlaşmalar müzakere eden AB, sığınmacı caydırıcılığını dışarıda tutmayı kabul ettirdi. Ankara’daki hükümete sığınmacıları Avrupa’ya girmekten alıkoyması için 3 milyar avro teklif edilirken, Afrika ülkelerine, kalkınma yardımının yalnızca sığınmacıların caydırılmasında işbirliği karşılığında ödeneceği söylendi.

AB, aynı zamanda, sığınmacıları vurup öldüren Eritre’deki ya da Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırım ve savaş suçlarından yerine getirilmemiş bir tutuklama kararı bulunduğu Sudan’daki diktatörlükleri işe katmaktan çekinmiyor.

Buna karşın, büyük bir tantanayla duyurulan Yunanistan’dan ve İtalya’dan gelen 160.000 sığınmacıyı yeniden dağıtma yönündeki AB planı, tümüyle başarısız oldu. Bugüne kadar, Eritre ile Suriye’den yalnızca 272 sığınmacının fiilen kabul edilmesiyle birlikte, sadece 4.027 sığınmacıyı almak üzere anlaşma yapıldı. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde, sığınmacıları yeniden dağıtma kotasına yönelik şiddetli bir direniş söz konusu. Macaristan başbakanı gibi, Polonya’nın yeni hükümeti de, herhangi bir başka sığınmacı alımını kesin bir şekilde reddetti.

Yeni baskı

Yeni yılın ilk haftası, AB’nin sığınmacılara karşı baskıyı yoğunlaştırmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Süddeutsche Zeitung’un haberine göre, buz gibi hava sıcaklığından beri Ege Denizi üzerinden karşıya geçişler duraksadı ancak her gün yaklaşık 2.000 sığınmacı Yunan adalarına ulaşmaya devam ediyor, Yunan sahil güvenliği sığınmacıları kasten Türk kara sularına geri püskürtüyor. Bu, bir teknenin alabora olmasıyla sonuçlandığında, 34 sığınmacı buz gibi sularda boğuldu ve cesetleri Türk kıyılarına vurdu.

Almanya’da, siyaset kurumu ve medya içinde, sınır dışıların arttırılması, Avusturya sınırının kapatılması ve kabul edilen sığınmacı sayısına bir üst sınır getirilmesi yönünde talepler daha yüksek sesle ifade ediliyor.

Aynı anda, ABD ve diğer Avrupalı güçlerle birlikte, Britanya ve Fransa, saldırgan bir şekilde, Suriye’nin bombalanmasını yoğunlaştırma peşinde koşuyor. Sığınmacıların Avrupa’ya kaçışını devasa arttıracak bir kara istilası yönünde planlar hazırlık aşamasında. Ayrıca, Tunisie Numérique’in bir haberine göre, İtalya, Fransa ve Britanya ile birlikte, ABD, başka bir büyük sığınmacı seline yol açacak şekilde, Libya’nın batısındaki IŞİD mevzilerini bombalamak istiyor. NATO ülkeleri, emniyet bulmak üzere kaçan herkesi önleyerek askeri harekatlarının yıkıcı sonuçlarına karşı koymayı planlıyorlar.

Avrupa’daki durum, giderek artan bir şekilde 20. yüzyılın ilk yarısına benziyor. Dördüncü Enternasyonal, 1940’ta, emperyalist savaşa karşı bildirgesinde şöyle yazmıştı: “Çürüyen kapitalizmin dünyası fazla kalabalık. Fazladan yüz sığınmacıyı kabul etme meselesi, Amerika Birleşik Devletleri gibi bir dünya gücü için büyük bir sorun haline geliyor.”

Bildirge, çürüyen kapitalist toplum, “Musevi halkını bütün gözeneklerinden sıkmak için çabalıyor” diye devam ediyor; “dünyada yaşayan iki milyar insan arasından on yedi milyon kişi, yani yüzde 1’den azı, gezegenimizde artık bir yer bulamıyor! Geniş toprakların ve insanın hem uzayı hem de yeryüzünü ele geçirmiş olan teknolojik mucizelerinin ortasında, burjuvazi, yeryüzünü iğrenç bir hapishaneye dönüştürmeyi başarmış durumda.”

“Demokratik” ülkelerde sığınmacılara yönelik barbarca muamele, kapitalizmin gerçek yüzünü teşhir etmektedir. Zor durumdaki bankaları kurtarmak için bir gecede yüz milyarlarca avro harcayan ve milyarder sayısı sürekli artan bir toplum, sığınmacıları kabul etmekten ve onlara düzgün koşullar sağlamaktan sözümona acizdir.

Sığınmacılara yönelik vahşi muamele, egemen seçkinlerin Avrupa genelindeki işçi sınıfına ve gençliğe yönelik düşmanlığının bir ifadesidir. Onların savaştan, yoksulluktan ve baskıdan kaçan insanlara yönelik barbarca tutumu, aynı zamanda, Yunanistan’daki ve diğer AB devletlerindeki işçilere ve gençliğe dayatılan kemer sıkma önlemlerinde ifadesini bulmaktadır.

Geçtiğimiz yıl, Avrupa’daki ulusal ve toplumsal gerilimler, yalnızca otoriter önlemlerle bastırılabilecek seviyelere ulaştı. Sınır kapamaların şimdiki hedefi sığınmacılardır ancak uzun vadede, onlar, tüm Avrupa işçi sınıfına karşı bir savaş ilanıdır.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır