www.wsws.org/tr/2015/mar2015/cor1-m04.shtml
Aşağıdaki yorum, Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne, Atina’da yaşayan yüksekokul öğretmeni Evel Economakis’ten geldi. Bu yorumu, yazarının onayıyla yayınlıyoruz. Economakis, yorumu gönderirken, onun “yeni Syriza hükümetinin çelişkili doğasına ışık tutacağını” umduğunu yazmış ve “bu önemli, çünkü Avrupa çapında sol eğilimli birçok seçmen Syriza’ya güveniyor.” diye belirtmişti.
***
Syriza’ya özgü sosyalizm
Alexis Tsipras’ın solcu partisi, Syriza, 25 Ocak’ta ulusal seçimleri kazandı. O akşam, Atina’da yaşayan Yunan kökenli Amerikalı dostum “Karma” (onun takma adı), bana şu mesajı gönderdi: “Ben zafer konuşması için şehir merkezine gittim ve şaşkındım. Artık Kansas’ta DEĞİLİZ! Artık Carmina Burana yok: onlar Pink Floyd, The Clash, Bella Ciao, Springsteen ve Patti Smith çaldılar!”
Karma’nın mesajını, ne kadar memnun olduğumu ama aynı zamanda “Radikal Sol Koalisyon” Syriza’nın, seçimden önce verdiği sözlerden döneceğine dair korkularımı belirterek yanıtladım. Dostum kısa sürede yanıtladı, “Evet, hepimiz en iyisini umut ediyoruz ama Syriza’nın ilan ettiği hedef statükoyu devirmek değil. Bunun yerine, kazığa oturtmanın daha kibar, daha nazik bir biçimi için pazarlık yapmak istiyor.”
Bizimkisi azınlıkta kalan görüştü. Zaferi izleyen hafta içinde, solcuların çoğu, uzun süredir acı çeken Yunanistan’a sonunda daha iyi günlerin gelmiş olduğuna seviniyordu. Buna karşılık, merkez sağa sempatisi olanlar, yeni hükümetin kayıtsız işletmelere vergi uygulayacağını (hatta birçoğu “evlerimizi bizden alacaklar!” diyordu) ve Avrupa Birliği’nin ülkeyi kabaca defedeceğini söyleyerek alarm zilleri çaldılar.
Durum, Yunanistan’ın dışında da aynıydı: Tüm Avrupa’daki sosyalist seçmenler, sağcı hükümetlerinkinden daha adil bir kıta umudunu sağlaması için Syriza’ya bakıyorlar. Ancak, sağcılara göre, Tsipras’ın seçimden önce Yunanistan halkına verdiği sözler sosyalist, hatta radikaldi ki bu, Berlin’deki Angela Merkel ve Brüksel ile New York’taki troyka tarafından tasarlanmış bir görüş.
İlericiler, Syriza’ya ve onun liderlerine dair pek çok çekici şey buluyorlar. Örneğin, onların, Troyka'nın Yunanistan’a baskı yapmaya başladığı 2010’dan beri ortaya çıkan sayısız taban girişimini desteklemek gibi vaatleri: aşevleri, insanların yoksullara konserve yiyecek bağışı yapılabildiği süpermarket sepetleri, her tür mal ve hizmeti ücretsiz sunan çeşitli sosyalist “Craig’in listeleri”. Syriza bakanlarının, birinci sınıfta seyahati ya da önceki hükümetlerdeki bakanların keyfini sürdüğü limuzinleri, özel şoförler ve özel korumalar dahil avantaları reddederken, rahat kıyafet tarzları da burada övülüyor.
Syriza, ülkenin 327 milyon avroluk borcunu reddedeceğini, Troyka icra memurlarını kovacağını ve son beş yıldır ülkenin başına bela olmuş kemer sıkma politikalarına son vereceğini vaat ederek iktidara geldi. Hükümet, 25 Ocak’tan beri, en yoksul olanların vergilendirilmesini durdurma, evlerin bankalar tarafından haczedilmesini yasaklama, Yunanistan’daki iki limanın özelleştirilmesini durdurma, asgari ücreti artırma ve bazı kamu emekçilerini tekrar işe alma sözü verdi.
Burada harika, yeni bir rüzgar esiyor. Başbakan Tsipras, daha nazik, daha kibar bir muamele talep etmek için Berlin’e yaptığı yıldırım seyahatinden parlamento binasındaki ofisine dönmesinden yalnızca bir gün sonra, masasının üstünde, içinde (uçak biletinin karşılığı olarak) 550 avro olan bir zarf buldu. O, yardımcılarına “Bu nedir?” diye sordu. Tsipras, zarftaki paranın ne olduğu söylendiğinde, onu hükümetin kasasına nakit olarak geri gönderdi ve halka bu tür uygulamalara son verildiğini açıkladı.
Yunanistan’da birçok kişi, aynı şekilde Maliye Bakanı Yannis Varoufakis’ten de etkilenmiş durumda. Bir liberal blog yazarı, geçtiğimiz hafta, onu, gece 01.30’da, Syntagma Meydanı’nın yanındaki Amalias Meydanı’nda, tekerlekli bir seyahat çantasını çekerek ve elleri boş olan çocuğuyla konuşarak yalnız başına yürürken görmüş. Sosyal medya hemen tutuşmuş: “Gecenin bu saatinde korumalar olmadan ne yapıyorsun dostum? Unutma, sen bizim Maliye Bakanımızsın!”
Burada herkes Varoufakis’in son derece varlıklı bir ailenin çocuğu olduğunu bilir (onun babası, Yunanistan’ın en büyük ikinci çelik üreticisi Halivourgiki’nin genel müdürüydü). Bazıları geçmişini ona karşı kullanıyor. Buna karşın, bir blog yazarının belirttiği gibi, “Tarih, kendi sınıflarına ihanet eden ve daha az şanslı tarafa geçen zengin insanların örnekleriyle doludur ve Varoufakis kendisini bir Marksist olarak tanımlıyor.”
Gelin Syriza’ya daha yakından bakalım. Birçok solcunun ağzındaki ilk soru, onun neden küçük koalisyon ortağı olarak Bağımsız Yunanlılar Partisi’ni (ANEL) seçtiği. ANEL, bazıları açık bir şekilde Musevi karşıtı açıklamalar yapan ve Yunanistan’daki göçmenlerin “kendi ülkelerine gönderilmeleri” isteğini belirten aşırı sağcıları içeriyor. Tsipras’ın, 2004-2009 yılları arasında İçişleri Bakanı olarak görev yapmış bir merkez-sağ politikacı olan Panagiotis Pavlopoulos’i Cumhurbaşkanı olarak seçmesi de aynı derecede tuhaftır (bu tercih 17 Şubat’ta açıklandı).
Hükümetin bileşimindeki tuhaflık bakanların giyimine de yansıyor. Onların çoğu kravat takmayı, hatta bazıları gömleklerini pantolonlarının içine sokmayı bile reddederken, diğerleri üç parça takım elbise giyiyor.
Yannis Varoufakis, açılmış avuçlarıyla para isteyerek, Atina, Berlin ve Brüksel arasında mekik dokuyor. O, pantolonun içine sokmadığı gömleği ve takmadığı kravatı hakkında çok miktarda spekülasyona yol açtı. Kübalı devrimciler savaş giysileri giyiyordu ve bu hoştu; çünkü onlar tüm alacaklılarına defolup gitmelerini söylemişlerdi. O bir anlam ifade ediyordu. Bu etmiyor.
Syriza, Yunan milliyetçisi ve Alman karşıtı bir söylem üzerinde iktidara geldi. Bu nasıl ilerici oluyor? Onun taleplerinin -övgüyü hak etse de- aslında oldukça mütevazi olduğundan söz etmeye gerek yok. Kendilerini“radikal solcular” olarak tanımlayan tüm bu insanların Avrupa masasına koydukları şey, faize daha az; sağlık hizmetleri ve muhtaçlara yardım gibi şeylere daha fazla harcama talebidir. Müthiş şey, ama bu sosyalizm değil. Eğer öyleyse, o halde Barack Obama da bir sosyalisttir.
Varoufakis, geçtiğimiz üç yıldır, Atina’nın Syntagma Meydanı’ndaki kemer sıkma karşıtı göstericilerden New York’ta ABD Merkez Bankası (Federal Reserve) kadrolarına, Avrupa Parlamentosu’ndaki Yeşiller milletvekillerinden Londra ve New York’taki Bloomberg uzmanlarına, Londra’daki Avam Kamarası’ndan Manhattan ve Londra kentlerindeki serbest yatırım fonları sahiplerine kadar çeşitli dinleyicilere hitap etti. Onun konuşmadığı tek topluluk sıradan emekçilerdi. Bu, kendisinin sapkın bile olsa bir Marksist, olduğunu iddia eden birisi için, en azından tuhaftır.
O, ayrıca, kısa süre önce, Alman kamuoyuna yönelik bir röportajında, onlar “Yunanistanlılar için çok fazla para ödediler” dediğinde, Merkelci propagandayı benimsedi. Tam tersine, Yunanistan halkına hiç para gelmedi; para, tefecilere ve bankalara (bankokrasi) gitti. Aylık geliri pek çok Avrupalının oldukça altında olan ortalama Yunanistanlı, hiç kimseyi değil ama Alman, Fransız, ABD’li, Çinli ve –evet- Yunan bankerleri kurtaran borçları onarmak için ihtiyaç duyulan faiz oranlarını ödemek zorundaydı, hala da öyledir. Bir işe sahip olacak kadar şanslı olan eşim ve ben (ikimiz de öğretmeniz), ödeyemediğimiz bir sürü yeni vergi eliyle duvara yapıştırıldık. İki genç çocuğumuz, ebeveynlerinin onlara yeni kıyafetler ya da oyuncaklar alamaması ve hatta, arada bir dışarı çıkarıp bir restorana götürememesi gerçeğine uzun süre önce alıştılar.
Syriza’nın solundaki birçok insan (Yunanistan Komünist Partisi ile Troçkistlerin bir oluşumu Antarsia-“isyan”sözcüğünün kısaltması), Varoufakis’in, kapitalizmin yerine sosyalizmi geçirmeyi istemediği yönündeki açıklamalarına oldukça eleştireller. O, sağcı Altın Şafak’taki ırkçı fanatiklerinin egemenliğini önlemek adına Avrupa’nın sosyo-ekonomik sistemini istikrara kavuşturmak için bir mücadeleye atıldığını kendisi itiraf etti. O, Avro Bölgesi’nin dağılmasına inatla karşı çıktığını söylüyor. Onun soldaki karşıtları, onu modern bir yatıştırma politikası uyguladığı için eleştiriyorlar. Onlar, faşizmin kriz içindeki kapitalizmden doğduğunu ve faşistlerin kapitalizm karşıtı olmadığını, kapitalizme hiçbir tehdit oluşturmadıkları için sistemin faşistlerden kurtarılamayacağını savunuyorlar.
Yunanistan’ın Maliye Bakanı, “sağcılarla bile” ittifak istediğini söyleyerek destekleyicilerini şaşırttı. O, “hor gördüğüm bir sistemi istikrara kavuşturmak için mütevazi bir gündem” peşinde olmasını “gerçekten radikal” olarak tanımlıyor ve “kibar çevrelerle anlaşmaya hazır hale gelme duygusuna müsamaha göstererek, kendi yaşamım sürecinde kapitalizmin yerini bir başka sistemin alacağı yönündeki her türlü umuttan vazgeçmekten kaynaklanan üzüntüyü el altından hafifletme riskini göze aldığını” kabul ediyor.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Syriza’nın solundakilerin çoğu, ama parti içinde yükselen sesler de, denizcilik ve çelik sanayicisi George Angelopoulos ile petrol ve bankacılık kodamanı Spiros Latsis gibi artan sayıda dev kapitalistin, son günlerde, Tsipras’ın yeni hükümetine desteklerini söylemek üzere öne çıkması olgusundan yakınıyor.
Varoufakis, “stratejik amaçlar” uğruna kapitalizmi kendisinden kurtarmak istediğini iddia ediyor. O, kendisinin, Tsipras’ın ve Syriza’nın kapitalizmi bir kez “kurtardığı" zaman ne yapmaya niyetlendiğinden hiç söz etmiyor. Tüm bu sözler, Atina, Londra, Berlin, Paris, Madrid ve New York’taki büyük iş adamları ile bankerler için ne denli tatlı olmalı.
Atina’daki yeni hükümet Berlin ve Brüksel’e karşı enerjik şekilde davranabilecek mi? Kulağa tuhaf gelse de, Syriza bunu yapma cesaretine sahip olursa, aşırı milliyetçi yobazların desteğini alacak; bu da Nazileri köreltecek ve solu geliştirecek. Eğer Tsipras hükümeti bunu yapmazsa, yamyamlar o devrildiğinde intikam duygusuyla geri dönecekler.
Gerçek çelişki, Varoufakis’in ileri sürdüğü gibi, kapitalizm ile faşizm arasında mı? Yoksa Yunanistan, gerçekte yeryüzü, insan ve doğa kaynaklarının daha insani, akılcı ve sorumlu bir yönetim biçimine mi gereksinim duyuyor?
Buradaki çok sayıda insan Syriza’nın hiç kimsenin kapatamadığı bir kapıyı açmış olmasına dua ediyor; onlar, Atina’daki yeni hükümetin, Avrupa’ya, Güney Avrupa ile Berlin ve Paris’teki güçlü iktidarlar arasındaki haksız ticari ilişkileri ortadan kaldıracak yani bir demokratik değerler sistemi aşılayacağını umuyorlar. İyi de, bu, dünyanın derin bir krizde olduğu gerçekliğini nasıl değiştirecek? Bu bizi, yanan dünyamızın dumanından, bir başka dünya savaşından ya da feodalizmin yeni, modern bir biçimine sürüklenmekten -ki bunun olması daha muhtemel- nasıl kurtaracak?
Arkadaşım Karma, dün bana şu mesajı attı: “Syriza’ya kapitalizm ile sosyalizm arasında bir tercih sunuldu. O kapitalizmi seçti ve faşistler tarafından süpürülecek.”
Evel Economakis
Atina, Yunanistan