DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Yunanistan ve mali sermayenin diktatörlüğü
Nick Beams
12 Mart 2015
İngilizceden çeviri (11 Mart 2015)
Her krizin değeri, sıkça belirtildiği gibi, onların gerçek karakterlerini açığa vurmak üzere, siyaset olgusunun bütün dışsal görünümlerini soyup atmasıdır. Yunanistan’ın borç krizi ve Syriza hükümetinin borçların geri ödenme koşullarını Avrupa Birliği ile yeniden görüşme yönündeki çabaları, bu noktada çarpıcı bir durum oluşturuyor.
Syriza’nın 25 Ocak seçim zaferinden bu yana yaşananlar, Marksizm tarafından tespit edilmiş bir gerçekliği, bir kez daha ortaya koyuyor: Kapitalist devlet ve ona hizmet eden hükümetler, burjuva demokrasisinin bütün donatılarının (parlamentolar, seçimler, oylamalar ve kurumlar) altında, sermayenin diktatörlüğünü temsil etmektedirler.
Benzer şekilde, yaşananlar, dünyanın dört bir yanındaki sahte-sol örgütler tarafından desteklenen Syriza gibi küçük-burjuva örgütlerin, bu diktatörlüğe radikal söylemler ve burjuva politikası çerçevesinde taktik manevralar yoluyla karşı koymanın kimi yolları olduğu biçimindeki iddialarını da teşhir ettiler.
Belçika Merkez Bankası’nın başkanı ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) Yönetim Konseyi üyesi Luc Coene, De Tijd gazetesine geçtiğimiz Pazar günü verdiği bir röportajda, mali sermayenin, taleplerine karşı çıkılmasına tahammül etmeyeceğini ortaya koydu.
Milyonlarcası troyka (Avrupa Birliği, IMF ve ECB) tarafından dayatılmış olan beş yıllık kitlesel işsizliğe, yoksulluğa ve aşağılamaya karşı oy vermiş olan Yunan halkının iradesi hiçbir şey ifade etmemektedir. Ekonomiyi yıkıma uğratan (üretim 2008 öncesinin yüzde 26 altında), yaşamları ve umutları ortadan kaldıran kemer sıkma politikaları tüm şiddetiyle devam edecek.
Yalnızca elinde bir sopadan çok daha güçlü bir silahı olan sert bir okul müdürü pozunu veren Coane, Yunan halkının “sahte vaatler”e gitmiş olduğunu ve “farklı bir yol” olmadığını “hızla anlayacağını” söylüyor.
Coane şunları belirtti: “Reform tek yoldur. Yunanlıların diğer Avrupa ülkelerine olan borçları ödemek istememesi durumunda paranın nereden geleceğini söyler misiniz?”
Bu açıklamadaki her şey, “kurtarma” programına eşlik eden yalanlardır. Yunanistan halkını, Avrupalı hükümetlerin ve mali kuruluşların cömertliği ile geçinen ve borçlarını ödemek istemeyen tembel avantacılar gibi göstermeye yönelik sürmekte olan bir propaganda kampanyası söz konusu.
Gerçekte, bu sözde kurtarma, hiçbir zaman Yunan halkına yardımcı olmayı amaçlamamıştır. O, Avrupa bankalarını ve serbest yatırım fonlarını kurtarmak için kullanılmaktadır. Avro Bölgesi ülkeleri ve Uluslararası Para Fonu tarafından sağlanan 226,7 milyar avroluk kredinin yalnızca yüzde 11’i doğrudan Yunan hükümet harcamalarına gitmiş durumda.
Paranın geri kalanı, ya bankalara yapılan faiz ödemelerini finanse etmek ya da onların ödenme ihtimali düşük kredilerinin nominal değerlerinin azalmasını önlemek için kullanıldı. Bu paranın büyük kesimi, Yunanistan’a, yalnızca, hemen gerisin geriye, Avrupa bankalarının kasalarına dönmek üzere geldiği bir çevrimsel faaliyet içinde kullanılmaktadır.
Özenle tasarlanmış bu planın amacı, Yunan hükümetinin yükümlülüklerinden birini yerine getirememesinin Avrupa bankacılık sistemine olumsuz bir etkide bulunmamasını sağlamaktır. Sonuç olarak, troyka artık Yunan halkı üzerindeki pençesini daha da sıkılaştırabilir. Coene’in söylediği gibi, “Eğer avrodan ayrılırlarsa, bu onlar için on kat daha kötü olur. On kat.”
Kurtarma operasyonu ile ilgili bir diğer büyük yalan, “para olmadığı” ve bu yüzden Yunan halkının ödemesi gerektiğidir. Bunun böyle olmadığı da ortaya çıkmıştır.
