www.wsws.org/tr/2014/jan2014/pers-j22.shtml
Asalak servetin ve gücün, yani Dünya Ekonomik Forumu’nun İsviçre Alpleri’ndeki tatil kasabası Davos’ta her yıl düzenlediği gösterinin eşiğinde, yardım kuruluşu Oxfam, toplumsal eşitsizliğin tüm dünyada tanık olunmadık artışı konusunda uyarıda bulunan bir rapor yayımladı.
Bir avuç zenginin kötücül ellerindeki bir gezegeni betimleyen rapor, dünyadaki en zengin 85 kişinin, dünya nüfusunun alttaki yüzde 50’sinin (3,5 milyar kişinin) sahip olduğu toplam serveti kontrol altında tuttuğunu belirtiyor. Rapor, en zengin yüzde birin ise dünyadaki servetin yüzde 46’sını kontrol ettiğini kaydediyor. Oxfam şunları yazıyor: “En zengin yüzde birin serveti, 110 trilyon ABD Doları’nı buluyor... Bu, dünya nüfusunun alttaki yarısının toplam servetinin 65 katıdır.”
Rapor, ABD’nin 2008’den bu yana toplumsal eşitsizlikte gelişmiş ülkelerin hepsinden büyük bir artış yaşadığını gösteren bir çizelge içeriyor.
2008’deki Wall Street çöküşünden bu yana, bir yanda işçi sınıfının yoksullaşması, öte yanda ise mali sektör seçkinlerinin zenginleşmesi hızlanmış durumda. Dünyadaki milyarderlerin sayısı ikiye katlanırken, günümüzde, bir milyardan fazla insan günde bir dolardan düşük bir gelirle yaşıyor, dünya nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan 3 milyardan fazla insan ise günde 2,5 dolardan az bir parayla kıt kanaat geçiniyor.
Oxfam’ın araştırmasını yayımladığı gün, Uluslararası çalışma Örgütü (ILO), dünya çapındaki işsizlerin sayısının 2013 yılında 5 milyon artarak 202 milyona ulaştığını bildirdi. ILO, işsiz sayısının 2014’te de artmaya devam edeceğini öngörüyor.
İnsanlık tarihinde, ne servetin bugün olduğu kadar büyük ölçüde yoğunlaşmasının ne de “yeni normal”i oluşturan asalaklığın ve çöküşün aşırılığının bir benzeri bulunuyor. Egemen sınıfın ve onun siyasetteki ve medyadaki hizmetçilerinin “serbest girişim sistemi” dediği çağdaş kapitalizm, her siyasi kararın insanlığın son derece küçük bir kesiminin servetini koruma ve arttırma ihtiyacı eliyle dayatıldığı bir dünya yaratmış durumda.
Bu küresel zenginerki (zenginler tarafından yönetilen bir toplum anlamına geliyor), egemen seçkinlerin servetindeki devasa ve sürekli artışı, yararlı ürünlerin üretiminden ve toplumun üretici yeteneklerinin gelişmesinden değil ama paranın manipülasyonundan, vurgundan ve açıkça dolandırıcılıktan; üretici güçler için yıkıcı olan canice faaliyetlerden oluşturmaktadır.
Rüşvetçi siyasetçiler, akademik savunucular, istihbarat ajanları, her türden uzmanlar ve ordu ile polis güçlerinin baskıcı gücü tarafından desteklenen birkaç yüz insan, kendi doymaz açgözlülüklerini tatmin etmek için, uygarlığın boğazına sarılmış durumda ve onu yıkımla tehdit ediyor.
Bu toplumsal (daha tam söylersek toplum-karşıtı) unsur, halka şiddetle düşmandır, demokratik hakları aşağılamaktadır ve militaristtir.
O, kendi kişisel servetini arttırma çabası içinde, nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfının yaşam standartlarına acımasızca saldırıyor. Bu zenginerkçilerin denetimindeki hükümetler, tüm dünyada, her zamankinden ağır kemer sıkma önlemlerini, ücret kesintilerini, işleri azaltmayı, sosyal programları ortadan kaldırmayı, okul kapatmalarını ve sağlık hizmetlerini yağmalamayı dayatıyorlar. Devlet hazineleri bankaları ve şirketleri kurtarmak için boşaltılıyor; merkez bankaları, hisse senedi fiyatlarını, şirketlerin karlarını ve yönetim kurulu başkanlarının gelirlerini arttırmak için mali piyasalara milyarlar pompalıyor. Kar elde etmenin önündeki bütün yasal sınırlamalar kaldırılıyor.
Hükümetler, işçilerin muhalefetiyle başetmek için, işçi sınıfının örgütlü direnişini suç ilan ediyorlar. Avrupa’nın bütün ülkelerinde, her önemli grev yasaklamalarla ve polis şiddetiyle karşılaşıyor.
Onlar, toplumsal devrim olasılığı karşısında donakalmış şekilde, Ulusal Güvenlik Bürosu’nun eski elemanı Edward Snowden’ın açığa çıkarttığı gibi, küresel bir totaliter polis devletinin alt yapısını oluşturuyorlar.
Zenginerkçilerin kendi ulus devletlerini harekat üsleri olarak kullanan rakip klikleri, güçsüz ülkeleri ele geçiriyor; ölümlere ve yıkıma yol açarak onları işgal ediyor ve yağmalıyorlar. Onlar, bölgeleri, pazarları, kaynakları ve ucuz işgücünü kontrol altına alma uğruna rakiplerine karşı mücadelede, gezegeni silahlı bir karargaha dönüştürüyor ve insanlığı, bu kez nükleer imha olasılığını barındıran, üçüncü bir dünya savaşına sürükleme tehditi oluşturuyorlar.
Zenginler ile süper zenginler, bu hafta Davos’ta, hükümet yetkililerinin ve Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi küresel kurumların önderlerinin milyarder bankerlere ve şirket yöneticilerine saygı göstereceği yıllık toplantıda görünecekler.
Küresel mali sektör seçkinleri, bir yorumcunun sözleriyle, “yanlarında vizona sarılmış eşleriyle, helikopterlerinin içinde, İsviçre Alpleri’nde 1.500 metre yüksekte yapılacak Dünya Ekonomik Forumu’na uçacaklar.” Konferansa katılımın maliyeti, CNN’nin tahminine göre, kişi başına 40.000 ABD Doları ve bu, ortalama bir Amerikan işçisinin bir yılda kazandığı paradan yüzde 50 daha fazla.
Bu konferansın ana tartışma konusunun toplumsal eşitsizlik “sorunu” olacağı açıklandı.
Tüm dünyadaki kitleler, nefret ettikleri ve aşağıladıkları bu cani tabakaya giderek daha fazla öfkeleniyorlar. Bu öfkenin eyleme dönüşmesi ise yalnızca zaman meselesi.
Bu zengin seçkinler, toplumsal ayaklanma ve devrim hayaletinin lanetine uğramıştır. Onlar, üç yıl önce Mısır’da Mübarek diktatörlüğünü deviren kitlesel işçi sınıfı ayaklanmasında bunu tattılar. Onlar, Avrupa’da toplumsal patlamaları ve ABD’de yaklaşan ayaklanmaların beklentisini yaşadılar.
Onlar, herşeyden önce, kendilerine “solcu” diyen -ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt, Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti, Almanya’daki Sol Parti ve Yunanistan’daki Syriza gibi- sağcı örgütler içindeki savunucularının yardım ettiği sendika bürokrasilerinin ihanetinden dolayı iktidarlarını koruyabildiler.
Kapitalist sistemin daha kavrayışlı ve uzak görüşlü savunucuları, mevcut durumun sürdürülebilr olmadığı konusunda uyarıda bulunuyorlar. Geçen hafta, Financial Times’ın baş ekonomi yorumcusu Martin Wolf, giderek artan toplumsal devrim tehditi konusunda uyarıda bulunduğu, “Yanılan seçkinler geleceğimizi tehdit ediyor” başlıklı bir yorum yazdı.
Kapitalizmin can çekişmesine işaret eden ve üç yıl sonraki Rus devrimini hızlandıran ilk küresel felaket olan I. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümüne gönderme yapan Wolf, şu uyarıyı yapıyor: “Küresel ekonomi ve mali seçkinler... onları yaratmış olan ülkelerden her zamankinden daha bağımsız hale gelmiş durumda... Ekonomik büyümenin kazanımlarının dar [bir kesim içinde] paylaşımı bu gelişmeyi arttırmaktadır. Bu da her zamankinden çok zenginerkidir.”
Wolf, 2008 mali çöküşünden bu yana, “ekonomik, mali, entelektüel ve siyasi seçkinler”in kendi itibarlarını sarsmış” olduğunu yazdı. O, “Seçkinler başarısız olmaya devam ederlerse, öfkeli popülistlerin yükselişini izlemeyi sürdüreceğiz. Seçkinlerin daha iyisini yapması gerekiyor. Bunu yapmazlarsa, öfke hepimizi bastıracak.” diyerek bitirdi. İnsanlık şu soruyla karşı karşıya: Dünyanın boğazına yapışmış bu toplum karşıtı ve cani tabakayla başetmek için ne yapılmalı? Oxfam’ın yapacağı gibi bu zenginerkinin “iyi melekler”ine seslenerek ya da Wolf’un yapmaya çalıştığı gibi, seçkinlerin akılcı yetilerine hitap ederek hiçbir şey değiştirilemez.
Bu asalak tabaka, bir toplumsal temizlik ve temel yaşam konusu olarak mülksüzleştirilmelidir. Bağımsız bir güç olarak örgütlenmiş işçi sınıfının bu tabakanın servetine el koyması ve onu acil toplumsal ihtiyaçları (iş, sağlık hizmetleri, eğitim, konut, beslenme, kültüre ve sanata erişim vb.) karşılamak için kullanması gerekiyor.
Zenginerkçilerin maliye ve sanayi üzerindeki ölümcül pençesinin kırılması gerekiyor. Bankalar ve şirketler özel ellerden alınmalı, kamu mülkiyeti ve demokratik denetim altına sokulmalıdır. Bunun gerçekleşebilmesinin yalnızca bir yolu var: Toplumun devrimci dönüşümü ve sosyalizmin kurulması.