World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz

Yazıcıya hazırla

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) Tarihsel ve Uluslararası Temelleri – Bölüm 6

6 Aralık 2015
İngilizce’den çeviri (4 Ekim 2008)

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SEP-ABD) Tarihsel ve Uluslararası Temelleri adlı doküman, SEP’in 3-9 Ağustos 2008 tarihleri arasında toplanan kuruluş kongresinde tartışılmış ve kabul edilmiştir. Aşağıda 6. bölümünü sunduğumuz dokümanı toplam 11 bölüm halinde yayımlayacağız.

WSWS, daha önce, Kuruluş Kongresi’nde ayrıca kabul edilen Sosyalist Eşitlik Partisi’nin İlkeler Bildirisi’ni yayımlamıştı.

Pablocu Revizyonizmin Kökenleri

110. Kapitalist gelişmenin kapsamlı istikrarı, savaş sonrasındaki toplumsal mücadelelere çelişkili bir karakter kazandırdı. Savaşın sona ermesi, ileri ülkelerdeki sınıf mücadelelerinde ve sömürgelerdeki emperyalizm karşıtı hareketlerde bir yükselişi beraberinde getirdi. Bununla birlikte, ekonomik istikrar, bu mücadelelerin başına geçmiş olan burjuva ulusalcı hareketlerin, Stalinistlerin, sendika bürokratlarının ve küçük-burjuva eğilimlerin hareket alanını büyük ölçüde genişletti. Bu hareketlerin ve örgütlerin nesnel işlevi, küresel kapitalist sistemin kalıcılığını sağlamak için, şu ya da bu biçimde, işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin geniş kesimleri içinde bir taban desteği oluşturmaktı. Onlar, savaşın ardından ikinci bir yaşam şansı edinmiş olan ulusal reform politikaları aracılığıyla kalıcı kazanımlar elde edilebileceği yanılsamasını güçlendirdiler.

111. Savaş donrası dönemin karmaşıklığı, Troçkist hareket içindeki ifadesini, burjuva ve küçük-burjuva örgütlere uyarlanan revizyonist eğilimlerde buldu. Revizyonistler, Stalinist ve Sosyal Demokrat eğilimler ile küçük-burjuva ulusalcı ve radikal hareketleri, işçi sınıfının bağımsız seferberliğinin önündeki engeller olarak değil; sosyalizmi gerçekleştirme yolunda alternatif araçlar olarak görmeye başladılar. Dolayısıyla, söz konusu olan, Dördüncü Enternasyonal’in bağımsız perspektifiyle bu örgütlere karşı koymak değil; Dördüncü Enternasyonal’i, işçi sınıfının ve ulusal hareketlerin var olan önderlikleri üzerinde bir baskı grubuna dönüştürmekti. Revizyonistler, Troçki’nin onların karşı-devrimci karakterine yaptığı vurguyu reddederek, Stalinistlere ve burjuva ulusalcılara tarihsel olarak ilerici bir rol atfettiler. Dördüncü Enternasyonal’in üzerinde yükseldiği perspektifin bu revizyonu, asıl olarak, savaş sonrası Troçkist hareketin Avrupa’daki önde gelen iki ismi, Michel Pablo ve Ernest Mandel tarafından geliştirildi.

112. Pablo’nun revizyonları, Doğu Avrupa’daki siyasi değişimlere yönelik izlenimci bir tepkiydi. Dördüncü Enternasyonal’in Stalinistlerin egemenliğindeki rejimlerin kurulmasına yönelik ilk tepkisi Troçki’nin görüşlerine dayanıyordu. Dördüncü Enternasyonal, Stalinistlerin siyasi “başarılar”ına rağmen, onların özünde karşı-devrimci rolünde ısrar etti. Dördüncü Enternasyonal, 1946’da şu saptamayı yaptı:

Onların sözcüklerle anlatılamaz ihanetleri, kitlesel ayaklanmaların kökünü kazımaları, karşı-devrimci terörleri, yol açtıkları tahribat ve yağma… bütün bunlar, emekçilerin gözünde komünizm sözcüğünün ve düşüncesinin saygınlığını ortadan kaldırıyor. Doğu Avrupa’daki ulusallaştırmalar, Stalin’in işçi sınıfına karşı işlediği suçlarla karşılaştırıldığında ne kadar önemli? Doğu Avrupa’daki Stalinist karşı-devrimci maceralar, ona tarihte ilerici bir misyon bağışlamayı değil; bu kanlı iblisi ezme ve onun dünya işçi sınıfına ve işçi sınıfının kurtuluş mücadelesine şimdiye kadar vermiş olduğundan daha fazla zarar vermesini önleme gerekliliğini daha acil hale getirmiştir.

Stalinizmin körlüğü, anlatılamayacak derecede gerici karakteri ve tarihsel iflası, her şeyden önce Doğu Avrupa’da bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Kremlin, SSCB’nin ekonomik gereksinimlerini karşılamada hiçbir anlam taşımayan küçük ganimetler ve küçük savaş tazminatları uğruna bütün Doğu Avrupa’da ve dünyada kendisine karşı bir nefret duvarı yükseltmektedir. Kremlin, yoksulluktan kıvranan, iflas etmiş olan Balkanlar’da askeri denetim uğruna, İngiliz-Amerikan emperyalistlerinin devrimi ezmesine ve çürüyen kapitalizmi ayakta tutmasına yardımcı olmuştur. [69]

113. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Yürütme Komitesi, Nisan 1949’da şunları yazdı:

Stalinizme ilişkin bir değerlendirme, onun izlediği politikanın yerel sonuçları üzerinden değil; onun dünya çapındaki faaliyetlerinin bütünlüğünden hareket ederek yapılmak zorundadır. Kapitalizmin, savaştan dört yıl sonra, bugün bile sergilediği çürüme durumunu göz önünde bulundurduğumuzda ve 1943-45’teki somut durumu değerlendirdiğimizde, Stalinizm, dünya çapında, Avrupa’daki ve Asya’daki kapitalist düzenin ani ve eşzamanlı bir yıkımını önlemede belirleyici etmen olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda, bürokrasi tarafından tampon bölge oluşturmada elde edilen “başarılar”, en fazlasından, emperyalizmin dünya sahnesindeki hizmetler karşılığında ödediği bedeldir ki bu bedel, bir sonraki aşamada sürekli olarak sorgulanacaktır.

Dünya açısından yaklaşıldığında, Sovyet bürokrasisi tarafından tampon bölgenin SSCB’ye özümlenmesi anlamında gerçekleştirilen reformlar, onun bütün politikalarıyla demoralize ettiği, yönünü şaşırttığı, felç ettiği ve böylece emperyalist savaş hazırlıklarına karşı duyarlılığını bir ölçüde azalttığı dünya proletaryasının bilincine, özellikle tampon bölgedeki faaliyetleri dolayımıyla indirdiği darbeler ile karşılaştırıldığında, son derece küçük bir anlam ifade eder. Bizzat SSCB açısından bakıldığında bile, dünya proletaryasının Stalinizmin yol açtığı yenilgileri ve moral bozukluğu, tampon bölgenin sağlamlaştırılmasının sağladığı destekle karşılaştırılamayacak denli büyük bir tehlike oluşturmaktadır. [70]

Pablo'nun Troçkizmi Reddetmesi

114. Fakat 1949 sürecinde, Pablo’nun görüşünü değiştiriyor olduğunun belirtileri vardı. O, Stalinist türde “deforme işçi devletleri” altında yaşanacak “yüzyıllar” içinde gerçekleşen bir kapitalizmden sosyalizme geçiş üzerine yazılar yazmaya başlamıştı. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Yürütme Komitesi, 1951’de, “savaş-devrim” teorisini destekleyen bir kararı onayladı. Bu teori, ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir savaşın patlamasının, Sovyet bürokrasisinin sosyalist devrimlere ebelik işlevi görmek zorunda kalacağı küresel bir iç savaş biçimini alacağını savunuyordu. Pablo, aynı yıl, “hareketimiz için nesnel toplumsal gerçeklik, asıl olarak kapitalist rejimden ve Stalinist dünyadan oluşmaktadır.” [71] iddiasında bulunan bir doküman yayınladı.

115. Pablo’nun çözümlemesi, sınıf çatışmasını, işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını ve böylece Dördüncü Enternasyonal’in tarihsel gerekliliğini ortadan kaldırıyordu. Ona göre, Dördüncü Enternasyonal’in görevi, var olan Stalinist örgütler içinde bir baskı grubu olarak çalışmaktı. Pabloculuk, Stalinist bürokrasiye atfetmiş olduğu yanlış iddiaları, yarı-sömürgelerdeki ve azgelişmiş ülkelerdeki burjuva ulusalcı hareketlere genişletti. Pablo, sınıfsal bir çözümleme yerine, “gerçek kitle hareketlerine uyarlanma”dan söz ediyordu. O, Dördüncü Enternasyonal’in Ağustos-Eylül 1951’deki Üçüncü Dünya Kongresi’ne sunulan bir raporda, bu yaklaşımdan çıkardığı sonuçları şöyle açıkladı: “Şu anda, biçimsel bağımsızlığı ve diğer bütün örgütsel kaygıları, ortaya çıktığı her ülkede kitle hareketiyle gerçekten bütünleşmeye ya da bu hareketin etki altına alınabilecek önemli bir akımıyla bütünleşmeye tabi kılma gereğini bir bütün olarak ya da kısmen, ciddi olarak, köklü ve doğru biçimde anlamamış tek bir Troçkist örgüt bulunmuyor.” [72]

116. Pabloculuğun teorik temeli, Marksist hareketin, partinin dünya devriminin gelişmesindeki rolü üzerine yaptığı vurguyu kabul etmeyen nesnelci yöntemdi. Daha sonra açıklandığı üzere:

Nesnelciliğin bakış açısı, devrimci pratik faaliyet yerine derin düşünce; mücadele yerine gözlemdir. O, ne yapılması gerektiğini anlatmak yerine, olanları gerekçelendirir. Bu yöntem, Troçkizmin artık iktidarı almaya ve tarihin akışını değiştirmeye kararlı bir partinin pratik etkinliğine yol gösteren öğreti olarak görülmediği; sosyalizmin, sonuçta Dördüncü Enternasyonal’e düşman, proleter olmayan önderlikler altında gerçekleşeceği bir tarihsel sürecin genel yorumu olarak kavrandığı bir perspektife teorik dayanaklar sağladı. Troçkizme olayların gelişiminde herhangi bir doğrudan rol atfedilecekse, bu, yalnızca, Stalinistlerin, yeni-Stalinistlerin, yarı-Stalinistlerin ve elbette şu ya da bu türde küçük-burjuva ulusalcıların faaliyetlerine bilinçsizce yol gösteren bir tür bilinçaltı düşünsel süreçten ibaretti.

Pabloculuk, bu anlamda, doğru olmayan değerlendirmeler, yanlış öngörüler ve programatik revizyonlar dizisi olmanın ötesine geçti. Bilimsel sosyalizmin bütün temellerine saldırdı ve Marksistlerin sınıf mücadelesinin yüz yılı aşkın sürelik gelişmesinden çıkartmış olduğu başlıca dersleri inkar etti. Pablo, bilinç unsurunun proletaryanın mücadelesindeki ve proletarya diktatörlüğünün gerçekleştirilmesindeki gerekliliğini sorguladığında, Marksist teorinin 20. yüzyıldaki en büyük kazanımının -Leninist parti kavrayışının- altı oyuldu. Pablo’ya ve izleyicilerine göre, işçi sınıfının teorik eğitimine ve tarihsel görevinin bilincine varmasına gerek yoktu. Burjuva ideolojisinin, işçi sınıfının kendiliğinden hareketi üzerindeki egemenliğine karşı Marksizm uğruna bir mücadele vermek gerekmiyordu…

Stalinizme uyarlanma, Pablocu yeni yaklaşımın başlıca özelliklerinden biriydi ama bunu onun asıl özelliği olarak görmek yanlış olur. Pabloculuk, tam bir tasfiyecilik; yani, proletaryanın sosyalist devrimdeki hegemonyasının ve işçi sınıfının tarihsel rolünün bilinçli ifadesi olarak Dördüncü Enternasyonal’in gerçekten bağımsız varlığının yadsınmasıydı (hala da öyledir)…

Troçkist hareketin pratik etkinliği, artık, merkezi olarak proletaryayı eğitmek, onu tarihsel görevinin bilincine ulaştırmak ve onun bütün diğer sınıfsal güçlerden koşulsuz programatik ve örgütsel bağımsızlığını sağlamak amacına yönelik değildi. O, toplumsal üretim ilişkilerinin ve sınıfsal güçlerin, proletaryanın özgün devrimci rolüne ilişkin tarihsel olarak oluşmuş güvene dayanan bilimsel bir çözümlemesi üzerine de kurulu değildi. Faaliyet, bunun yerine, onlarca yıllık mücadele üzerinde oluşturulmuş ilkeli pozisyonların, var olan Stalinist, Sosyal Demokrat ve burjuva ulusalcı örgütlerin önderlerini etkileme ve onları sola itme boş umudu uğruna feda edildiği küçük taktiksel çıkarlara indirgenecekti. [73]

117. Bu perspektife göre davranan Pablo, Mandel’in desteğiyle, bütün ulusal şubeleri, kendilerini bağımsız örgütler olarak feshetmeye ve Stalinist partilere katılmaya (onların kendine özgü entrizm adını verdikleri taktik) zorlamak için Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Sekreteri olma konumundan yararlanmaya çalıştı. Revizyonistler, her ülkede Dördüncü Enternasyonal’in şubelerini oluşturma üzerinde yoğunlaşmanın yanlış olduğu sonucuna vardılar. Bu pozisyon, bugünkü çok sayıda oportünist eğilim tarafından da bir çok kez yinelenecek olan yıkıcı bir perspektifin karakteristik özelliği haline geldi. Onlar, devrimci partilerin inşasının mümkün olmadığı sonucuna vardılar; dolayısıyla, tarihine, programına ve sınıfsal temeline aldırmaksızın, belirli bir zamanda kitlesel örgütlerin başında olan diğer güçlere doğru bakmak gerekiyordu.

118. ABD’deki Pablocu eğilime Bert Cochran önderlik ediyordu. Asıl olarak işçi sınıfı üzerindeki komünizm karşıtı basıncı ve yaşam standartlarının yükselmesinden yararlanan tutucu bir işçi tabakasının büyümesini yansıtan bu eğilim, SWP içindeki bir grup sendikacı arasında destek buldu. Cochrancılar, Troçkizm ile Stalinizm arasındaki ayrışmaya ilişkin her türlü tartışmadan vazgeçmek istiyorlardı ki bu pozisyon, onların utanç verici “Eski Troçkizmi Çöpe At” sloganında ifade edildi. Sosyalist bilincin tarih bilinci olduğu biçimindeki temel ilkeye karşı çıkan Cochran, 1951’de şunları yazdı: “Troçki, doğrudan ve en açık anlamıyla hareketimizin öğretmeni ve önderiydi, ama bu iki öncülden, hiçbir biçimde, işçileri, artık tarihe mal olmuş Stalin-Troçki kavgasının doğruları ve yanlışları konusunda aydınlatmaya çalışarak bayrağımız altında toplama konusunda daha başarılı olacağımız sonucu çıkmaz…” [74] Tarihi unutma yönündeki bu çağrı, gerçekte, o tarihte temsil edilen perspektifi ve ilkeleri reddetme anlamına geliyordu. Cochrancıların çoğu, sonuçta, sendika bürokrasisinin ve Demokratik Parti’nin yolunu tutarak, tasfiyeci perspektiflerini mantıksal sonucuna ulaştıracaktı.

