DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Almanya ve ABD Münih Güvenlik Konferansı’nda saldırgan politikalar için bastırıyor
Stefan Steinberg
5 Şubat 2014
İngilizceden çeviri (3 Şubat 2014)
Önde gelen uluslararası siyasi ve askeri şahıs ile savunma taşeronlarının, bankaların ve şirketlerin temsilcilerinden oluşan 400 dolayında insan, bu hafta sonu, küresel askeri ve güvenlik durumunu tartışmak üzere Münih Güvenlik Konferansı’nda bir araya geldi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Savunma Bakanı Chuck Hagel ilk kez bir konferansa birlikte katıldı.
Münih Güvenlik Konferansı’nın göze çarpan özelliği, üst düzey Alman yetkililerin, Alman militarizmi üzerinde II. Dünya Savaşı’nın sonunda Nazi rejiminin çökmesinden bu yana varolan geleneksel sınırlamaları etkili bir şekilde reddeden saldırgan bir askeri politikayı ilan eden konuşmaları oldu. Konferansın saldırgan tarzı, eski Doğu Alman papazı ve şimdiki Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck tarafından başlatıldı.
Almanya’nın geçmişini (yani 20. Yüzyıl’da iki dünya savaşı başlatmış olmasını) bir “kalkan” olarak kullanmaya son vermesi gerektiğini ilan eden Gauck, Alman silahlı kuvvetlerinin daha sık ve daha kararlı biçimde kullanılması çağrısında bulundu. Gauck, “Almanya önceden olduğu gibi devam edemez” dedi. O, “açık dünya düzeni”ne yönelik “hızlı” ve “önemli” yeni tehditler karşısında, Alman ilgisizliğinin ve Avrupalı bencilliğinin üstesinden gelinmesi gerektiğini söyledi.
Bu, Alman emperyalizminin, gerektiğinde dünyadaki önemli çatışmalara (Ortadoğu’daki savaşlara, asıl olarak da Suriye’deki ABD önderliğindeki savaşa; Berlin’in Ukrayna üzerinde Rusya ile yaşadığı çatışmaya; ABD’nin Çin’e karşı bir “Asya’ya dönüş”ü yaşama geçirdiği Doğu Asya’da) müdahaleye niyetlendiğinin bir işaretiydi.
Gauck, Alman emperyalizminin çıkarlarının tüm dünyaya yayılmış olduğunu ortaya koydu ve bir dizi soru sordu: “Hem Doğu’daki hem de Afrika’daki komşularımızı istikrara kavuşturmak için elimizden geleni yapıyor muyuz? Terörizm tehlikesine karşı koymak için yapmamız gerekenleri yapıyor muyuz? Askeri eyleme geçmek için, müttefiklerimize katılmak için ikna edici nedenler olsa bile, riskleri adil bir şekilde üstlenmeye hazır mıyız?”
Gauck, konuşmasını, “Son çarenin [Alman Ordusunu gönderme] tartışılması gündeme geldiğinde, Almanya, ilkesel olarak hayır dememeli.” diyerek noktaladı.
Gauck’un silahlara başvurmaya yönelik küresel çağrısı, Almanya’nın yeni savunma bakanı Ursula von der Leyen’in (Hristiyan Demokratik Birlik-CDU) ve Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in (Sosyal Demokrat Parti-SPD) tarafından yapılan konuşmalarda tekrarlandı.
Von der Leyen şunları söyledi: “Dinleyicilerin, bugün karşı karşıya olduğumuz mevcut krizlerin ve çatışmaların; Suriye’deki dehşet verici savaşın, Libya’daki kasvetli durumun, komşu kıtamız Afrika’nın kimi parçalarındaki kötüleşen durumun farkına varmaları için konferansın programına bakmalarına ihtiyaçları yok... Oturup beklemek bir seçenek değil. Eğer araçlara sahipsek, olanaklarımız varsa, ilgilenme yükümlülüğümüz ve sorumluluğumuz da vardır.”
