World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği

Yazıcıya hazırla

PSG son seçim toplantısını yaptı

Muhabirlerimizden
28 Mayıs 2014
İngilizce’den çeviri (27 Mayıs 2014)

Sosyalist Eşitlik Partisi (PSG-Almanya), Avrupa seçimleri kampanyasını, Cumartesi günü Berlin Tempelhof’da düzenlediği geniş katılımlı bir toplantıyla tamamladı.

Toplantıya, PSG’nin adaylarından ve Parti’nin yönetim kurulu üyelerinden Elisabeth Zimmermann başkanlık etti. Zimmermann, “Alman ve ABD hükümetleri bir kez daha savaşa hazırlanıyorlar.” sözleriyle, Avrupa seçimlerinin yapıldığı olağandışı koşullara gönderme yaptı. PSG, bu yüzden, kampanyasının merkezine savaşa karşı mücadeleyi yerleştirmişti.

Toplantının ilk konuşmacısı olan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Sekreteri Peter Schwarz, Avrupa Birliği’nin (AB) rolünü değerlendirdi. Schwarz, seçmenlerin yüzde 60’ının seçimlere katılmayacağının ve AB karşıtlarının güçlü bir destek elde edeceğinin tahmin edildiğini belirterek, “Roma Anlaşması’ndan yarım yüzyıl, Maastricht’ten ise 22 yıl sonra, bu oylar, AB’ye yönelik yıkıcı bir hükümdür.” dedi.

Schwarz, AB’nin, savunucularının iddialarının tersine, refahı, özgürlüğü, demokrasiyi ve barışı temsil etmediğini; nüfusun ezici çoğunluğu için ücretlerin ve toplumsal koşulların gerilemesini, üretim artışını ve amansız bir yoksulluğu teşvik ettiğini anlattı. AB troykası tarafından Yunanistan’a dayatılan toplumsal felaketin tüm Avrupa için bir örnek oluşturduğunu belirten Schwarz, “AB’nin kemer sıkma programları sonucunda, AB nüfusunun üçte biri, yani 145 milyon insan, kısa süre içinde yoksulluk ve ekonomik güvensizlik içinde yaşıyor olacak” dedi.

Bu toplumsal karşı-devrimin demokrasi ile uyuşmadığına değinen Schwarz, geçtiğimiz on yıl içinde, kitlesel bir izleme aygıtının, NSA tarafından yalnızca ABD’de değil ama Avrupa’da da güçlendirilmesinin nedeninin bu olduğunu anlattı.

Schwarz, Avrupa Birliği’nin demokratik olmayan karakterinin en açık şekilde, göçmenlerin ve sığınmacıların yazgısında görüldüğünü belirterek, “AB, çevresine engeller dikilmiş bir kaledir. Dikenli telleri geçebilenler ya da denizi aşabilenler, suçlular gibi hapsi boyluyor ve ardından geri gönderiliyorlar. 1990’dan bu yana, Akdeniz’i aşarak Avrupa’ya ulaşmaya çalışan 25.000 insan öldü.” dedi.

“Avrupa Birliği’nin tüm tarihi, Avrupa’nın yukarıdan, kapitalist hükümetler eliyle birleştirilemeyeceği biçimindeki Marksist yaklaşımı doğrulamaktadır. Bu, Troçki’nin 1917’de açıklamış olduğu gibi, ‘Avrupa proletaryasının emperyalist korumacılığa ve onun silahı militarizme karşı mücadeledeki devrimci görevidir.’”

Avrupa’nın toplumsal bir patlamaya gittiğini açıklayan Schwarz, konuşmasını, “Yüzeyin altında devasa bir fırtına mayalanıyor. Biz buna hazırlanıyoruz.” diyerek sürdürdü.

Resmi siyasete sağcı düzen partileri ve aşırı sağ egemen olurken, Avrupa’daki “milyonlarca insan savaşı, yoksulluğu ve sefaleti kabullenmeye niyetli değil.” diyen Schwarz, işçi sınıfı içinde devrimci bir partinin inşasının, Sol Parti’ye ve onun sahte solcu uydularına karşı acımasız bir mücadeleyi gerektirdiğini anlattı: “Bu güçler, Libya’daki ve Suriye’deki savaşları ve Ukrayna’da arkasında faşistlerin olduğu darbeyi desteklediler. Onlar, kafası karışık solcular değil; sağcılardır.”

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin (WSWS) Yazı Kurulu Üyesi olan Johannes Stern, Ukrayna’daki gelişmeler ve onlarla ilişkili savaş tehlikesi üzerine konuştu. Stern, “Biz, tüm Avrupa’daki işçilere, bu seçimleri savaşa karşı bir referanduma çevirmeleri çağrısı yaptık.” dedi.

Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, Dışişleri Bakanı Steinmeier’in ve ABD Başkanı Obama’nın kendi jeo-stratejik ve ekonomik hedefleri uğruna bir dünya savaşı riskini göze aldıklarını anlatan Stern, Ukrayna’daki krizin, onlar tarafından kasten kışkırtıldığını söyledi: “Batılı güçler faşist bir darbe örgütlediler ve Kiev’de onların istediğini yapan, ülkeyi iç savaşa sürükleyen ve Rusya ile bir çatışmayı teşvik eden bir yönetimi iktidara getirdiler.”

Stern, Alman militarizminin canlanmasının siyasi olarak nasıl sistematik şekilde hazırlandığını ortaya koydu. O, geçtiğimiz sonbaharda “Yeni Güç, Yeni Sorumluluk: Değişen Bir Dünya İçin Alman Dış ve Güvenlik Politikasının Unsurları” başlıklı bir strateji belgesinin yayımlandığını anımsatarak, “Bu belgeye ‘Dünya Gücü 3.0’a Gidiş’ adını koymak daha uygun olurdu.” dedi.

Alman militarizminin dönüşünü parlamentodaki bütün partiler destekliyor. Buna, yalnızca Sosyal Demokratlar ve Yeşiller değil, Sol Parti de dahildir. Sol Parti’nin önde gelen dış politika temsilcilerinden Stefan Liebich, bu strateji belgesinin hazırlanmasına katılmış; Sol Partili milletvekilleri, Nisan ayında, ilk kez Alman ordusunun yabancı ülkelere müdahalesi için oy kullanmıştı.

Stern, konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Egemen seçkinler ve onların sahte solcu destekleyicileri bir karara varmış durumdalar. Onlar militarizme ve büyük güç politikasına geri dönmek istiyorlar ve bu canice politikalarını ne pahasına olursa olsun halka dayatmaya hazırlar. Ama işçi sınıfı üçüncü bir dünya savaşına izin veremez, vermeyecektir. PSG’nin Britanya’daki SEP ile birlikte “savaşa hayır!” sloganı altında sürdürdüğü ortak Avrupa seçimleri kampanyası, Avrupa ve dünya işçi sınıfının savaşa ve faşizme karşı devrimci mücadelesinin ön ifadesiydi.”

Avrupa seçimleri adaylarından Mark Dowson, toplantıda, Britanya Sosyalist Eşitlik Partisi’nin selamlarını iletti. PSG’nin kardeş partisi, seçimlere, kuzeybatı İngiltere’de sekiz adayla katıldı. Bu bölgede, Manchester ve Liverpool gibi iki büyük kentin yanı sıra, çok sayıda başka sanayi merkezi; Dowson’ın belirttiği gibi, “daha doğrusu, eski sanayi merkezleri” bulunuyor.

Friederich Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu adlı ünlü eserini 1845’te Manchester’da yazdığını anlatan Dowson, oradan bir alıntı yaptı: “Her yerde barbarca bir duyarsızlık; bir yanda katı bencillik diğer yanda tarif edilemez bir sefalet; her yerde toplumsal mücadele, herkesin evinde sıkıyönetim var, her yerde yasanın koruması altında karşılıklı yağma. Bütün bunlar öylesine utanmazca, öylesine açık ki insan, toplumsal durumumuzun burada açıkça gözler önüne serilen sonuçları karşısında ürküyor ve bütün bu çılgın yapının hala birarada [parçalanmamış] olmasına şaşırmaktan başka bir şey yapamıyor.”

Dowson, bu alıntının ardından, “Bugün, 160 yıl sonra, Britanya toplumunun durumu hakkında ne söyleyebiliriz?” sorusunu sordu.

“Birleşik Krallık’ın nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan 13 milyon dolayında insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor” diyen Dowson, 2008’deki küresel ekonomik krizden bu yana yaşanan toplumsal yıkıma; ücretlerdeki ve yaşam koşullarındaki gerilemeye ve yaygın yoksulluğa değindi:

“Çoğu genç yüz binlerce işçi, ‘sıfır saat sözleşmeleri’yle devletin iş programlarında çalışmaya zorlanıyor. Onlar evde oturmak istek üzerine çalışmak için telefon edilmesini beklemek zorundalar. Bunun sonuçları, intihar girişimlerinin sayısında görülebilir. Yalnızca geçtiğimiz yıl içinde, 600.000 insan bu nedenle bir danışma hattına telefon etti. Hatlar çoğu zaman meşgul.

“Öte yandan, en zengin 1.000 Britanyalı, Britanya’nın ekonomik çıktısının üçte birine ve Yunanistan’ınkinin üç kat fazlasına denk düşen 640 milyar avroluk (yaklaşık 1 trilyon 920 milyar TL) bir toplam servete sahip.”

Dowson, konuşmasının sonunda, benzer koşulların “Yunanistan’da, İspanya’da, İtalya’da, İrlanda’da ve hatta ekonomik güç merkezi denilen Almanya’da” da varolduğunu söyledi ve ekledi: “Lehman Brothers’ın iflası ile bilikte ABD’de başlamış olan şey, tüm yerküreyi etkisi altında almış ekonomik bir salgına dönüşmüştür.”

PSG’nin başkan yardımcısı Christoph Vandreier, savaşa yönelik ideolojik hazırlıklar üzerine konuştu. 20. Yüzyıl tarihini yeniden yazma yönündeki girişimlerin yıllardır sürdüğünü belirten Vandreier, “Amaç, Alman emperyalizmine eski ‘saygın’ konumunu yeniden kazandırmaktır.” dedi.

Bu rehabilitasyon çabası Alman emperyalizminin I. Dünya Savaşı’ndaki sorumluluğuyla ve II. Dünya Savaşı’ndaki korkunç suçlarıyla ilgilidir. I. Dünya Savaşı’nın patlamasının 100. yıldönümünde, Almanya’nın herhangi bir emperyalist amaç peşinde koşmaksızın savaşa girme yanılgısına düştüğü tezini öne süren çok sayıda kitap yayımlanıyor.

Vandreier, medyanın, tarihçilerin tartışmasından 30 yıl sonra, Hitler’in yıkım savaşının yalnızca Bolşevik şiddete bir karşılık olduğunu iddiası 1980’lerin sonunda bile güçlü bir muhalefete yol açmış olan Ernst Nolte’ye saygınlığını geri kazandırma peşinde koştuğunu anlattı.

“O zamanlar, bu tarihsel yalana karşı akademi dünyasında büyük bir karşı çıkış vardı. Neredeyse 30 yıl sonra, Alman profesörler, ondan çok daha ileri giden düşünceler üretiyorlar ama neredeyse hiç kimse buna karşı çıkmıyor.”

Vandreier, “Nolte’ye haksızlık yapıldı. O, tarihsel açıdan doğruydu” sözleri Der Spiegel tarafından aktarılan Berlinli tarihçi Jörg Baberowski’den de söz etti. Baberowski’nin Naziler’in suçlarını göreceleştiren Kavrulmuş Yeryüzü adlı kitabı Leipzig Kitap Fuarı’nda ödül almış ve Sol Parti bağlantılı Rosa Luxemburg Vakfı tarafından övgüyle karşılanmıştı.

Vandreier, tarihi revizyonizm ile post-modern kuramlar arasındaki bağlantıyı açıklarken, “Post modernistlere göre herhangi bir tarihsel çarpıtma ya da yalan yoktur; yalnızca farklı doğrular vardır.” dedi.

“Yalanlar her zaman savaşın dayanağı olmuştur.” diyen Vandreier, konuşmasını, “Buna karşılık, savaş tehlikesine karşı mücadele etmek isteyen herkes, tarihsel gerçekle ve 20. Yüzyıl’ın bilimsel kavranışıyla ilgilenmelidir.” sözleriyle tamamladı.

Toplantının sonunda, PSG’nin başkanı ve seçimlerdeki başlıca adayı Ulrich Rippert, PSG’nin seçim kampanyasının önemini anlattı.

“Yarın ne kadar oy alacağımızı bilmiyoruz” diyen Rippert, belirleyici sorunun bu olmadığını; seçim kampanyasının öneminin, “bizim, Alman emperyalizminin yeniden canlanmasına karşı direnen bir partinin var olduğunu göstermemiz”de yattığını anlattı.

Rippert, PSG’nin, “saldırgan medya kampanyası eliyle sindirilmeye ya da Sol Parti’nin insani savaş hedeflerine ve insan hakları adına askeri müdahalelere ilişkin yalanlarına aldanmaya” izin vermediğini belirtti: “Partinin gücü onun kapitalizme ilişkin tarihsel çözümlemesinde yatar. Bizim programımız, en güçlü toplumsal güç olan uluslararası işçi sınıfını savaşa karşı seferber etmeyi amaçlıyor.”

Askeri sınırlamaya son vermenin, aynı zamanda “geçmişte toplumsal ortaklık ve daha az ölçüde de olsa toplumsal uzlaşma üzerine kurulu sınıf ilişkilerinin sonu” anlamına geldiğini anlatan Rippert, bunun uzun süre önce sona erdiğini ve yeni bir kitlesel mücadeleler döneminin kaçınılmaz olduğunu vurguladı.

Rippert, işçi sınıfı ile burjuva partileri, özellikle de SPD arasındaki derinleşen uçurumdan söz ederken, “SPD, I. Dünya Savaşı için oy kullandıktan 100 yıl sonra, bir devlet partisi olarak, savaşı ve yoğun toplumsal saldırıları dayatıyor.” dedi.

Tarihsel deneyimin, devrimci partinin sınıf mücadelesinden kendiliğinden biçimde doğmadığını; onun önceden inşa edilmiş olması gerektiğini; onun, geçmişteki mücadelelerden edinilmiş siyasi deneyimleri canlı tutabilen ve yayan kadroları geliştirmesinin zorunlu olduğunu anlatan Rippert, konuşmasını, “Bizim partimizin önemi budur.” diyerek sürdürdü.

Rippert, Sol Muhalefet’in ve Dördüncü Enternasyonal’in Stalinizm’e karşı mücadelesine de değindi ve Troçki’nin eserinden bahsetti. Bizim, Stalinizm ile sosyalizmin aynı şey olduğu biçimdeki “yüzyılın en büyük yalanı”nı kabul etmediğimizi vurgulayan Rippert, Troçki’nin, Stalinist yozlaşmaya karşı, başta enternasyonalizm olmak üzere, Marksizmin ilkelerini korkusuzca savunduğunu anlattı.

Rippert, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:

“Eğer Alman hükümeti ve egemen seçkinler, Başbakan’ın ofisinde aldıkları birkaç kararla, Almanya Cumhurbaşkanı’nın birkaç açıklamasıyla ve basındaki birkaç propaganda makalesiyle militarizme ve savaşa dönüşü dayatabileceklerini düşünüyorlarsa, kendilerini kandırıyorlar. Tarihten dersler çıkarmış olan ve işçi sınıfını yaklaşan büyük sınıf çatışmalarına hazırlayan, boyun eğdirilemeyecek bir parti var. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’dir.”

Berlin’deki seçim toplantısı, bu konuşmaların ardından, PSG’nin parti bütçesine yapılan bağışlarla sona erdi.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır