World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz

Yazıcıya hazırla

Türkiye’de terörist bombalı saldırıların ardından öfkeli protestolar

Jean Shaoul ve Halil Celik
15 Ekim 2015
İngilizce’den çeviri (12 Ekim 2015)

Cumartesi sabahı Ankara’da düzenlenen hükümet karşıtı barış mitinginde gerçekleştirilen ve 128 insanı öldürüp 200’den fazlasını yaralayan iki bombalı saldırının ardından, Cumartesi ve Pazar günleri, Ankara’da ve Türkiye’nin diğer kentlerinde binlerce insan gösteri yaptı. Barışçıl bir gösteriyi kanlı bir kabusa dönüştüren patlamalardan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt karşıtı bombalama ve baskı harekatını sorumlu tutan göstericiler, onun hükümetini suçladılar.

Pazar günü ülkenin başkentinde göstericilere saldıran polis, onların Cumartesi günkü bombalamaların gerçekleştirildiği yere karanfiller bırakmasını engelledi.

Türk hükümeti ile yasaklanmış Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki savaşa son verilmesini talep etmek üzere, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP), çeşitli sol grupların ve bir takım sendikaların çağrısını yaptığı kitlesel yürüyüşün ortasında, Ankara Garı’nın yakınında, Cumartesi sabahı iki güçlü bomba patlamıştı.

Bu terörist bombalı saldırılar, Türkiye’nin, halkın büyük kesiminin benimsemediği, Ankara’nın Devlet Başkanı Beşar Esad yönetimini devirme ve Suriye’de Türkiye Kürtlerine komşu özerk bir Kürt devletinin oluşmasını engelleme çabası içinde IŞİD de dahil İslamcı savaşçıları finanse ettiği Suriye savaşı konusunda derinleşen bir siyasi kriz koşullarında gerçekleşmiştir.

Hükümet, kısa süre önce, bizzat Türkiye’nin içinde, PKK’ye karşı, 1984’te başlamasından bu yana en az 40.000 insanın yaşamına mal olmuş olan iç savaşı yeniden başlattı ve derinleşen ekonomik kriz karşısında giderek artan bir hoşnutsuzlukla karşı karşıya.

Şimdiye kadar, patlamaların tam nedeni belirsizliğini koruyor ve hiçbir grup bu canice saldırının sorumluluğunu üstlenmiş değil. Bununla birlikte, saldırıyı kim gerçekleştirmiş olursa olsun, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), onu kendi yararına kullanmaya çalışacaktır.

1 Kasım’daki yeni seçimleri bekleyen geçici bir AKP hükümetinin başındaki Başbakan Davutoğlu, başlangıçta, bombalamalarla ilgili bir yayın yasağı koydu ama buna büyük ölçüde uyulmadı.

Davutoğlu, Irak ve Şam İslam Devleti’ni (IŞİD), PKK’yi ve Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’ni (DHKP-C) içeren birkaç olası zanlıyı işaret etti. “Bu saldırı ülkemizin bütününe karşı yapılmış bir saldırıdır. Bu saldırı, demokrasimize yapılan bir saldırıdır. Ülkemize yapılan bir saldırıdır.” diyen Davutoğlu, onu, “Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en acı olay” olarak adlandırdı.

ABD Başkanı Barack Obama, Türkiye’deki siyasi kriz konusunda artan uluslararası kaygıların ortasında Erdoğan’a telefon etti ve “Amerikan halkının terörizme karşı mücadelede Türkiye halkı ile dayanışma içinde olduğunu ve bölgedeki güvenlik tehditlerini paylaştığını” bildirdi.

Bununla birlikte, HDP’nin Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, “bir seri katil gibi davranan devlet anlayışı”na sahip bir “mafya devleti” olarak adlandırdığı hükümete saldırdı. O, 7 Haziran’daki seçim kampanyalarından bu yana polis kenara çekilirken defalarca HDP’nin bürolarına ve üyelerine saldıran AKP ve aşırı milliyetçiler tarafından harekete geçirilmiş olan çetelere gönderme yapıyordu.

“Çete liderleri güven içerisinde kan dökme çağrıları ile miting yapabiliyor, barış isteyenlere bu ülkede maalesef sadece katliam düşüyor” diyen Demirtaş, açıklamasını, “Yoksa istihbaratın imkanlarının bu kadar güçlü olduğu devlette, bizi gece gündüz izleyen devlette bunun bilgisinin olmamasına imkan var mı? Çok acı bir durum ama mafyalaşmış, katilleşmiş ve bunu aleni şekilde uygulayan bir anlayışla karşı karşıyayız.” diyerek sürdürdü.

Pazar günü, Ankara’da, saldırıya tanık olanların, kurbanların ailelerinin ve muhalefet partilerinin dahil olduğu göstericiler, Cumartesi günkü yürüyüş öncesinde herhangi bir güvenlik sağlamadığı için, trajediden doğrudan hükümeti sorumlu tuttular. Buna karşılık, patlamanın sonrasında ortaya çıkan polis, kurbanların, yakınları hakkında bilgi edinmek isteyen ailelerine karşı göz yaşartıcı gaz kullandı.

Basınçlı su sıkma araçları ile donanmış çevik kuvvet polisi TBMM’ye ve hükümet binalarına giden ana yolları kapatırken, Sıhhiye Meydanı’nda, “Katil Erdoğan” ve “Katil Polis” sloganları atılıyordu. Topluluk, hükümeti, 1 Kasım öncesinde, seçimleri ertelemek ve iktidarı sürdürmek ya da çoğunluğu elde etme şansını arttırmak için, kasıtlı olarak korku ve yılgınlık ortamı yaratmakla suçladı. Buna karşılık hükümet yetkilileri, seçimlerin, güvenlik kaygılarına rağmen gerçekleşeceğinde ısrar ediyorlar.

Seçimler, AKP’nin, Kürt yanlısı HDP’nin yükselmesi yüzünden Meclis’te hükümet kuracak çoğunluğu elde edememesi sonucunda yapılıyor. HDP, 7 Haziran seçimlerinde oyların yüzde 13’ünü almış ve AKP’yi hem tek başına iktidar olma hem de güçlü bir başkanlık yararına anayasa değişikliği yapma şansından mahrum bırakmıştı. Kasım ayında yeterli çoğunluğu elde edebileceği kumarını oynayan AKP, üç muhalefet partisinden herhangi biri ile koalisyon kurmayı reddetti. Bununla birlikte, AKP’nin başarılı olacağı hiç belli değil.

Hükümet, hiçbir somut öneri geliştiremediği iki buçuk yıllık verimsiz görüşmelerin ardından, PKK’ye karşı savaşı yeniden başlattı. Erdoğan, Kürt ilçelerinde sokağa çıkma yasakları ve fiili askeri yönetim uyguluyor. Hükümet, bunun en azılı örneklerinden birinde; keskin nişancıların, çocuklar dahil, sokaklarda insanları vurduğu, 20’den fazla insanı öldürdüğü ve kurbanlara yardıma gidenlerin üzerine ateş açtığı Cizre’de, 8 gün sokağa çıkma yasağı ilan etmişti.

PKK’ye karşı iç savaşın Haziran seçimlerinin hemen ardından yeniden başlamasından bu yana, güvenlik güçlerinden 140 kişi öldürüldü. Hükümet, 1.700’den fazla militanı öldürdüğünü söylüyor.

Hükümet, ayrıca, HDP’nin bürolarına yönelik fiziksel saldırıları ve “terörizm”e karşı mücadele bahanesiyle onun önderlerine ve belediye başkanlarına karşı yasal saldırıları kışkırtarak ona suçlu muamelesi yapmaya ya da en azından zarar vermeye çalışıyor. Bu, HDP’nin Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, kendisini PKK’den ayrıştırmak için mümkün olan her şeyi yapmış olmasına, Irak’taki PKK önderliğinin öfkesine maruz kalmasına ve hatta ayrılmadan önce kısa süreliğine Ankara’daki geçici hükümete katılmasına rağmen yaşanmaktadır.

PKK, Ankara’daki bombalı saldırıların hemen ardından, 1 Kasım’daki “dürüst ve adil seçim”i engelleyebilecek herhangi bir şeyi önlemek için tek yanlı bir ateşkes ilan etti. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, ateşkesi, seçimler öncesinde bir “taktik” olarak reddederken, önde gelen bir güvenlik yetkilisi, Reuters’e, “PKK’nin ateşkesi bizim için hiçbir anlam taşımıyor. Operasyonlar, aralıksız sürecektir.” dedi.

Cumartesi ve Pazar günleri, Türk savaş uçakları Türkiye’nin güneydoğusundaki ve Kuzey Irak’taki PKK hedeflerini vurdu ve kuzey Irak’ta 30-35, Diyarbakır ilinde ise 14 PKK militanını öldürdü.

Hükümet, Ankara’da Cumartesi günü gerçekleşen bombalı saldırıların olası zanlısı olarak IŞİD’den söz ederken, onların, Suruç’ta Temmuz ayında gerçekleşen ve IŞİD’in sonradan sorumluluğunu üstlendiği intihar saldırısına oldukça benzediğini belirtti.

O saldırı, ABD önderliğindeki sözde IŞİD karşıtı koalisyona girmenin ve hem kuzey Irak’ta hem de Türkiye’de PKK’ye karşı savaşı yeniden başlatmanın bahanesi olarak kullanılmıştı. Washington, Irak’a ve Suriye’ye yönelik hava saldırılarında Türkiye’nin İncirlik Üssü’nü kullanma izni alması karşılığında, Irak ve Suriye’deki Kürt milisler IŞİD’e karşı en etkili şekilde savaşan güçler olmasına rağmen, Türkiye’nin bu saldırılarını görmezden geldi.

Rusya’nın, İran, Irak ve Lübnan Hizbullahı ile işbirliği içinde, Esad yönetimini desteklemek için Suriye iç savaşına doğrudan askeri müdahalesi, Türkiye’nin çıkarlarını daha da engelledi. Moskova, yalnızca IŞİD’e değil ama Ankara tarafından desteklenen ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile onun milis örgütü Halk Koruma Birlikleri’ndeki (YPG) Suriyeli Kürt güçlerle savaşan El Kaide bağlantılı gruplar dahil, diğer İslamcı güçlere de saldırıyor.

Rusya’yı geçtiğimiz hafta birbiri ardına hava sahasını ihlal etmekle suçlayan Ankara giderek daha savaşçı bir hal almaktadır. 7 Ekim günü Japonya’ya uçarken gazeteciler ile konuşan Erdoğan, mevcut durumu kabullenemeyeceğini belirterek, “Rusya’nın bu ihlallerle ilgili açıklamalarını ciddiyetle bağdaştıramadığımı belirtmek durumundayım. Hava ihlalleri konusunda Rusya’nın izahatları inandırıcı değil.” dedi. O, doğal gazının yüzde 55’ini Rusya’dan alan Türkiye’nin diğer sağlayıcılardan daha fazla gaz ithal etmeye çalışacağı uyarısında bulundu.

Erdoğan, Rusya ile karşı karşıya gelmeye hazırlıklı olanın yalnızca kendisi olmadığına; dünyanın en büyük iki nükleer gücünü kapsayan çok daha geniş bir savaş riskini arttıran, Rusya’nın Suriye’ye müdahalesine karşı hareket etme kararı alması durumunda hem ABD’nin hem de NATO’nun desteğini alacağına inandığına da işaret etti.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır