www.wsws.org/tr/2016/dec2016/turk-d23.shtml
Dün, üst düzey Rus, Türk ve İranlı yetkililer Moskova’da buluştular ve Suriye’de ABD’nin önayak olduğu savaşa son verilmesi olarak ilan ettikleri bir deklarasyon imzaladılar. Rusya destekli Suriye ordusunun Halep’i ABD destekli İslamcı savaşçılardan geri almasının ardından gerçekleşen anlaşma, üç ülke arasındaki ilişkileri iyileştirmeye yönelik hamlelerin, Rusya’nın Türkiye büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesine rağmen devam ettiğini gösteriyor.
Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, İranlı mevkidaşı Hüseyin Dehghan ile yaptığı toplantıda, “Bugün, uzmanlar, Suriye krizini çözmeye yönelik doğrudan adımlar konusunda Moskova deklarasyonunun metni üzerinde çalışıyorlar” dedi.
“ABD ya da onların ortakları tarafından girişilen ortak çabalar üzerinde anlaşma girişimleri başarısızlığa uğramıştır… Onların hiçbiri, alandaki durum üzerinde gerçek bir etki ortaya koymadı.” diyen Şoygu, Suriye’deki ABD ve AB girişimlerini devre dışı bıraktı.
Bu girişim, Türkiye’nin savaşın önceki yıllarında ABD destekli muhalif milislere olan desteğinde keskin bir dönüşle, Türkiyeli yetkililer tarafından göklere çıkartıldı. Türkiye Savunma Bakanı Fikri Işık, “Şu anda Halep'in doğu kesimlerinin militanlardan kurtarılması ve muhaliflerin ailelerinin tahliyesi için çok başarılı bir operasyonun sürdüğünü gözlemliyoruz.” dedi.
Rus ve İranlı mevkidaşları Sergey Lavrov ve Cevad Zarif ile toplantı yapan Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rusya, Türkiye ve İran arasındaki işbirliğinin “belirli başarılar gerçekleştirmiş” olduğunu belirtti. O, “bunun Suriye’nin diğer bölgelerine yayılmasını” umduğunu söyledi.
İslamcı muhalefetin Halep’ten çıkartılması ve Moskova, Ankara ve Tahran arasında gelişen işbirliği, Washington ve Avrupalı müttefikleri için önemli bir yenilgidir. Beş yıldır, ABD emperyalizmi Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirmeye çalışıyordu ve bu, onun sonradan Suriye’deki Kürt milliyetçisi güçleri desteklemeyi de kapsayacak şekilde genişlettiği bir stratejidir. Bu operasyon, ABD ve Avrupa medyası tarafından bir devrim olarak pazarlanmış olsa da, ABD destekli güçler herhangi bir gerçek halk desteğine sahip olmadığı için çöktü.
Türkiye ABD’nin NATO müttefiki olduğu halde, Ankara, Suriye yönetiminin, Rusya’nın ve İran’ın Halep’teki zaferine, Rusya ile her zamankinden daha sıkı bağlar geliştirerek karşılık veriyor. Karlov’un öldürülmesi ile ilgili ortak soruşturma başladığı sırada, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’nın ve Moskova’nın “hiç kimsenin Türk-Rus ilişkilerine zarar vermesine izin vermeyecek” olduğunu söyledi.
İsmi açıklanmayan Türk yetkililer, medyaya, hem Moskova’nın hem de Ankara’nın, Karlov suikastının arkasında sürgündeki vaiz Fethullah Gülen’in ABD merkezli hareketinin olduğunu “bildiğini” anlattılar.
Bu, “Bay Gülen’in ABD’deki varlığından dolayı, Amerika’nın dünkü korkunç suikasta örtülü ya da başka bir biçimde dahil olduğu ya da onu desteklediği konusunda Türkiye’den çıkan söylem”i eleştiren ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin protestosuna yol açtı.
Bu olaylar, NATO güçlerinin Suriye’deki yenilgisinden ve NATO ittifakının ABD’nin çıkarlarına hizmet edip etmediğini açıkça sorgulayan Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesinin ardından dünya politikasındaki derin istikrarsızlığa ve artan dünya savaşı tehlikesine işaret etmektedir. Türkiye 60 yıldır ABD’nin NATO müttefiki ve ittifakın ikinci büyük ordusuna sahip. Şimdi, NATO güçlerinin Rusya’ya karşı savaş çığırtkanı bir kampanya başlattığı Suriye’deki savaşın beşinci yılında, Türk hükümeti Rusya’ya her zamankinden daha fazla yakınlaşıyor.
ABD’nin, Türk hükümetinin terörist örgütler olarak mahkum ettiği Kürt milliyetçilerine desteği konusunda Washington ile Ankara arasındaki çatışma ayyuka çıkarken, Ankara’nın NATO ortakları, 2012’den beri, Türkiye’nin Batılı müttefiklerinden olası ayrılmasına ilişkin kaygılarını defalarca ifade ettiler.
