www.wsws.org/tr/2015/feb2015/pers-f24.shtml
Küçük burjuvazi, “göreceğimiz üzere, ona güvenen her hareketi yalnızca tahrip etme yeteneğine sahiptir”. (Friedrich Engels, 1852)
***
Yunanistan’da Başbakan Alexander Tsipras başkanlığındaki Syriza hükümetinin kemer sıkma karşıtı seçim programını tanımaması ve onu oylarıyla iktidara getiren yoksul emekçilere bütünüyle ve açık bir şekilde ihanet etmesi bir aydan kısa sürdü.
“Sol” küçük burjuva siyasetin tüm kirli tarihinde, Başbakan Tsipras’ınkine bütünüyle uyan bir aldatma, siniklik ve gerçekten tiksindirici korkaklık örneğini bulmak oldukça zor. Seçimler ile ihanet arasında geçen zaman açısından bakıldığında, Syriza hükümeti, muhtemelen yeni bir dünya rekoru kırmış durumda.
Tsipras, Avrupa Birliği’ne tam bir teslimiyetten başka bir şey olmayan anlaşmanın ardından geçen saatlerde, Syriza’nın yerlere kapanmasının büyüklüğünü inkar etme ve kendi siyasi iflasını örtme yönünde ümitsiz bir çaba içinde bir demagojik yalan saldırısı başlattı.
Tsipras, televizyondan yaptığı ve gerçeklerle ilgisi olmayan bir açıklamada, “Biz Yunanistan’ı ayakta ve onurlu tuttuk.” dedi. O, Avro Bölgesi Maliye Bakanları ile sağlanan anlaşma “kemer sıkma önlemlerine son vermektedir” iddiasını ortaya attı ve ekledi: “Birkaç gün içinde çok şey elde ettik ama önümüzde uzun bir yol var. Avro Bölgesi bünyesinde rota değiştirmek için belirleyici bir adım attık.”
Bu sözcüklerin hiçbiri doğru değil. Syriza tarafından imzalanan Avro Grubu açıklaması, onun hükümetine “önlemlerden her türlü geri adım atmaktan ve politikalar ile yapısal reformlara yönelik tek yanlı değişikliklerden kaçınma” yükümlülüğü vermektedir. Başka sözcüklerle ifade edersek, Yunan hükümeti, önceki hükümet tarafından yürürlüğe konmuş mevcut kemer sıkma önlemlerini uygulamaya devam edecektir.
Dahası, Syriza, Tsipras’ın daha önce tanımama sözü vermiş olduğu nefret edilen memorandumda belirtilen “şimdiki düzenlemeler temelinde” yeni “reform önlemleri” hazırlayacak. Ve Syriza, daha önce Yunanistan’ın son derece büyük borçlarını iptal edeceğini vurgulamış olmasına karşın, Avro Grubu ile varılan anlaşma, ülkenin “tüm alacaklılarına olan mali yükümlülüklerini tam olarak ve zamanında yerine getireceğini” belirtiyor.
Syriza hükümeti, “troyka” ile ilişkileri kesmek bir yana, şimdi, “Avrupalı ve uluslararası kurumlarla ve ortaklarla sıkı uyum içinde çalışma” sözü vermektedir. Burada, özellikle, AB ile birlikte troykayı oluşturan Avrupa Merkez Bankası’ndan (AMB) ve IMF’den söz ediliyor. “Mevcut programın [Avrupa Mali İstikrar Fonu] önemli bir diliminin ödenmesi, önceden olduğu gibi, bu kurumların” değerlendirmelerine bağlıdır. Dolayısıyla, Yunanistan, troykanın mutlak egemenliği altında olacak.
Tsipras ile görüşmeleri sürdüren ortağı Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, Avrupa Birliği’nden, anlaşmanın üslubunda, bir pratik önem taşımayan küçük değişiklikler dışında herhangi bir ödün elde etmedi.
Tsipras ile Syriza’nın savunucuları hükümetin sefil ihanetini kahramanca bir zafer gibi göstermeye çalışırken, Avrupa’daki ve ABD’deki kapitalist basın, başbakanın teslimiyetinin çapı konusunda lafı ağızlarında gevelemedi.
Londra’da yayımlanan Financial Times, “Eğer bu Alman ekonomik tutuculuğuna yönelik bir meydan okuma idiyse, başarısızlığa uğradı. Almanlar, esas konuların hepsinde üstün geldi.” diye yazıyor.
Almanya’da yayımlanan Frankfurter Allgemeine Zeitung, “Yunanistan, eski kurtarma planına solcu Syriza’nın başında olduğu yeni hükümetle devam ediyor. Fonlama, yalnızca ülkenin reformlara girişmesi durumunda sağlanacak.” diyor.
Fransa’daki Le Monde, anlaşmayı açık bir şekilde betimliyor: “Atina, kredi verenlerin (IMF, AMB, AB) troykası tarafından dayatılan reformları yürürlüğe koyarak, önceki muhafazakar Antonis Samaras hükümetinin işini tamamlama sözü veriyor.”
Tsipras’ın AB’ye teslimiyet töreninin tadını çıkartan The Wall Street Journal, daha fazla aşağılamanın yaşanacağını öngörüyor. ABD mali sermayesinin başlıca sesi olan gazete, “Tsipras Daha Fazla Burun Sürtülmesi Bekleyebilir” başlıklı bir makalede şunları yazıyor: “Bay Tsipras, geçtiğimiz hafta içinde birçok konuda teslim oldu… Ama Yunanistan’ın Avro Bölgesi içindeki yerini bir kez daha kuşkuya yer bırakmadan sağlama konusunda ciddi ise, onun çok daha fazla konuda teslim olması gerekecek.”
Syriza hükümeti tarafından imzalanan anlaşma, işçi sınıfının çıkarları açısından canice bir ihanettir. Ama bu anlaşma, Syriza yönetimi (Yunan egemen seçkinlerinin kimi kesimleri ve hali vakti yerinde üst orta sınıf) tarafından temsil edilen gerçek toplumsal ve ekonomik çıkarlar açısından, bir hayal kırıklığından başka bir şey değil. Tsipras’ın, asıl olarak Yunanistan emekçilerini kandırmayı ve yanlış yönlendirmeyi amaçlayan demagojisine rağmen, Syriza’nın görüşme stratejisi, bütünüyle, onun kapitalist çıkarlara tabi olmasıyla belirlenmişti.
Yunan egemen sınıfı ve üst orta sınıf, Yunanlıların sahibi olduğu şirketlerin mali kredilere erişimini kısıtlamış olan koşullarda bir hafifletme sağlanmasını ummuş olabilir. Ama onlar, AB bankerleri ile bir çatışmaya hevesli değildi ve Avrupa kapitalizmini istikrarsızlığa sürükleyebilecek, hele de onların Yunanistan’daki şirketlerini ve mali çıkarlarını tehdit edecek her türlü önleme tamamen karşıydı.
Syriza hükümetinin gerçek ekonomik ve siyasi gündemi, Yanis Varoufakis’in Avro Grubu’nun 11 Şubat günkü bir toplantısında kapalı kapılar ardında söyledikleriyle, tam olarak belirginleşti. “Biz ciddi yapısal reformlar yapmaya kararlıyız” diyen Varoufakis, sözlerini, Syriza hükümeti “modern Yunan tarihindeki en reform yönelimli hükümet olacak ve Avrupa’daki en coşkulu reformcular arasında yer alacaktır” şeklinde sürdürdü.
Varoufakis, Syriza’nın kapitalist çıkarların korunmasına olan bağlılığı konusunda bir yanlış anlama olmasın diye, şunları söyledi: “Hükümet, kamu mülkiyetindeki varlıkların özelleştirilmesi ve geliştirilmesi konusunda kesinlikle dogmatik değildir. Biz, her bir projeyi, yalnızca kendi getirisi üzerinden değerlendirmeye hazır ve istekliyiz. Pire Limanı özelleştirilmesinden vazgeçildiğine ilişkin medya haberleri artık gerçekliğe dayandırılamayacak.” [vurgular sonradan eklendi]
Varoufakis, “bizim önceki reformları iptal ettiğimizi ve bütçeye eklediğimizi ima ederek ortaklarımızla aramızda yanlış anlamalara yol açmış olan yanıltıcı haberler”i de kınadı.
Varoufakis, Syriza’nın, Avro Bölgesi’nden bir çıkışı tasarlamak bir yana, “sevgili meslektaşlarına”, Avrupa’nın “bütün ve bölünemez” olduğunu düşündüğü “ve “Yunanistan hükümetinin, Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nin ve parasal birliğin kalıcı ve ayrılmaz bir üyesi olduğunu göz önünde bulundurduğu” güvencesini verdi.
Varoufakis, son olarak, Avro Bölgesi maliye bakanlarını, Syriza’dan korkmalarını gerektirecek hiçbir şey olmadığı konusunda ikna etmeye çalıştı. O, Syriza’nın zaferinden memnun olmayanların varlığından hayıflandı. Varoufakis, “Onlara yalnızca şunu söyleyebilirim ki bizi düşman olarak görmek, kaçan bir fırsat olacaktır” dedi.
Gerçekte, Varoufakis, bakanları, Syriza’nın troykaya bütünüyle itaatine ikna etmekte o denli başarılıydı ki, onlar herhangi bir ödün verme gereği bile görmediler. Syriza hükümetinden korkacak bir şeyleri olmayan maliye bakanları, ona, büyük bankaların başarısız küçük şirketlerle görüşmelerinde genellikle sergiledikleri türde bir küçümseme ve acımasızlık bileşimiyle davrandılar.
Geçen ay yaşananlar, Yunanistan, Avrupa ve dünya işçi sınıfı için önemli bir siyasi deneyim oluşturmaktadır. Syriza tarafından oynanan rol, 1960’lı ve 1970’li yılların radikal öğrenci politikalarının kalıntılarının ortasında gelişmiş olan bir tür “sol” orta sınıf politikasının özünde gerici karakterinin çarpıcı bir teşhiridir. İşçi sınıfı, eski Stalinist, sosyal demokrat ve reformist işçi örgütleri eliyle birbiri ardına yenilgilere uğratılırken, orta sınıfın kimi kesimleri, doğrudan ya da dolaylı olarak, Thatcher ile Reagan’ın iktidara gelmesinin ve yeni liberal politikaların uluslararası egemenliğinin; özellikle de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ve Çin’de kapitalizmin restorasyonunun ardından küresel menkul değerler borsalarında yaşanan patlamadan yararlanmıştı.
Orta sınıfın ayrıcalıklı kesimlerinin işçi sınıfına yönelik toplumsal ve siyasal tutumu, o zenginleştikçe, yabancılaşmadan ve ilgisizlikten, giderek artan düşmanlığa dönüştü. Bu sosyo-ekonomik süreç, [onlar için,] işçi sınıfının devrimci rolü ve kapitalizme karşı sınıf mücadelesi ile özdeşliği bütünüyle kabul edilemez hale gelmiş olan Marksizmin, bu kesimler tarafından ideolojik olarak inkar edilmesine yansıdı.
Hali vakti yerindeki orta sınıf, proleter sınıf mücadelesi politikalarının yerine, çıkarlarını onun aracılığıyla gözettiği siyasi programın temelini oluşturan (ırksal, etnik köken, cins ve cinsel yönelim) bir “kimlik gündemleri” zırhını kuşandı. Hali vakti yerindeki bu sosyal çevre ve onun siyasi partileri, kapitalist sınıf ilişkilerinin alaşağı edilmesini istemek bir yana, asıl olarak, toplumun en zengin yüzde 10’luk kesimi içindeki servetin daha eşitlikçi biçimde paylaşılması ile ilgilenmektedir. Aşırı zenginlere imrenen bu kesimler, işçi sınıfını küçümsemekte ve ondan korkmaktadır.
Syriza, bu sosyo-ekonomik süreçler eliyle yaratılmış sayısız siyasi örgütün yalnızca en fazla öne çıkanıdır. O, Almanya’daki Sol Parti ile İspanya’daki Podemos’tan ve dünyanın dört bir yanındaki çok sayıda daha küçük gruptan, yalnızca ulusal bir hükümetin önderliğini alan ilk parti olmasıyla ayrılmaktadır.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin bu partileri sahte sol olarak nitelemesi, söylemsel bir uygulama değil ama titiz bir siyasi tanımlamadır. Onlar, orta sınıfın işçi sınıfına kesin olarak düşman seçkin kesimlerini temsil eden burjuva partileridir. Onlar müttefik değil; amansız düşmanlardır. Emekçiler onlarla ilişkilerini kesmeli; onların işçi sınıfı üzerindeki bütün siyasi etkisini ortadan kaldırmaya çalışmalıdır.
Syriza’nın, yalnızca birkaç hafta önce onun seçilmesini “Yunan halkı için yeni bir başlangıç/şafak” ve “ileriye doğru atılmış büyük bir adım” olarak selamlayan savunucuları, hiç kuşkusuz, yapılabilecek başka bir şey olmadığını söyleyecekler. Onlar, Syriza’yı desteklerken kendi sınıf çıkarlarını açığa vuruyorlar.
Kemer sıkma ve gericilik programını onaylamış olan Syriza’ya gelince; o, işçi sınıfı ile doğrudan çatışmaya giriyor. Tsipras, bankaların talimatlarını Yunanistan’da dayatmaya çalışırken, işçi sınıfı muhalefetini ezmek için, her zamankinden daha doğrudan bir şekilde devlete ve polise yaslanmak zorunda kalacaktır. Syriza hükümetini destekleyen sahte sol gruplar, hizaya gelecekler.
İşçi sınıfının, kadroları Syriza ve diğer sahte sol gruplar tarafından doldurulmuş hükümetlerden daha radikal politikalar talep etmesi mümkün değildir. İşçi sınıfı, kendisini, yalnızca, kapitalist sınıfın bütün kesimlerinden bağımsız ve uluslararası devrimci bir program üzerine kurulu; işçi iktidarlarının kurulmasına, kapitalizmin ortadan kaldırılmasına ve bir dünya sosyalist toplumunun kurulmasına yol gösteren yeni işçi sınıfı partilerinin inşa edilmesi yoluyla savunabilir. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin kendisini adadığı tarihsel görevdir.