Coane’in röportajı, Avrupa Merkez Bankası’nın Pazartesi günü başlayan “parasal genişleme” programının başlamasından hemen önce yayımlandı. ECB, gelecek 18 ay boyunca, devlet tahvillerinin alımı yoluyla, Avrupa mali sistemine 1 trilyon avrodan fazla para pompalayacak.
Bol miktarda para var. Ama bu para ekonomik büyümeyi, yeni sanayi ve altyapı projelerini finanse etmek ya da tüm avro bölgesinde yüzde 11’in üzerinde olan işsizliği azaltmak için kullanılmayacak.
AMB’nin tahvil alımları için yarattığı yüz milyarlarca avro, tahvil fiyatlarını yükseltirken bankaların “zehirli atık” olarak gördüğü fiyatlanamayan kredilerden kurtulmasını ve mali oligarşinin servetinin artmasını sağlayacak şekilde mali piyasalara akacak.
Bu arada, aynı kurum, Yunanistan halkına, bankaların alacağı parayı son avrosuna kadar geri ödemenin onun görevi olduğu konusunda dersler veriyor.
ECB’nin, tahvil alma ve para basma operasyonu, ekonomi tarikindeki en geniş Ponzi planı anlamına gelen şeyi finanse etmekte kullanılacak. Tüm Avrupa’da, devlet tahvilleri, tarihsel olarak en düşük, hatta negatif getiriler sağlıyor. Bu, bir devlet tahvili almış olan kişinin, bu işlemde vade bitimine kadar tam bir kayıp yaşayacağı anlamına gelir.
Tahvil alımcılarının, elbette böyle bir niyeti yok. Onlar, ECB’nin müdahalesinin tahvil fiyatlarını sahip olduklarının çok daha üstüne çıkartacağı ve onları satarak sermaye kazancı elde etmelerini sağlayacağı beklentisiyle, onların fiyatlarını yükseltecek ve kazançlarını azaltacak şekilde (bu iki hareket birbiriyle ters ilişki içindedir) tahvil alıyorlar.
Bütün Ponzi planlarında olduğu gibi, ECB’nin operasyonu, bir başka krizin koşullarını yaratmaktadır ve o, bu kez, merkez bankalarının doğrudan dahil olmasından dolayı, Yunan ve dünya ekonomisini vurandan daha ciddi bir kriz olma potansiyeline sahip. Kısacası, 2008 mali çöküşüne yol açan ve haklarında dava açılması bir yana, hiç biri suçlanmamış olan mali sektör suçluları, aynı şeyi yeniden yapmaya hazırlanıyorlar.
Syriza gibi küçük-burjuva örgütlerin sınıf karakterinin açığa çıkması, mali sermayenin diktatörlüğünün gözler önüne serilmesinden daha açık ve net değildir. Geçtiğimiz haftalarda, Syriza’nın, iktidara gelmesinden neredeyse bir ay sonra AB’ye tam teslimiyetini bir “taktik” ya da zaman kazanmaya ve sonradan mücadele etmeye yönelik bir manevra olarak geçiştirmek için, uluslararası bir kampanya başlatıldı. Ortada böyle bir durum söz konusu değildir.
Syriza’nın rezilliği onun sınıf karakterinden kaynaklanmaktadır. Syriza’nın kökleri, işçi sınıfı içinde değil ama Yunan burjuvazisinin ve orta sınıfın hali vakti yerinde kesimlerindedir ve o, bunu kulağa radikal gelen söylemlerle örtmeye çalışıyordu.
Siyasi olarak saf ve deneyimsiz insanlar kanmış olabilirler. Eğer böyleyse, onların, bu deneyimden öğrenmesi ve Syriza’nın işçi sınıfı için bir adım ileriyi temsil ettiği zehirli yanılsamasını desteklemeye devam eden sahte-sol grupları teşhir eden siyasi bir mücadeleye girerek yanlışlarını düzeltmesi gerekir.
Bununla birlikte, mali sermayenin diktatörlüğünü uygulayanlar hiçbir zaman aldanmadılar. Onlar, en baştan itibaren kiminle ve ne ile muhatap olduklarını biliyorlardı ve buna uygun davranıyorlar. Onlar Syriza’nın burjuva karakterine ilişkin değerlendirmelerinde o kadar emindiler ki, kendilerini, ödünsel bir kılıf önermek zorunda bile hissetmediler. Tam teslimiyet istediler ve bunu elde ettiler.
Yunanistan’daki ve tüm ülkelerdeki işçi sınıfının bu acı deneyimden dersler çıkartması gerekiyor. Mali sermayenin diktatörlüğüne, “sol” sözcüklerle ve yarım yamalak bir programla karşı konamaz. O, işçilerin iktidarı ve bankalar ile mali sermayenin mülksüzleştirilmesiyle başlayan uluslararası sosyalist bir programın uygulanması uğruna mücadele yoluyla devrilebilir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|