Geçtiğimiz yıl, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) toprak kazanımlarından sonra, Obama yönetimi Suriye Demokratik Güçleri’ni kurdu. O, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye Kürtleri içindeki kolu Demokratik Birlik Partisi’ni (PYD) ve onun milis örgütü Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) Suriye’deki başlıca vekilleri olarak kullanıyordu. Bu, Türkiye’deki ve komşu Suriye’deki Kürt ayrılıkçılığını yaşamsal tehdit olarak gören Ankara’yı ürküttü.
Türk yönetiminin dış politikasındaki kriz, Türkiye’nin Suriye üzerinde bir Rus savaş uçağını vurarak düşürdüğü Kasım 2015’te yoğunlaştı. Moskova, füze bataryalarının, savaş uçaklarının ve savaş gemilerinin bölgeye sevk edilmesini hızlandırırken (Türkiye’yle, NATO ile Rusya arasında bir dünya savaşına dönüşebilecek topyekün bir savaş tehdidi oluşturacak şekilde), sonuçta, yalnızca Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uyguladı.
Türk hükümeti, ekonomisinin uğradığı artan zararın ve başta Avrupalılar olmak üzere NATO müttefiklerinin Rusya ile bir savaşta Türkiye’ye yardımcı olmayabileceğine ilişkin kaygıların ortasında, dış politikasını değiştirdi. Mayıs 2016’da, Erdoğan, daha önce Rus savaş uçağının düşürülmesi emrini kendisinin verdiğini söylemiş olan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu görevden aldı ve Rusya’dan özür diledi.
Bu, Washington’ın ve Berlin’in, 15 Temmuz’da, Erdoğan’a karşı düzenlenen ve neredeyse başarılı olacak olan bir darbe girişimine örtülü bir şekilde arka çıkmasına zemin hazırladı. Ankara’nın Gülen hareketini suçladığı darbe girişimi, bildirildiğine göre, Rusya’dan tam zamanında gelen uyarılar sayesinde engellenmişti. Bu, yalnızca Türkiye içinde değil ama öncelikle Erdoğan hükümeti ile büyük NATO güçleri arasındaki zaten patlamaya hazır gerilimleri alevlendirdi.
Türk hükümeti, NATO içindeki sözde müttefikleri ile başlıca Avrasya güçleri Rusya ve Çin arasında her zamankinden daha umutsuzca manevralar yaparak tepki gösterdi. Geçtiğimiz aylarda, Çin ile Türkiye arasında artan ekonomik bağların ortasında, Erdoğan, defalarca, Türkiye’nin Çin önderliğindeki Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) katılabileceğini açıkladı ve bunun Ankara’nın “daha özgür biçimde davranmasına” olanak sağlayacağını iddia etti.
Bu, NATO’nun sert tepkisine yol açtı. Geçtiğimiz ay NATO Parlamenterler Meclisi için İstanbul’a gelen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Erdoğan ile buluştu ve “Türkiye’nin ortak savunma konseptine… ve NATO’nun birliğine zarar verebilecek bir şey yapmayacağına eminim.” dedi.
Bununla birlikte, Ankara, Rusya ile daha yakın bağlar arayışında. Bu ayın başlarında, Rus ve Türk başbakanları Dmitri Medvedev ve Binali Yıldırım Moskova’da buluştular. Onlar, “Suriye’deki durumun normalleşmesi ülkelerimizin öncelikli görevidir ve bu, kesinlikle, halen son derece karmaşık bir durumda olan Suriye’nin yanı sıra tüm bölgenin yararına olacaktır.” düşüncesinde anlaştılar.
Yıldırım, 6 Aralık günü, NATO’yu Suriye’de “ikircikli” davranmakla ve “ayak sürtmek”le eleştirdi: “Terörizme karşı uygarlığı savunma konusunda karşılıklı olarak güzel sözler söyleniyor ama bugün bizi tehdit eden büyük terörist ağlar sınır ötesi faaliyet gösteriyor.” diyen Yıldırım, Türkiye-Rusya girişimini, “terörizmi ortadan kaldırmaya yönelik güçlü ve birleşik bir cephe” uğruna bir çaba olarak betimledi.
Erdoğan hükümeti, aynı zamanda, Trump yönetiminin Rusya konusunda “yumuşak” bir çizgi izleyeceğini ve Türkiye’ye daha fazla siyasi hareket alanı sağlayacağını umuyor gibi görünüyor. 5 Aralık günü hükümet yanlısı Daily Sabah gazetesine konuşan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Trump yönetimi, bizim işbirliği yapabileceğimiz bir yönetim” dedi ve Trump için, “Faydacı biri. Görüşlerimizin çoğu örtüşüyor.” iddiasında bulundu.
Trump’ın seçilmesinin durumu istikrara kavuşturacağı ve ABD’nin Türkiye ve Ortadoğu ile ilişkilerindeki gerilimleri azaltacağı umutları temelsizdir. Trump, saldırgan bir “Önce Amerika” politikasını ilan etmiş durumda ve Çin’e karşı bir saldırının yanı sıra İran ile nükleer anlaşmanın iptalinin işaretini veriyor. Su yüzüne çıkan şey, ABD’nin emperyalist politikasının dengeli bir duruma gelmesi değil; her zamankinden daha patlayıcı krizlerdir.