DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
New York Times Ortadoğu’nun istikrarsızlaştığını duyuruyor
Chris Marsden
9 Ocak 2014
İngilizceden çeviri (7 Ocak 2014)
Suriye’de rejim değişikliğini amaçlayan Batı destekli mezhep savaşı, kendilerini Sünni ve Şii ayrımı üzerine dayandıran güçler arasında Irak’a ve Lübnan’a yayılırken, New York Times, bu kabus senaryosunu Washington’ın bölgeye yetersiz angajmanına atfetmek için ortaya atıldı.
Liberal emperyalizmin sesi, 4 Ocak tarihli bir makalede, “Ortadoğu’daki İktidar Boşluğu Militanları Yükseltiyor” diye ilan etti.
ABD’nin “ünlü gazetesi”, Irak’ın Felluce ve Ramadi kentlerindeki, “çok sayıda Amerikalı askerin [onlarla] savaşırken öldüğü maskeli silahlı adamlar”ın dahil olduğu çatışmalardan bahsediyor.
Gazete, bölgedeki tüm çatışmaları “bölgedeki mezhepsel düşmanlıkları kontrol alma gücüne ya da iradesine sahip herhangi bir aracının olmadığı bir Amerika sonrası Ortadoğu’nun ortaya çıkması”na atfediyor.
New York Times, bize, hem Irak’ta hem de Suriye’de “fanatik İslamcılar”a izin veren şeyin bu olduğu anlatılıyor. New York Times, bu durumu, daha çok “Şiiler’i ve Sünniler’i temsil ettiğini iddia eden egemenleri, sinik bir şekilde neredeyse her türlü uzlaşmayı sapkınlık kabul eden mezhepçi bir gündem uygulayan iki büyük petrol gücü İran ile Suudi Arabistan” arasındaki mücadelelere bağlıyor.
Times, “bütün bu kargaşa, aşiretin ve mezhebin atalara bağlılığına giderek daha çıplak şekilde başvurulmasına bağlanıyor” diye ekliyor.
Gazete, ABD’nin Irak’ta, o zamanlar “ABD’nin ulus oluşturma çabası” olarak haklı gösterilen bir istila ile iç savaş “çıkartmış” olmasına kısaca değiniyor.
Ortadoğu’da gelişmekte olan olayların bu şekilde açıklanması, tarihin bilerek ve kendine hizmet edecek şekilde çarpıtılması anlamına gelmektedir.
Artan krizin sorumluluğu, başarısız bir politikadan dolayı değil ama bölge ve onun petrol zenginlikleri üzerinde sürmekte olan ve tarihsel egemenlik çabalarından dolayı Beyaz Saray’a aittir.
1990’daki Birinci Körfez Savaşı, Irak’ın 2003’te işgali, 2011’deki Libya savaşı ve Suriye’de Esad yönetimini devirmeye yönelik bütün sonraki çabalar, Irak’ı ve İran’ı bölgesel güçler olmaktan çıkartmayı ve tartışmasız bir ABD egemenliğini sağlama almayı amaçlıyordu. ABD, her durumda, Ortadoğu’yu kendisine göre biçimlendirmek için vekil güçler olarak bölgesel güç cepheleri oluşturma politikası yoluyla, “aşiretin ve mezhebin atalara bağlılığı”nı teşvik etmenin ve güçlendirmenin başını çekmiştir.
“Şii aşırılık ekseni”nden bahseden ABD, 2011 yılında Tunus ve Mısır’daki kendisine bağımlı yönetimlerin devrilmesine, Libya’da Muammer Kaddafi yönetimini yıkarak, Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetimini destekleyerek ve ardından İran’a karşı bir eylemin habercisi olarak Suriye’deki BAAS yönetimine karşı Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar önderliğindeki Sünni güçlerin bir koalisyonunu kurarak yanıt verdi. Onların Suriye’de güçlendirdikleri muhalif güçler, El Kaide bağlantılı bir İslamcılar çekirdeğine dayanıyordu.
ABD’nin şimdi kapsamlı bir misillemeye maruz kaldığı bu politikanın korkunç bir başarısızlık olduğu kanıtlandı. New York Times tarafından dile getirilen şikayetlere yolaçan şey budur. İçeride savaşa karşı ezici bir muhalefetle ve Rusya ile doğrudan çatışma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ABD, kendi çıkarlarını savunmanın alternatif yöntemi olarak, Suriye’nin kimyasal silahlardan arındırılması için Rusya’nın aracılık yaptığı pazarlığa ve ardından İran’ın uzlaşma teklifine sarıldı.
Bu, onun önceki bölgesel müttefiklerini hem uzaklaştırdı hem de siyasi bir krize sürükledi.
Örneğin, Türkiye, Başbakan Erdoğan’ın diğer Batı yanlısı yönetimler için İslamcı bir model olarak geliştirilmiş Adalet ve Kalkınma Partisi sayesinde kendisini bölgesel bir güç olarak pekiştirmek istiyordu. Ama ABD’nin Mısır’da Müslüman Kardeşler’den desteğini çekmesi ve ardından Suriye’ye karşı savaştan çekilmesi, Washington’ı Pennsilvanya’da yaşayan Müslüman din adamı Fethullah Gülen önderliğinde kendisine karşı bir darbe girişimini desteklemekle suçlayan Erdoğan’ı istikrarsızlaştırdı.
Suriye’deki yön değişikliğini ve ABD’nin İran ile nükleer görüşmelere başlamasını protesto amacıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yer almayı reddeden Suudi Arabistan, Suriye’de ve uluslararası düzeyde, artık Washington’dan bağımsız bir yol izleyeceğini açıkladı. Suudi Arabistan’ın Londra Büyükelçisi Prens Muhammed bin Nawwaf, 17 Aralık tarihli New York Times’ta, “Bu, Suudi Arabistan Krallığı’nın uluslararası konularda daha iddialı olmaktan başka seçeneği olmadığı anlamına gelmektedir... Biz, Batılı ortaklarımızın desteği olsun ya da olmasın, bu sorumlulukları yerine getirecek şekilde davranacağız.” diye yazdı.
Prens, Suudi monarşisinin, kendi bağımsızlığının kanıtı olarak, Suriye muhalefetini silahlandırmayı sürdüreceğini belirtti. O, [Suudi Arabistan’ın] Irak’taki çatışmalara dahil olduğunu da ileri sürebilirdi. ABD politikasındaki değişiklik en iyi ifadesini, Şii ve İran yanlısı Nur el Maliki yönetimini, kısa süre öncesine kadar komşu Suriye’de vekil olarak kullanmış olduğu Sünni El Kaide güçlerine karşı savaşması için, 36 tane Locheed Martin F-16IQ Block 52 savaş uçağı ile silahlandırmasında bulmaktadır.
Suudi Arabistan, yeni bir emperyalist ortak ile ittifak halinde, Fransız Devlet Başkanı Francois Hollande tarafından İran ile Suriye’nin müttefiki Hizbullah’ı hedeflemesi için Lübnan ordusuna sağlanan silahlar için 3 milyar ABD Doları ödeme sözü verdi.
Bu kirli manevralar, yalnızca, her emperyalist gücün, Lord Palmerston’un “Bizim ebedi müttefiklerimiz ve kalıcı düşmanlarımız yoktur. Ebedi ve kalıcı olan bizim çıkarlarımız ve bizim görevimiz o çıkarların takipçisi olmaktır.” öğütüne sadık kaldığını kanıtlıyor.
Ortadoğu’da gerçekleşen şey, en azından bir süreliğine, dünkü düşmaların bugünün müttefikleri haline geldiği (ya da tersi) çıplak emperyalist güç politikasıdır.
Bununla birlikte, Ortadoğu’daki yönetimlerin kendilerini arada bir “emperyalizm karşıtı” gibi gösterip göstermemeleri yalnızca taktiksel düşüncelere, öncelikle de kendi halkları karşısında bu şekilde görünme ihtiyacına bağlıdır. Bölgedeki burjuva devletlerden herhangi biri kendisini ABD ile çatışma içinde bulduğunda, işçi sınıfının ve kır yoksullarının sömürüsüne başkanlık etmeyi sürdürme olanağı sağlayan bir uzlaşmadan fazlasını istememektedir.
Mezhepçilik ve aşiret rekabeti, geçmiş bir dönemin, atalarla ilgili kalıntıları değildir. Onlar, işçiler ile köylüler üzerindeki denetimi korumanın ve çekişen burjuva rejimlere olan desteği arttırmanın bir aracı olarak kullanılıyorlar. Laik ulusalcı hareketlerin ve rejimlerin (Mısır, Irak, Suriye ve Filistin) yabancı egemenliğine karşı mücadelenin ve toplumsal ilerlemeyi güvence altına almanın gerçek ve güvenilir aracı olmadaki başarısızlığı, buna ek bir önem kazandırmıştır.
Ortadoğu bugün, ilk olarak, emperyalizmin dünya halklarını ezici yoksulluğa, vahşi sömürü koşullarına ve giderek artan savaş tehlikesine maruz kalmaya zorlamadaki uğursuz rolünün kanıtıdır. İkinci olarak, o, ulusal burjuvazinin emperyalist baskıya karşı koyma becerisine sahip olmadığının çarpıcı doğrulanmasıdır.
Dünyada tutarlı şekilde emperyalizm karşıtı olan tek güç, uluslararası işçi sınıfıdır. Ortadoğu’daki işçilerin karşı karşıya olduğu başlıca görev, bütün yapay ulusal ve dinsel ayrımların ötesine seslenen yeni bir sosyalist hareketin inşasıdır. ABD ve diğer emperyalist ülkelerdeki işçilere gelince; onlar, güçlü bir sosyalist savaş karşıtı hareketin inşası yoluyla, New York Times’ın ve diğerlerinin, kendi hükümetlerinin dünyanın stratejik pazarları ve kaynakları üzerindeki yağmacı planlarını meşrulaştırmaya ya da örtbas etmeye yönelik sinik çabalarını öfkeyle reddetmelidirler.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|