“Açık Mektup” ve Uluslararası Komite’nin Kurulması

119. Dördüncü Enternasyonal içinde gelişen hizip mücadelesi, Kasım 1953’te, dünyanın dört bir yanındaki Troçkistlere yönelik bir Açık Mektup’un Cannon tarafından yayınlanmasıyla doruk noktasına ulaştı. Bu mektup, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) kuruluşunun programatik zeminini oluşturuyordu. Cannon’un Fransa’daki ve Britanya’daki Troçkist örgütlerin desteklediği bu eylemi, dünya Troçkist hareketinin karşı karşıya kaldığı koşullar eliyle baştan sona doğrulandı. Söz konusu olan, Dördüncü Enternasyonal’in üzerinde yükseldiği temel siyasi ilkelerin ve onun bağımsız devrimci bir örgüt olarak varlığının savunusuydu. Cannon’un mektubu, Pabloculuk ile uzlaşmanın neden mümkün olmadığını anlatırken, bu ilkeleri özetliyordu:

1. Kapitalist sistemin can çekişmesi, giderek kötüleşen bunalımlar, dünya savaşları ve faşizm gibi barbarca ifadeler dolayımıyla uygarlığı yıkımla tehdit etmektedir. Atom silahlarının gelişmesi, bugün, bu tehlikeyi olabilecek en vahim biçimde vurgulamaktadır.

2. Bu uçuruma gidiş, yalnızca kapitalizmin yerini dünya çapında planlı sosyalist ekonominin almasıyla; kapitalizmin ilk döneminde açılmış olan ilerleme çevriminin bu yolla yeniden başlatılmasıyla önlenebilir.

3. Bu, yalnızca, toplumdaki tek gerçek devrimci sınıf olan işçi sınıfının önderliği altında gerçekleştirilebilir. Ancak, dünyadaki toplumsal güçler arasındaki ilişkiler, işçilerin iktidar yolunu tutması için hiçbir zaman bugünkü kadar uygun olmamakla birlikte, bizzat işçi sınıfı bir önderlik kriziyle karşı karşıyadır.

4. İşçi sınıfı, kendisini bu dünya-tarihsel amacı gerçekleştirme yönünde örgütlemek için, her ülkede, Lenin tarafından geliştirilmiş türde devrimci sosyalist bir parti; yani, demokrasi ile merkeziyetçiliği (kararların alınmasında demokrasi, onları uygulamada merkeziyetçilik; üyeler tarafından denetlenen bir önderlik ve ateş altında görevlerini disiplinle yerine getirecek üyeler) diyalektik olarak birleştirme yeteneğine sahip savaşçı bir parti kurmak zorundadır.

5. Bunun önündeki başlıca engel, 1917 Ekim Devrimi’nin saygınlığını sömürerek işçilerin sempatisini kazanan, ardından da onların güvenine ihanet ederek ya Sosyal Demokrasinin kollarına ya duyarsızlığa ya da kapitalizme ilişkin yanılsamalara savuran Stalinizmdir. Bu ihanetlerin cezası, faşist ve monarşist güçlerin sağlamlaşması ve kapitalizm eliyle hazırlanıp teşvik edilen yeni savaşların patlaması biçiminde, işçi sınıfı tarafından ödenmektedir. Dördüncü Enternasyonal, ortaya çıktığı ilk günden beri, Stalinizmin SSCB’nin içinde ve dışında devrimci yoldan alaşağı edilmesini başlıca görevlerden biri olarak belirlemiştir.

6. Dördüncü Enternasyonal’in birçok şubesinin ve onun programına yakınlık duyan partilerle grupların esnek taktiklere olan gereksinimi, onların, emperyalizme ve onun ulusalcı oluşumlar ya da sendika bürokrasileri gibi küçük-burjuva ajanlarına karşı Stalinizme teslim olmadan nasıl mücadele edileceğini; tersten söylersek, son tahlilde emperyalizmin küçük-burjuva ajanı olan Stalinizme karşı, emperyalizme teslim olmadan nasıl mücadele edilebileceğini bilmelerini daha da kaçınılmaz kılmaktadır.” [75]

120. Açık Mektup, bütün bu ilkelerin Pablo tarafından reddedildiğine dikkat çekti:

…O [Pablo –çev.], yeni barbarlık tehlikesine vurgu yapmak yerine, sosyalizme gidişi “tersine çevrilemez” görmekte ama sosyalizmin bizim kuşağımız ya da gelecek birkaç kuşak içinde geleceğini düşünmemektedir. Bunun yerine, o, “yüzyıllar” sürecek “deforme”, yani Stalinist türde işçi devletlerinden başka bir şeye yol açmayan bir “içine çeken” devrimler dalgası anlayışı geliştirmiştir.

Bu, işçi sınıfının yeteneklerine ilişkin, onun [Pablo’nun –çev.] son zamanlarda bağımsız devrimci sosyalist partileri inşa etme uğruna mücadele konusunda dile getirdiği alaya bütünüyle uygun, azami kötümserliği açığa vurmaktadır. O, her türlü taktiği kullanarak bağımsız devrimci sosyalist partiler inşa etme ana yönelimini korumak yerine, kendisini kitlelerin basıncı altında değiştirip Troçkizmin “düşüncelerini” ve “programını” kabul etmesi için Stalinist bürokrasiye ya da onun belirli bir kesimine bakmaktadır. [76]

121. Cannon'un mektubu, bir uyarıyla ve eylem çağrısıyla bitiyordu:

Özetle, Pablo’nun revizyonizmi ile öğretiye bağlı Troçkizm arasındaki ayrım çizgileri, siyasi ya da örgütsel herhangi bir uzlaşmayı olanaksız kılacak denli derindir. Pablo hizbi, çoğunluğun düşüncesini gerçekten yansıtan demokratik tartışmalara izin vermeyeceğini göstermiştir. Onlar, kendi canice politikalarına tam bir itaat talep etmektedirler. Onlar, öğretiye bağlı bütün Troçkistleri Dördüncü Enternasyonal’in dışına sürmeye ya da onların ağızlarını bağlayıp ellerini kelepçelemeye kararlılar…

Zorunlu olarak onun safları dışında olma konumumuzda [77] [SWP yasal engeller nedeniyle Dördüncü Enternasyonal’e resmen üye olamıyordu –çev.], Dördüncü Enternasyonal’in şubelerine bir öneride bulunabilirsek; bize göre, harekete geçmenin, kesin eyleme girişmenin zamanı gelmiştir. Dördüncü Enternasyonal’in öğretiye bağlı Troçkist çoğunluğunun, Pablo’nun yetkisini kötüye kullanmasına karşı iradesini sergilemesinin zamanı gelmiştir. [78]

Lenin’in ve Troçki’nin Parti Teorisi

122. Bölünmenin ardından, Cannon, ortaya çıkmış olan temel ilkesel konular üzerinde çalıştı. Cannon, Marksizmin, Pablo ile Mandel’in kendiliğindenci düşüncelerine olan uzlaşmaz karşıtlığını vurguladı:

…Lenin ile Troçki’nin bilinçli öncünün partisi teorisinin ve bu partinin devrimci mücadelenin öncüsü olarak rolünün koşulsuz yandaşları yalnızca bizleriz. Bu teori, çağımızda yakıcı önem kazanmakta ve bütün diğer meseleleri bastırmaktadır.

Önderlik sorunu, şimdi, uzun süreli bir sınıf mücadelesinin sınırlı kendiliğinden ifadeleriyle ya da kapitalizmin özellikle güçsüz olduğu şu ya da bu ülkede iktidarın zaptıyla sınırlı değildir. Bu, uluslararası devrimin gelişmesi ve toplumun sosyalist dönüşümü sorunudur. Bunun otomatik biçimde gerçekleşeceğini kabul etmek, gerçekte, Marksizmi tümüyle terk etmek anlamına gelir. Hayır, bu, yalnızca bilinçli bir faaliyet olabilir ve zorunlu olarak, tarihsel süreçteki bilinç unsurunu temsil eden Marksist partinin önderliğini gerektirir. Bunu başka hiçbir parti yapmayacak. İşçi hareketi içindeki bir başka eğilimin onun yerini alabileceği düşünülemez. Bu yüzden, bizim bütün diğer partilere ve eğilimlere karşı tavrımız uzlaşmaz biçimde kavgacıdır.

Eğer güçler ilişkisi, bu öncünün kadrolarının herhangi bir anda bu tür -Stalinist, Sosyal Demokrat, merkezci- düşman eğilimlerin egemen olduğu örgütlere uyarlanmasını gerektirirse, bu tür uyarlanmalar, her zaman, söz konusu eğilimlere karşı mücadeleyi kolaylaştırmaya yönelik; asla onlarla uzlaşmaya yol açmayacak; asla, Marksistlerin dostça tavsiyelerde bulunmak ve “sadık” eleştiriler yapmak türü ikincil küçük işlerle görevlendirilmesi sayesinde onlara belirleyici tarihsel rol biçmeyecek taktiksel bir katılım olarak değerlendirilmelidir… [79]

Stalinizm Krizde

123. Dördüncü Enternasyonal içindeki mücadele, hem dünya durumundaki değişimleri yansıtıyor hem de onları önceliyordu. Daha bölünme gelirken, Kremlin yönetimi krize girmişti. Doğu Avrupa’daki kanlı temizlik mahkemeleri ve Sovyetler Birliği’nde Musevi doktorların tutuklanması, diktatörün ilerlemiş paranoyasının savaş sonrası Sovyet toplumunun yaşadığı krize yanıt verecek tutarlı bir politikanın önünü kestiğini, Stalin’in çevresindekiler de dahil herkes için fazlasıyla açık hale getirdi. Stalin’in, Mart 1953’te kuşkulu biçimde aniden ölmesi, izlenen politikada bir değişim için fırsat yarattı. Politbüro içindeki kısa bir hizip çatışmasının ardından, Stalin’in gizli polis şefi Lavrenti Beria iktidardan uzaklaştırıldı ve idam edildi. İktidarını, Stalin’in, Bolşevik Parti’nin devrimci kadrolarını imha etmesine borçlu olan bürokrasi, bu eylemle, ayrıcalıklarının tadını, temizlik, tutuklama ve idam tehlikesi olmadan çıkarma isteğini ifade ediyordu. Ama bürokrasinin ayrıcalıkları, işçi sınıfının Sovyetler Birliği içinde ve Doğu Avrupa’da artan hoşnutsuzluğundan dolayı, daha büyük bir tehlike karşısındaydı. Haziran 1953’te, Doğu Almanya’daki işçiler Stalinist bürokrasiye karşı ayaklandılar ve Sovyet silahlı kuvvetleri tarafından ezildiler. Şubat 1956’da, Nikita Kruşçev, Komünist Parti’nin 20. Kongresi’nde, Stalin’in suçlarından bazılarını mahkum eden ama Troçkist Sol Muhalefet’in önderlerini ve Moskova Duruşmaları’nda ölüme mahkum edilenleri kasıtlı olarak onun kurbanlarının listesinden çıkartan “gizli konuşma”sını yaptı. Kruşçev, Stalinist bürokrasinin önderi olarak, Stalin’in işlediği suçların kaynaklarının hesabını veremedi ve göstermelik bir özre başvurdu: Stalin’in bürokrasi ve Sovyet halkı içindeki yandaşları, bir “kişiye tapınma”nın kölesi olmuşlardı. Aynı yıl, bir siyasi devrimin embriyon hali olan işçi konseylerini oluşturan Macaristan işçi sınıfı ayaklandı. Ayaklanma, Kruşçev’in Sovyet tanklarını Budapeşte’ye göndermesiyle, kanlı biçimde bastırıldı. Bu eylem, Stalinizmin karşı-devrimci karakterini bir kez daha gözler önüne serdi. Stalin’in ölümü, Stalinizmin işçi sınıfının her türlü devrimci hareketine acımasız muhalefetini değiştirmemişti.

