DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz
Yazıcıya hazırla
AB zirvesi Avrupa’nın sınırlarını sığınmacılara kapatmak üzere harekete geçiyor
Martin Kreickenbaum
19 Ekim 2015
İngilizceden çeviri (17 Ekim 2015)
Avrupa Birliği liderlerinin Perşembe günü Brüksel’de gerçekleştirdiği zirve, AB’nin sınırlarını, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile sağlanacak, Türkiye’deki 2 milyondan fazla sığınmacının AB’ye girmesini engellemeyi amaçlayan bir anlaşma yoluyla kapatma yönünde harekete geçti.
Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, Brüksel toplantısının amacını, AB üyesi devletlere gönderdiği bir mektupta özetledi. O, “Bir şeyden emin olalım,” sığınmacıları AB’ye getiren “başlıca çekici etmenlerden biri, Avrupa’ya alışılmadık biçimde kolay giriştir” diye yazdı. Tusk, mektubunu şöyle sürdürüyordu: “Sığınmacı gelişi kış döneminde yavaşlasa bile, ilkbahara ve Avrupa’ya akacak daha büyük dalgalara hazır olmalıyız.”
Bu hafta yaşanan iki olay, Avrupa Birliği’nin sığınmacıları geri püskürtme politikasının daha fazla ölümlere yol açacağını ortaya koydu. Bulgaristan’da, bir Afgan sığınmacı sınır muhafızları tarafından vurularak öldürüldü ve aralarında dört çocuk ile bir bebeğin bulunduğu yedi sığınmacı, Yunanistan’ın Midilli Adası açıklarında, tekneleri bir Yunan Sahil Güvenlik gemisinin çarpması sonucunda alabora olunca boğularak öldü.
Tusk, toplantı sırasında kendisine Bulgaristan sınırındaki olay sorulduğunda, sinik bir biçimde, ölümlerin “bu geceki tartışmalarımızın ne kadar önemli olduğunun kanıtı” olduğunu söyledi.
AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, zirvenin ardından, Türk hükümeti ile anlaşmanın, sığınmacıların Türkiye’de kalmaya devam etmesini sağlayacağını belirtti. Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan ile olan sınırlarını sağlamlaştırmak, göçmenlere ve sığınmacılara karşı acımasızca davranmak ve şimdiden AB ülkelerine girmiş olan sığınmacıları geri almayı kabul etmek zorunda olacak. Türkiye, bu amaçla, “güvenli merkez ülkeler” listesine dahil edilecek.
Bunun karşılığında, AB, Türk hükümetine, vize kolaylaştırma görüşmelerini hızlandırma, Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki durmuş olan görüşmeleri yeniden başlatma ve mali yardım sağlama sözü veriyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel, doğrudan Erdoğan ile görüşmek için Pazar günü Ankara’ya yolculuk edecek [Bu yazının yayınlanmasından sonra, Merkel’in söz konusu ziyareti İstanbul’da gerçekleştireceği açıklandı –çev.].
Avrupa’nın Türkiye politikasındaki bu değişiklikteki siniklik çarpıcıdır. Türkiye’nin AB’ye katılmasına ilişkin görüşmeler, temel insan haklarına uyma konusundaki ilan edilmiş kaygılardan dolayı, yıllardır bloke edilmiş durumda. Başbakan Merkel, Türkiye’nin üyeliğini ilkesel olarak dışlamış ve “ayrıcalıklı ortaklık” konumunu ileri sürmüştü. AB ve özellikle de Almanya, geçtiğimiz aylarda, Erdoğan yönetiminin iç ve dış politikasını sert bir şekilde eleştirmişti.
Ama AB, tam da Türk hükümetinin HDP’yi meclis dışında bırakmak amacıyla Kürt azınlığa karşı askeri güç kullandığı sırada, “Avrupa kalesi”ni sağlamlaştırmaya desteğini sağlamak için Türkiye’ye yaltaklanıyor. Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz (Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nden), “Türkiye’yi yargılamayın; onlar gerçekten çok doğru bir şekilde davrandılar.” dedi.
İki yıl önceki Gezi Parkı protestolarının zalimce ezilmesinden ya da iktidardaki AKP’ye ilişkin yolsuzluk iddialarını araştıran onlarca yargıcın ve savcının görevden alınmasından ve tutuklanmasından hiç söz edilmedi. AB’nin Türk hükümeti ile bir anlaşma yapmasını, en son Ankara’daki bombalamaların ardından basın özgürlüğüne yönelik yaygın kısıtlamalar ve gazetecilerin tutuklanması da engellemeyecek.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi ideal ortak ve Avrupa’daki [göçmenlere ve sığınmacılara yönelik –çev.] barbarca soyutlama yanlısı politikasının yardımcısı olarak görmesinin nedeni, asıl olarak bu ülkedeki insan haklarının ayaklar altına alınıyor olmasıdır. AB, toplam 2 milyon sığınmacı için altı kampın yapılmasına mali kaynak sağlayacak. Sözde cömert sığınmacı politikasından dolayı kendi partisi Hristiyan Demokrat Parti içinde baskı altında olan Merkel, bu amaçla, Ankara’nın 3 milyar avroluk talebini kabul etmeye hazır.
Bu para, sığınmacılara yiyecek, sağlık hizmeti ve okullar sağlamak için kamplarda kullanılacak. Bunun Türkiye’deki sığınmacıların yoksulluğunu azaltacağı ve onların Avrupa’ya kaçma olasılığını azaltacağı düşünülüyor. Bununla birlikte, bu, Suriye’deki iç savaştan kaçan sığınmacılar Türkiye’de gerçek bir koruma olmaksızın “misafir” sayıldıkları ve yasal çalışmaları engellendiği için, oldukça kuşkulu. Onlar yasadışılığa itiliyor ve hiçbir ahlaki değere sahip olmayan patronlar tarafından acımasızca sömürülüyorlar.
Kitlesel toplama kamplarındaki berbat koşullarda bir iyileşme bile, sığınmacıların karşı karşıya olduğu umutsuz durumu değiştirmeyecek. Buna karşılık Türkiye, onların Avrupa’ya gitmesini engellemek için, Yunanistan ve Bulgaristan ile olan sınırlarını kapatacak. Ege Denizi daha yoğun bir şekilde denetlenecek; bulunan sığınmacı tekneleri Türkiye’ye geri gönderilecek.
Türkiye’nin “güvenli merkez ülke” olarak sınıflandırılması, Brüksel’de kapsamlı biçimde tartışılmadı. Bununla birlikte, Süddeutsche Zeitung’a göre, AB yetkilileri arasında, bu tür bir adımın atılmasından yana büyük bir çoğunluk söz konusu.
İtalya’da ve İsviçre’de, sığınma hakkı talebinde bulunan tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yüzde 70’ten fazlasının başvurusu henüz kabul edilmedi. Bununla birlikte, Türkiye’nin “güvenli merkez ülke” olarak tanımlanması durumunda, bu sığınma başvuruları hızlandırılmış prosedürler içinde reddedilebilir. Bu, asıl olarak, Erdoğan yönetimi eliyle zulüm gören Kürtleri etkileyecektir. Ayrıca, Türkiye, kendi toprakları üzerinden AB’ye girmiş olan yakalanmış sığınmacıların geri gönderilmesini de taahhüt edecektir.
AB liderleri, Avrupa sınır koruma örgütü Frontex’in güçlendirilmesi konusunda da anlaştılar. Frontex’e 775 ek kadro sağlanacak ve reddedilen sığınmacıları kendi yetkisi altında sınırdışı etme yetkisi verilecek ki bu, daha önce üye devletlerin kullandığı bir güçtü. Böylece sığınmacılar, onları sınırdışı etme planlarına karşı hukuksal yollara başvurma olanağından mahrum bırakılacaklar. Frontex’e, planlanmış ama henüz üzerinde tam olarak anlaşılmamış olan bir Avrupa sınır polisinin oluşturulmasında da başrol verilecek.
Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’dan oluşan “Visegrad Grubu”, daha şimdiden öne geçmiş ve sığınmacıları uzaklaştırmak üzere Macaristan sınırında konuşlanmış olan ortak bir polis gücünü faaliyete geçirmiş durumda.
AB’nin dış sınırlarının militaristleştirilmesinin bir parçası, AB üyesi devletlerin savaş gemilerinin Libya açıklarında sığınmacı teknelerini durdurduğu, imha ettiği ya da Afrika sahillerine geri dönmeye zorladığı “Sofya” operasyonudur. AB’nin, bu operasyonun “nihai hedefi” olarak gürültülü bir şekilde sunduğu deniz kurtarma operasyonları konusundaki konuşmalardan büyük ölçüde vazgeçilmiş durumda.
Avrupa’nın dış sınırlarında, İtalya’da, Yunanistan’da ve Bulgaristan’da bulunan, “sıcak bölge” olarak bilinen karşılama merkezlerine daha fazla personel sağlanacak. Şimdiye kadar, yalnızca Almanya ve Avusturya vaat ettikleri sayıda personeli gönderdi.
Yine de “sıcak bölge” operasyonu konusunda anlaşmazlıklar sürüyor. İlgili devletler sığınmacıların kaydına ve ön kabulüne ilişkin görevlerini sınırlamak isterken, özellikle Alman hükümeti, “sıcak bölgeler”i, sığınmacıların alıkonulabileceği ve sığınma başvurularının hızla sonuçlanacağı, böylece olabildiğince kısa süre içinde yeniden sınırdışı edilebilecekleri devasa cezaevlerine dönüştürme yönünde baskı yapıyor.
Almanya’da planlanmış transit geçiş bölgeleri ve Avrupa dışında kurulması öngörülen AB’nin finanse ettiği sığınmacı kampları ile birlikte, AB’nin sığınmacı politikası, asıl olarak sınırları kapatmak ve savaştan ya da sefaletten kaçanları toplama kamplarında hapsetmek olacaktır.
BBC tarafından yayımlanan bir makaleye göre, Avrupa Birliği, aynı zamanda, önümüzdeki aylarda başvuruları reddedilen sığınmacıların ülkelerine geri gönderilmesini hızlandırmak ve 400.000 sığınmacıyı vahşice sınırdışı etmek istiyor. Seyahat belgesi olmayan sığınmacılara, geldikleri varsayılan ülkeyi onları geri kabul etmeye zorlamak için bir “serbest geçiş” belgesi verilecek.
Birleşmiş Milletler’e ve Uluslararası Göç Örgütü’ne (IOM) göre, dünyadaki 60 milyon sığınmacının 600.000 kadarı bu yıl içinde Avrupa’ya ulaşmış ve bunların 140.000 kadarı İtalya, 450.000 kadarı ise Yunanistan üzerinden gelmiş. En az 3.117 sığınmacı ise Avrupa’ya kaçışın bedelini yaşamıyla ödedi.
AB’nin bu yıl içinde kabul ettiği sığınmacıların oranı, nüfusun binde birinin biraz üstünde. Öte yandan, Asya, Ortadoğu ve Afrika’daki yoksul ülkeler, küresel sığınmacı krizinin en ağır yükünü taşıyor ve bütün sığınmacıların yüzde 86’sından fazlasını kabul ediyorlar.
Avrupalı hükümetlerin, kendilerini Suriyeli, Afganistanlı ya da Iraklı sığınmacıları kabul edecek durumda görmeyip asma köprüyü kaldırıyor olması, siyasi bir iflasın ilanıdır. Ürdün ve Lübnan gibi, yüz binlerce Suriyeli ve Iraklı sığınmacıyı barındıran ülkelere yalnızca birkaç hafta önce vaat edilen 2 milyar avroluk yardımın yalnızca 24,3 milyon avrosu ulaşmış durumda ki bunun büyük miktarı, AB üyesi olmayan Norveç ve İsviçre gibi ülkelerden geliyor.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|