DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Obama İran anlaşmasını ABD’nin stratejik zaferi olarak selamladı
Keith Jones
14 Nisan 2015
İngilizceden çeviri (4 Nisan 2015)
Obama yönetimi ile İran hükümeti, Perşembe günü Tahran, ABD ve BM Güvenlik Konseyi’nin diğer dört daimi üyesi ile Almanya arasında İran’ın sivil nükleer programının “normalleştirilmesi” için varılan çerçeve anlaşmayı ilerletmek için kolları sıvadı.
Eğer pazarlık, planlandığı gibi, 30 Haziran’da kapsamlı bir nihai anlaşma ile sonuçlanırsa, hem Washington hem de Tahran için önemli bir stratejik kaymayı ifade edecek.
ABD destekli Şah’ın 36 yıl önce devrimci yolla alaşağı edilmesinden bu yana, ABD dış politikasının değişmezlerinden biri, İran’ın dinci-burjuva rejimine amansız düşmanlıktı. ABD, Irak-İran savaşında Irak’ı desteklemiş; 1991 Körfez Savaşı’nın ardından hem Tahran’a hem de Irak’a karşı bir “ikili ket vurma” politikası uygulamıştı. ABD, 2002’de, Tahran'ın Afganistan’ın işgalinde Washington’a yardımcı olmasından sonra bile, İran’ı bir “şeytan ekseni”nin parçası ilan etti. Bush-Cheney yönetimi, 2003’te ve 2007’de, İran ile savaş planlarını etkin hale getirdi.
ABD ve onun Avrupalı müttefikleri, 2011’den bu yana, Obama’nın Perşembe günü övündüğü gibi, İran’ı, tarihteki en yıpratıcı ekonomik yaptırımlara tabi tutuyor.
Washington’ın, İran ile 2013 başlarındaki gizli görüşmeler üzerinden başlamış olan nükleer tesis görüşmelerinin görünürdeki hedefi, bir “nükleer patlama”yı gerçekleştirmesinin (yani, Tahran’ın Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na ilişkin yükümlülüklerine ve İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’in İslam Cumhuriyeti’nin asla nükleer silah sahibi olmayacağına ilişkin sıkça tekrarladığı vaatlere rağmen nükleer silah yapmasının) en az bir yıl sürmesini sağlama almaktı.
ABD ve diğer büyük güçler, nükleer silahlar üzerindeki fiili tekellerini sürdürmek istiyorlar. Ama İran’a yönelik bir savaşın bahanesi olarak ilk kez 2002-2003’te Bush ve Cheney tarafından ilan edilmiş olan nükleer konu, her zaman ikincildi. Asıl konu, İran burjuvazisini ABD’nin Ortadoğu’daki egemenliğine boyun eğmeye ve ona meydan okumaktan vazgeçmeye zorlamaktı ve böyle olmaya devam ediyor.
Dünkü çerçeve anlaşmaya göre, İran ABD’ye ve onun Avrupalı müttefiklerine nükleer konuda kapsamlı ödünler vermiş durumda. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) denetleyicilerine ülke içindeki “kuşkulu”olduğunu düşündükleri her tesise ve işletmeye girme yetkisi veren İran, UAEK’nin bu güne kadar planlanmış en müdahaleci denetimlerine tabi tutulacak.
İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesi ve var olan zenginleştirilmiş uranyum stoğu, önümüzdeki 15 yıl içinde sert bir biçimde azaltılacak. Fordow nükleer zenginleştirme tesisinin bir araştırma merkezine dönüştürülmesi ve Arak ağır su reaktörünün silah kalitesinde uranyum üretimini engelleyecek şekilde yeniden tasarlanması ve yeniden inşa edilmesi ile birlikte, sivil nükleer altyapının en önemli unsurları sökülecektir.
Anlaşmanın ABD’li muhalifleri, onun bir zaman dilimini ve ABD-AB ekonomik yaptırımlarının ya da BM Güvenlik Konseyi tarafından dayatılmış olanların “askıya alınma” koşullarını açıkça ifade etmemesinden yakınıyorlar. Ama asıl konu şu: Anlaşma, İran’ın 10, 15 ve kimi durumlarda 20 yıl ve daha uzun süre içinde yapıp yapmaması gereken çok sayıda şeyi ayrıntılı bir şekilde ortaya koyarken, ABD’ye ve müttefiklerine yaptırımlara ne zaman son verileceği konusunda büyük bir serbestlik tanımaktadır.
Dahası, anlaşma, ABD’nin ve AB’nin, İran’ın ona uymadığını varsayması durumunda ekonomik yaptırımların otomatik olarak “hemen devreye girmesini” şart koşmaktadır. BM’nin yaptırımları da Tahran’a karşı sürekli bir tehdit olarak kullanılmaya devam edecek. Zira onlar, hala belirlenmemiş olan bir uyuşmazlık çözüm mekanizmasının İran’ın anlaşmanın koşullarını yerine getirmesi ile ilgili bir şikayeti çözmede başarısız olması durumunda onların yeniden uygulanması koşulunu içeren nihai İran - 6 devlet [BM’nin 5 daimi üyesi ve Almanya] anlaşmasını onaylayacak yeni bir BM Güvenlik Konseyi kararına dahil edilecekler.
Obama bunu ABD’nin diplomatik bir zaferi olarak överken, İran Dışişleri Bakanı Zarif, anlaşmayı, İran’ın en azından tam bir nükleer programa sahip olma hakkını en azından kağıt üstünde kabul ettiği ve onun nükleer tesislerinden hiçbiri sürekli olarak kapatılmadığı için, bir “kazan-kazan” diye adlandırdı.
Ekonomik yaptırımlar altında sersemlemiş ve işçi sınıfından gelecek bir meydan okumadan korkan İran burjuvazisi, gerçekte, ABD ile bir uzlaşma için her şeyi göze almış durumda.
Obama yönetimi ve egemen siyaset ve ordu-güvenlik kurumunun New York Times gibi anlaşmayı destekleyen kesimleri, bunu, bir dizi yağmacı hesaba dayanarak yapıyorlar. Bunların başında, İran ile bir uzlaşmanın, en önemli ve zorlu jeo-stratejik rakipleri Rusya ile Çin karşısında ABD emperyalizminin elini güçlendireceği hesabı gelmektedir.
Bu hesaplar, şunları içeriyor:
1) ABD, İran’ın din adamları-burjuva seçkinleri ile iş yapabilir.
Tahran, 1989’dan bu yana, Washington ile bir “büyük anlaşma” yapmaya hazır olduğunun işaretini defalarca verdi ama bunlar, hem Demokratik hem de Cumhuriyetçi yönetimler tarafından geri çevrildi. İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney, Washington’ın 2003’teki Irak işgalinin ardından, Bush yönetimine, Washington’ın Tahran’da rejim değişikliği yöneliminden vazgeçmeyi kabul etmesi durumunda İran’ın İsrail’i tanıyacağı ve Hamas ile Hizbullah’a askeri desteğini keseceği gizli bir teklifte bulunulmasını onaylamıştı.
ABD ile uzlaşma yöneliminin başını çekmiş olan şimdiki İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, yıllardır İran burjuvazisinin ABD ile AB’ye yönelen ve Devrim Muhafızları çevresindeki Çin ile sıkı ticari ilişkiler ve Rusya ile askeri-güvenlik işbirliği geliştirmiş olan kesimlere karşı çıkan bir grubuna önderlik eden eski Cumhurbaşkanı Haşemi Rafsancani’nin koruyucusu ve sırdaşıdır.
2) İran ile diplomatik ve ticari bağların yeniden kurulması, onun ekonomisinin ABD ve AB yatırımlarına açılması, Amerikan emperyalizmine İranlı seçkinler üzerinde artan bir etki ve baskı gücü sağlayacak ve onun İran egemen çevreleri içindeki çatlaklardan yararlanmasını ve gerektiğinde rejim değişikliği gerçekleştirmesini mümkün kılacaktır.
Bu, New York Times’ın, her ikisi de ABD ordu-istihbarat aygıtı ile sıkı ilişkileri olan Michael Gordon ve David Sanger tarafından yazılmış olan dünkü başyazısında anlaşılır biçimde açıklanıyor. Onlar, Perşembe günkü anlaşma altında İran’ın nükleer programına yönelik sınırlamaların çoğunun 15 yıl sonra sona ereceğini belirttikten sonra, bunun “İran’ın, 15 yıl sonra, belki farklı yönetim altında, çok daha yardımcı bir uluslararası ortak olacağı iddiası” anlamına geldiğini yazıyorlar.
3) İran, Ortadoğu’yu Amerikan egemenliği altında yeniden istikrara kavuşturma konusunda ABD’ye yardımcı olmak için kullanılabilir. ABD ile İran, Irak hükümetini İslam Devleti’ne karşı desteklemeye yönelik askeri saldırıda şimdiden örtülü olarak işbirliği yapıyor.
4) İran ile bir uzlaşma, ABD’nin Rusya ile Çin’e karşı dünyadaki konumunu çeşitli yollarla güçlendirebilir.
Çin şimdi İran’ın en büyük ticaret ortağı ve en önemli yabancı yatırımcısı. Rusya, uzun süredir İran’ın en büyük yabancı silah sağlayıcısı. Bu ortaklık,2010’da, Rusya’nın S-300 yerden havaya füzeler sağlama anlaşmasını BM yaptırımlarına gönderme yaparak yerine getirmemesi ile bir darbe almıştı ama iki taraf arasında, Rusya Savunma Bakanı’nın geçtiğimiz Ocak ayında Tahran’a yaptığı ziyaret sırasında yeni bir askeri işbirliği anlaşması imzalandı.
Anlaşmayı açıklayan İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehqan, İran ile Rusya’nın “ABD’nin küresel stratejisine, bölgesel ve uluslararası gelişmelere müdahalesine ve yabancı güçlerin bölgedeki müdahalelerine karşı mücadelede işbirliği ihtiyacı konularında ortak bir tahlile sahip olduklarını” söyledi.
Nükleer bir anlaşma ve Tahran ile Washington arasındaki ilişkilerin yeniden başlaması, ABD’nin, öncelikle Rusya’yı ve Çin’i etkisizleştirme, sonunda İran’ı onlara karşı doğrudan kendi stratejik yönelimine yedeklemek amacıyla, bu ülkede ekonomik ve jeo-politik etki uğruna rekabete girmesine izin verecektir.
Obama, İran hamlesini savunurken, aynı zamanda, sürekli olarak, ABD’nin böylesi uygun bir nükleer anlaşmayı reddetmesi durumunda “uluslararası toplum” tarafından suçlanacağı uyarısında bulundu. Obama, gerçekte, ABD’nin Rusya’ya ve Çin’e karşı yöneliminin, Washington’ın, yaptırımları sürdürmek dahil, İran’a baskı uygulamada onların işbirliğine güvenmesini giderek daha güç hale getirdiğini ve Washington’ın en iyi rotasının Tahran ile şimdi anlaşmaya yönelmek olduğunu söylemek istiyor.
ABD egemen çevrelerinde, Şah’ın devrilmesi ile ilişkisini ve bölgedeki ABD politikasına engel olmasını affedemedikleri İran’daki rejim ile herhangi bir uzlaşmaya karşı çıkan önemli bir kesim bulunuyor.
Ama ABD’nin dünya egemenliğine engel oluşturan bir yönetime yönelik saplantılı nefret dışında, Tahran’a açılmanın Washington’ın bölgedeki geleneksel müttefiklerinin altını oyarak güçler dengesini bozmasına ilişkin derin kaygılar söz konusu.
İsrail’de, Suudi Arabistan’da ve Türkiye’de, Obama’nın yüzünü İran’a dönmesinin, Şah’ın bölgedeki değerli ABD varlığı olduğu dönemdeki Washington-Tahran ekseninin yeniden canlanmasına yol açabileceği konusunda şiddetli bir korku var.
Onun “İsrail’in varlığını tehdit edecek” olduğunu söyleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, beklendiği üzere, Perşembe günkü anlaşmaya sövüp saydı. Son 48 saat içinde, İsrail hükümetinin ve ordusunun birçok sözcüsü, İsrail’in “öz savunma” amacıyla İran’a saldırma hakkını saklı tuttuğunu yineledi.
Suudi Arabistan, anlaşmayı resmen memnuniyetle karşıladı. Bunun tek nedeni, onun, İran ile bağlantılı Husi isyancıları hedeflediği Yemen’deki savaşta ABD’nin desteğine güvendiği koşullar altında Obama yönetimine açıkça karşı çıkmayı akılsızca bulmasıdır. Bununla birlikte, perde arkasında, Riyad’ın telaşlandığı ve Washington’a yönelik kızgınlığını ifade ettiği belirtiliyor.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|