124. Stalinizmin krizi, başlıca siyasi sorunların netleşmesi için gerçek bir fırsat sağladı. Gerry Heally'nin önderliğindeki Britanyalı Troçkistler, Troçki’nin Stalinizme karşı mücadelesinin altında yatan son derece önemli siyasi konuları netleştirmenin öneminde ısrar ettiler. Bu, her Stalinist siyasi manevrayı ilerici bir bürokratik ”öz reform” örneği olarak yorumlayan Pabloculara karşı mücadelenin derinleştirilmesine yol açtı. Bununla birlikte, tam da bu noktada, SWP önderliği, Cannon’un 1953-54’te son derece güçlü biçimde savunmuş olduğu Pabloculuğa karşı uzlaşmaz mücadeleden geri çekilmeye başladı. 1957’ye gelindiğinde, Cannon, Pablocular ile yeniden birleşme olasılığı niyetini, DEUK ile Pablocu Sekreterlik arasındaki ayrımların yıllar içinde azaldığı gibi yanlış bir gerekçeyle ifade ediyordu. SWP’nin Pablocular karşısındaki tavrında yaşanan bu değişim, onun genel siyasi çizgisinde sağa doğru kesin bir kaymayı yansıtıyordu. SWP, 1950’lerin sonlarında, çeşitli radikal akımların “yeniden gruplaşma”sına katılmayla ilgilendiğinin işaretini verdi. Pabloculara yönelme, SWP’nin sınıfsal ekseninde, geleneksel “proleter yönelim”inden uzaklaşıp küçük-burjuvazinin radikal kesimlerinin siyasi temsilcileriyle ittifaka yönelme biçiminde bir değişikliği ifade etti.

Castroculuk ve SWP’nin Pablo’ya Dönüşü

125. Castro’nun Ocak 1959’da Küba’da iktidara gelmesi, SWP içinde güçlenen oportünist hizbin partiyi Amerikan küçük-burjuva radikalizmine doğru yönlendirmesi için bir vesile oldu. Castro hükümeti, burjuva ulusalcı bir programla, köylülük temelinde bir gerilla savaşı yoluyla iktidara gelmişti. Hareketin ulusalcı karakteri ve başlangıçta kimi toplumsal reformları yaşama geçirme çabaları, onu Amerikan emperyalizmi ile çatışmaya soktu. Castro, ABD'nin tehditlerine yanıt olarak Sovyetler Birliği’nin desteğini aradı. Rejim, ancak bu noktada kendisini “komünist” olarak ilan etti.

126. Artık Joseph Hansen’in önderliğinde olan SWP, başlangıçta Castro rejimini burjuva ulusalcı olarak tanımlamış olmasına karşın, 1960 yılı içinde bu pozisyonunu değiştirdi. SWP’nin ne olduğu belirsiz “Küba İçin Dürüst Tavır Komitesi”ne olan yoğun ve siyasi olarak açıklanmamış ilgisi, bu değişimin gerçekleştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Aralık 1960’a gelindiğinde, SWP, Küba’nın bir işçi devleti haline gelmiş olduğunu ilan ediyordu. Hansen, anlaşılan, toprağın kamusallaştırılmasının -Lenin’in Rusya’da tarım sorunu üzerine ciltler tutan yazılarında sıkça belirtmiş olduğu gibi- özünde burjuva demokratik bir önlem olduğunun farkında olmadan, kaba deneyci bir temelde, kamusallaştırılmış mülkiyetin kurulmuş olduğu görüşünü savundu. Hansen, Küba’daki gelişmeleri çözümlerken, rejimin sınıfsal temeli ve işçi sınıfının bağımsız iktidar örgütlerinin yokluğu dahil, SWP’nin Doğu Avrupa ile Çin üzerine tartışmalarda öncelikle ilgilenmiş olduğu tarihsel ve teorik sorunlara da gönderme yapmadı. Dahası, Küba’daki gelişmeler, uluslararası durumdan ve küresel perspektife ilişkin bütün sorunlardan yalıtılmış bir şekilde ele alınıyordu. SWP, Castro’nun ulusallaştırmaları gerçekleştirmiş olması “gerçeği”nin, devrimin, nesnel zorunlulukların basıncıyla ve işçi sınıfının aktif katılımı olmaksızın sosyalizmi uygulayacak olan “bilinçsiz Marksistler” önderliğindeki “körelmiş/keskin olmayan bir araç” ile başarılabileceğinin kanıtı olduğunu iddia etti.

127. SWP’nin, Pablocuların savlarına oldukça paralel olan pozisyonu, Açık Mektup’ta Cannon tarafından ana hatlarıyla belirtilen ilkeleri reddediyordu. Eğer işçi devleti, köylülüğe dayalı küçük-burjuva gerilla önderlerinin etkinlikleri aracılığıyla ve işçi sınıfı egemenliğini tanımlayan organların olmadığı koşullarda kurulabiliyorsa, Dördüncü Enternasyonal’in amacı neydi? Orada işçi sınıfını sosyalist bir program temelinde siyasi olarak örgütlemeye ne gerek vardı? SWP’nin Castroculuğa ve Latin Amerika’daki gerillacılığa aşırı övgüsü, Amerikan ve uluslararası işçi sınıfı için devrimci bir perspektifin inkarıydı. Onun Küba konusundaki tutumu, partinin ABD’deki orta sınıf protesto politikalarına giderek daha fazla uyarlanmasıyla el ele yürüdü.

SLL’nin Troçkizmi Savunusu

128. Bu gelişmeler, Uluslararası Komite içindeki siyasi çatışmayı yoğunlaştırdı. DEUK’un Britanya şubesi olan Sosyalist İşçi Birliği (SLL), ABD-SWP’nin önderliğine, 2 Ocak 1961 tarihli bir mektupta şunları yazdı:

Devrimci hareketin karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, emperyalizme ve işçi hareketi içindeki bürokratik aygıtlara ya da her ikisine birden teslimiyetten kaynaklanan tasfiyeciliktir. Pabloculuk, uluslararası Marksist hareket içindeki bu tasfiyeci eğilimi, 1953’te olduğundan çok daha açık biçimde temsil etmektedir...

İşçi sınıfının siyasi bağımsızlığı ve devrimci partilerin oluşturulması stratejisinden herhangi bir geri çekilme, Troçkist hareket adına dünya-tarihsel önemde bir hata anlamına gelecektir…

Troçkizmin önünde açılan fırsatların büyüklüğünden ve buna bağlı olarak siyasi ve teorik netliğe olan gereksinimden dolayı, acilen, revizyonizmin bütün biçimlerine karşı bir hat oluşturmaya ihtiyacımız var. Pablocu revizyonizmin Troçkizm içi bir akım olarak değerlendirildiği döneme son vermenin zamanıdır. Bu yapılmadıkça, şimdi başlayan devrimci mücadelelere hazırlanamayız. [80]

129. SLL, Mayıs 1961’de, SWP’nin Troçkizmden uzaklaşmasına ve sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı hareketlere egemen olan çok sayıda burjuva ve küçük-burjuva ulusalcı eğilime her zamankinden daha fazla uyarlanmasına yönelik eleştirisini genişletti. SLL’nin belgelerinin kanıtladığı gibi, SWP’nin çizgisi, Troçki tarafından Sürekli Devrim Teorisi’nde geliştirilmiş olan düşüncelerin inkarını temsil ediyordu:

Devrimci Marksizmin çağımızdaki özü, az gelişmiş ülkelerdeki ulusal burjuvazinin, emperyalizmi yenilgiye uğratma ve bağımsız bir ulus devlet kurma yeteneğine sahip olmadığı teorisidir. Bu sınıf, emperyalizmle bağlara sahiptir; kapitalist dünya pazarının bir parçası olduğu ve ileri ülkelerin ürünleri ile rekabet edemediği için, elbette, bağımsız bir kapitalist gelişme becerisine sahip değildir…

Gana gibi ülkeler tarafından ulaşılmış ‘bağımsızlık’ aşamasının ve Kenya’daki Mboya gibi insanların önderliğindeki ulusal bağımsızlık hareketlerinin diğer ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerini teşvik ettiği doğru olmakla birlikte, Nkrumah’ın, Mboya’nın, Nasır’ın, Kasım’ın, Nehru’nun, Sokarno’nun ve diğerlerinin kendi ülkelerinin ulusal burjuvazisini temsil ettikleri gerçeği varlığını korumaktadır. Hem ABD’deki hem de Britanya’daki egemen emperyalist karar alıcılar, uluslararası sermayenin Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki çıkarlarının ve stratejik ittifaklarının yalnızca bu tür önderlere siyasi ‘bağımsızlık’ vererek ya da onların Faruk ve Nuries-Said gibi feodal unsurlar üzerindeki zaferlerini kabul ederek korunabileceğinin farkındalar…

Bu tür ulusalcı önderlerin rolünü övmek Troçkistlerin işi değildir. Onlar, kitlelerin desteğine, yalnızca Sosyal Demokrasinin ve özellikle Stalinizmin ihanetinden dolayı hakim olabiliyor ve bu yolla, emperyalizm ile işçi ve köylü hareketi arasındaki tamponlar haline geliyorlar. Sovyetler Birliği’nden ekonomik yardım alma olasılığı, sıkça, onların emperyalistler ile daha sıkı bir pazarlık yapmasına; hatta burjuva ve küçük-burjuva önderler arasındaki daha radikal unsurların emperyalistlerin varlıklarına saldırmasına ve kitlelerden daha fazla destek almasına olanak sağlamaktadır. Ama bize göre yaşamsal sorun, her durumda, bu ülkelerdeki işçi sınıfının, bir Marksist parti dolayımıyla siyasi bağımsızlık kazanması, yoksul köylülüğü sovyetlerin inşasına yönlendirmesi ve uluslararası sosyalist devrim ile zorunlu bağlantıları kavramasıdır. Bize göre, Troçkistler, hiçbir şekilde, ulusalcı önderliklerin sosyalistler haline geleceği umudunu bunun yerine geçirmemelidir. İşçi sınıfının kurtuluşu, kendi eseri olacaktır. [81]

130. SLL, Küba sorunuyla ilgili olarak şunları belirtiyordu:

Küba konusunda yaşanan tartışmaların çoğu, görüldüğü kadarıyla şöyle sürüyor: Kübalı kitleler Castro’yu destekliyor; Castro, işe bir küçük-burjuva olarak başlamış ama bir sosyalist haline gelmiştir; emperyalist saldırının ve kitlesel mücadelenin açık basıncı, onu bir Marksist haline getirebilir; kaldı ki devrimin kazanımlarını savunmada karşı karşıya olduğu görevler, onu, ‘doğal bir biçimde’, şimdiden Troçkizmden ayırt edilemeyen pozisyonlara getirmiş bulunuyor. Bu yaklaşımda, Marksizmin temelleri ayaklar altına alınmaktadır… Bizler, siyasi eğilimleri sınıf temelinde; sınıfların uzun vadeli hareketleriyle ilişkili olarak, mücadele içinde nasıl geliştiklerine bakarak değerlendirmek zorundayız. Bir proleter devrim bir yana, bir proleter parti, herhangi bir geri kalmış ülkede, ‘doğal bir biçimde’ ve ‘kazara’ işçi sınıfı ile köylülüğün önemi konusunda dili sürçmüş küçük-burjuva ulusalcıların dönüştürülmesiyle doğmayacaktır. [82]

Pablocu Yeniden Birleşme ve Sri Lanka’daki İhanet

131. Haziran 1963’te, SWP ile Avrupalı Pablocular bir Birleşme Kongresi düzenlediler ve yeni bir “Birleşik Sekreterlik” oluşturdular. Bu kongreye ilkesiz ve gerici nitelik kazandıran şey, onun 1953 bölünmesine yol açmış olan konuları ele almaya kararlı biçimde karşı çıkmasıydı. Farklılıkların geçmişte kaldığı ve onların artık “yeni dünya gerçekliği”ne uygun olmadığı biçimindeki sürekli yinelenen iddia, Pablocu politikaların son derece gerçek ve tehlikeli içeriklerini gizledi. Britanyalı Troçkistlerin, yaşamsal önem taşıyan sorunların tartışma dışı bırakıldığı “Yeniden Birleşme” Kongresi gerici maskaralığına katılmayı reddetmesi, büyük bir siyasi cesaret eylemiydi.

132. Tam olarak neyin söz konusu olduğu, yalnızca bir yıl içinde belli oldu. Haziran 1964’te, Pablocu Enternasyonal’in önde gelen şubelerinden Lanka Sama Samaja Partisi (LSSP), Sri Lanka Başbakanı Bayan Sirimavo Bandaranaike’nin yeni burjuva koalisyon hükümetine katılma davetini kabul etti. Dördüncü Enternasyonal’in tarihinde, ilk kez Troçkist bir parti sosyalist ilkelere böylesi kaba bir ihanete ortak oluyordu. Bu ihanet, LSSP tarafından önceki yıllar boyunca sergilenen sapma eliyle hazırlanmış ama Pablocular bu partinin siyasi yozlaşmasının tartışılmasını engellemişlerdi. Şimdi, yeniden birleşmeden yalnızca bir yıl sonra, Pablocu Enternasyonal, SWP’nin son derece önemli katkısıyla, Sri Lanka toplumunu harabeye çevirecek ve yaklaşık yüz bin insanın yaşamına mal olacak bir iç savaşa yol açan ihanetin ebesi işlevini görüyordu. Uluslararası Komite’nin, Pabloculuğun Sri Lanka’daki felakette oynadığı role ilişkin suçlaması zamana yenik düşmedi: “LSSP üyelerinin Bandaranaike’nin koalisyon hükümetine katılması, Dördüncü Enternasyonal’in evriminde bir dönemin sonuna işaret etmektedir. Dünya Troçkist hareketi içindeki revizyonizm, ifadesini, işçi sınıfını yenilgiye uğratmaya hazırlanan emperyalizme doğrudan hizmette bulmuştur.” [83]

http://wsws.org/en/articles/2008/10/hist-o04.html

Dipnotlar:

69. Fourth International, Kasım 1946, syf. 345.

70. David North, The Heritage We Defend, syf. 158-9.

71. Alıntı- age., syf. 185.

72. Alıntı- age., syf. 193.

73. age, syf. 188-91.

74. Alıntı- age., syf. 204.

75. "The Open Letter of the Socialist Workers Party, November 16, 1953,”, Trotskyism Versus Revisionism, Volume One (London: New Park, 1974) syf. 299-300.

76. age, syf. 301.

77. Amerikalı Troçkistler, gerici “Voorhis Yasası”ndan dolayı, 1940’lardan beri Dördüncü Enternasyonal’e resmi olarak üye olamıyor.

78. age, syf. 312-13.

79. Cannon’ın George Breitman’a yazdığı 1 Mart 1954 tarihli mektup, Trotskyism Versus Revisionism, Volume Two (London: New Park, 1974) syf. 65.”

80. SİB’nin Ulusal Komitesi’nin SİP’nin Ulusal Komitesine yazdığı 2 Ocak 1961 tarihli mektup, Trotskyism Versus Revisionism, Volume Three (London: New Park, 1974) syf. 48-49.

81. The Heritage We Defend, age., syf. 377-9.

82. age, syf. 379.

83. The Heritage We Defend, age., syf. 402.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır