Bugün Yeni Olanlar
Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları
Arşiv
DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım
DİĞER DİLLER
İngilizce
Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce
ANA BAŞLIKLAR
Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi
Bush, Türkiyeye Irakta PKKya saldırması için yeşil ışık yaktı Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar
Asyada tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı
Mehring Bookstan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri
Livio Maitan (1923-2004): eleştirel bir değerlendirme
|
|
DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz
Yazıcıya hazırla
Washington’ın Asya’daki büyük yalanı: “Barış ve istikrar”
Peter Symonds
25 Kasım 2015
İngilizceden çeviri (10 Kasım 2015)
ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, USS Lassen savaş gemisinin geçtiğimiz ay Çin’in Güney Çin Denizi’nde hak iddia ettiği kara sularını kışkırtıcı ihlalinin ardından, Washington’ın askeri müttefiklerini ve stratejik ortaklarını Çin’e karşı daha fazla sağlamlaştırma arayışıyla geçtiğimiz hafta Asya turuna çıktı.
Carter, Çin ile gerilimleri kasıtlı olarak beslerken, onun değişmez nakaratı, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir barış ve istikrar gücü olmaya devam ettiğiydi. Carter, Güney Çin Denizi’ndeki USS Theodore Roosevelt’in güvertesinde, uçak gemisinin, “ABD’nin dünyanın bu bölgesinde on yıllardır sahip olduğu istikrar sağlayıcı etkisi”nin bir sembolü olduğunu ilan etti. O, Asya’daki askeri yığınağının ya da “yeniden dengeleme”nin, “bunu sürdürmeyi amaçladığı”nda ısrar etti.
Kimse bu büyük yalana aldanmamalı. “İstikrar”, Washington’ın sözlüğünde, Asya’da ve dünyada acımasızlık ve şiddet yoluyla her zaman peşinde koşmuş olduğu Amerikan egemenliği ile eşanlamlıdır. Aslında, ABD emperyalizmi, dünya sahnesine çıkışını, 1898 İspanya-Amerikan Savaşı’ndaki zaferiyle ve Filipinler’deki sömürge egemenliğine karşı direnişi, geride yüz binlerce ölü bırakacak şekilde vahşice bastırmasıyla ilan etmişti.
ABD, Asya’daki hegemonyasını, Japon emperyalizminin II. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisi üzerinden sağlamlaştırdı. İki güç, daha 1920’lerin başlarında, Çin’e kimin hakim olacağı üzerine çarpışıyordu. ABD kendi çıkarlarını ileri sürmenin en iyi aracı olarak bir “açık kapı” politikası talep etmişken, Büyük Bunalım eliyle ekonomik krize saplanmış olan Japonya, 1931’de Mançurya’yı, ardından da 1937’de kaynakları üzerindeki kontrolünü güvence altına almak için bir bütün olarak Çin’i istila etti. Milyonlarca yaşama mal olan Pasifik Savaşı, ABD’nin Hiroşima ile Nagazaki’ye atom bombası atmasıyla sona erdi. Bu korkunç suçlar, her şeyden çok, Sovyetler Birliği’ne ve dünyaya, ABD’nin küresel egemenlik peşinde tüm araçları kullanacağı yönünde bir mesaj vermek üzere tasarlanmıştı.
ABD emperyalizminin II. Dünya Savaşı’nın ardından dünya kapitalizmine yeniden istikrar kazandırma yeterliği ve kendi baskın konumunu kurması, başlıca iki faktöre dayanıyordu: ilk olarak onun ağır basan ekonomik gücü ve ikinci olarak, işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin savaş sonrası devrimci hareketlerine ihanet etmiş olan Sovyet Stalinist bürokrasisinin siyasi hainliği. Amerika Birleşik Devletleri, hiçbir yerde, bölge genelinde kapitalist egemenliği tehdit etmiş olan, 1949 Çin Devrimi’nin de parçası olduğu sömürgecilik karşıtı kitlesel hareketlerin yaşandığı Asya’dakilerden daha büyük meydan okumalarla karşılaşmadı.
ABD emperyalizmi, Asya’da bir barış gücü olmak şöyle dursun, 1950’lerde ve 1960’larda uzun süreli iki savaş yürüttü. ABD yanlısı sağcı Syngman Rhee diktatörlüğünü savunmak için ABD tarafından başlatılan Kore Savaşı (Haziran 1950-Temmuz 1953), Kore Yarımadası harap etti ve milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlandı. Hala devam eden derin bir istikrarsızlık mirası bırakan askeri denge, 1953’te, bir barış antlaşmasıyla değil bir ateşkesle sona ermişti. Sonraki yıllarda ayrım gözetmeyen ABD saldırıları, napalm bombası kullanımı ve diğer vahşetlerle, Vietnam’daki ve Çinhindi’nin geri kalanında girişilen ABD savaşı (Kasım 1955-Nisan 1975), ardında dört milyon ölü bıraktı. Bu savaş, ABD’nin küçük düşürücü çekilmesi ve onun kuklası rejim çökmesi ile sonuçlandı.
ABD emperyalizmi, Asya’daki konumunu, on yıllarca, CIA entrikalarıyla ve Tayvan, Güney Kore, Filipinler, Tayland, Singapur ve Malezya’daki polis devleti rejimlerini destekleyerek korudu. Endonezya’da, CIA’in organize ettiği bir darbe (1965-66) kanlı Suharto diktatörlüğünü kurdu ve en az 500.000 insanın ölümüyle sonuçlandı.
ABD Asya’yı, nihayet, Devlet Başkanı Nixon ile Çin lideri Mao Zedong’un 1972’de yaptığı anlaşma aracılığıyla “istikrarlaştırdı”. Tam da Vietnam’daki yenilgisi bölge genelindeki ABD nüfuzunun altını oymakla tehdit ettiği sırada, Çinli Stalinistler Washington’a bir can simidi atmışlardı. ABD-Çin uzlaşması, Çin’de kapitalist restorasyonun ve bölgenin büyük kısmının küresel ulusötesi şirketler için geniş bir ucuz emek kaynağına dönüşmesinin temellerini attı.
Bununla birlikte, üretimin 1970’lerin sonlarından bu yana küreselleşmesi ve Çin’in dünyanın başlıca ucuz emek platformu olarak yükselişi, uluslararası ekonomik ve stratejik ilişkileri derinlemesine değiştirmiş durumda. Her ne kadar emperyalist bir güç olmasa da, Çin ekonomisinin büyüklüğü ve Asya’daki ve dünya çapındaki ekonomik ve ticari ilişkilerinin kapsamı, ABD’nin küresel üstünlüğüne, Washington’ın hoş göremeyeceği bir meydan okuma oluşturmaktadır.
ABD emperyalizmi, Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşünden bu yana, tarihsel ekonomik gerilemesinin üstesinden gelmek için giderek daha saldırgan bir şekilde askeri güç kullanımına başvurmaktadır. Obama yönetimi, 2008-2009 küresel mali krizine yanıt olarak, Çin’i topun ağzına yerleştirdi. Onun resmi olarak Kasım 2011’de ilan edilen “Asya’ya dönüş”ü, dünyanın en büyük ikinci ekonomisini, gerekirse savaş yoluyla Washington’ın çıkarlarına boyun eğdirmeyi amaçlayan kapsamlı diplomatik, ekonomik ve askeri bir stratejiydi.
ABD ve müttefikleri, geçtiğimiz beş yıl içinde, [geçmişte] belirsiz olan ne varsa, Güney Çin ve Doğu Çin denizlerindeki bölgesel anlaşmazlıkları savaş için tehlikeli yanma noktalarına dönüştürdüler. Washington, bölge genelinde, Çin’in etkisinin altını oymak için, eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın “ileriye doğru konuşlandırılmış diplomasi” diye adlandırdığı şeyle ilgileniyor. Washington’ın diplomatik entrikaları, Amerikan donanma ve hava kuvvetleri varlıklarının tümünün yüzde 60’ını 2020 yılına kadar Hint-Pasifik’e yerleştirecek olan bir askeri yığınakla desteklenmektedir.
Baskın konumunu korumak için nükleer silahların konuşlandırılması dahil hiçbir engel tanımayacak olan ABD emperyalizminin Asya’daki tarihsel sicili, ayıltıcı bir hatırlatmadır. Onun eylemleri tüm bölgeyi bir tetiğin üzerine yerleştirmiştir; Güney Çin Denizi’ndeki herhangi bir hata, bir yanlış hesap ya da Kuzey ve Güney Kore arasındaki askerden arındırılmış bölgedeki bir kaza, nükleer silahlı güçler arasında çok daha geniş bir çatışmaya tırmanabilir.
Gezegenimizde, bu pervasız savaş yönelimini savaşın kaynağı olan miadını doldurmuş kar sistemine son vermeyi amaçlayan birleşik, sosyalist bir savaş karşıtı hareketin inşa edilmesi yoluyla durdurma kapasitesine sahip olan tek toplumsal güç, uluslararası işçi sınıfıdır. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin dünyanın dört bir yanında uğruna mücadele ettiği perspektiftir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|