Steinmeyer, Almanya’ya, “dış ve güvenlik politikası konularıyla daha erken, daha kararlı ve daha esaslı biçimde ilgilenmeye hazır olma” çağrısında bulundu. O, ABD ile sıkı işbirliği içinde ortak bir Avrupa güvenlik politikasının geliştirilmesi; aynı zamanda da Ukrayna’daki ve İran’daki Batılı çıkarları güvenceye almak için Rusya ile görüşmelere başlama çağrısı yaptı.
Steinmeyer, konferans için Almanya’ya gelen Kerry’yi ilk kutlayanlardan biriydi ve her ikisi de yakın ve dostça ilişkilerine vurgu yaptı.
Alman militarizminin yenilenmiş rolünün savunucularının hitap ettikleri başlıca karşıtları Alman halkıdır. ARD televizyon kanalının “Morgenmagazin” programı tarafından kısa süre önce yapılan bir anket, halkın yüzde 61’inin Alman ordusunun Afrika’daki artan müdahalelerine karşı olduğunu gösterdi. Geçtiğimiz Cuma günü yayınlanan bir başka kamuoyu yoklaması da, Almanlar’ın yüzde 45’inin, Alman ordusunun şimdiden “gereğinden fazla” denizötesi faaliyet içinde olduğuna inandığını ortaya koyuyordu.
Konferans’ta, Almanya ile ABD’nin, siyasi olarak, faşist Svoboda (Özgürlük) Partisi’ni de içeren aşırı sağcı unsurların önderliğindeki Avrupa Birliği (AB) yanlısı muhalefetin hükümet karşıtı protestolarını desteklemekte başı çektiği Ukrayna konusunda ciddi bölünmeler yaşandı. Rus ve Ukraynalı yetkililer Batı’nın politikasını eleştirdiler.
Ukrayna Dışişleri Bakanı Leonid Kozhara muhalefetin Ukrayna yönetimi ile iyi niyetle görüşmediğinden şikayet ederken, Ukraynalı muhalefet önderi Vitali Kliçko, yönetimi muhaliflere karşı “terör ve şiddet” kullanmakla suçladı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov da, ABD’nin ve AB’nin muhalefeti destekleyerek demokrasiyi teşvik ettikleri iddialarını eleştirdi. Lavrov, “Şiddet içeren sokak gösterilerini kışkırtmanın demokrasiyi teşvik etmekle ne ilişkisi var? Neden devlet dairelerini işgal edenlere, polise saldıranlara ve ırkçı, Musevi karşıtı ve Nazi sloganları atanlara yönelik herhangi bir kınama duymuyoruz?” dedi.
Batılı yetkililer bu değerlendirmeleri açıkça yoksaydılar. Kerry, demokratik bir Avrupa uğruna mücadelenin, hiç bir yerde Ukrayna’da olduğu kadar açık olmadığını iddia etti. O, Ukrayna’ya değinirken, neo-faşist çetelerin Kiev’deki son gösterilerde oynadığı önemli rolü, “her kaotik durumda sokaklarda” bulunan “nahoş unsurlar” diyerek reddetti.
Kerry’nin Konferans’taki konuşması, çarpıtmalarla ve bahanelerle doluydu. O, konuşmasının bir yerinde, “pazar” ilkeleri temelinde, “1990’larda... her bir gelir grubunun gelirlerinde artış yaşandı... Biz dünyanın 1990’larda tanık olduğu en büyük serveti yarattık ki bu, Amerika’da Pierpontlar’ın, Morganlar’ın, Rockefellerler’in, Carneginler’in ve Mellonlar’ın döneminden çok daha büyüktü.” diyerek ABD’deki servet birikimi hakkında atıp tuttu.
Kerry, konuşmasının bir başka yerinde, Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) özellikle de Alman halkının geniş kesimlerinden gelen yoğun uluslararası eleştiriyle karşılaşan casusuk faaliyetlerini haklı gösterdi. ABD’de demokrasi “her zaman işleyen bir şeydir” diyen Kerry, NSA tarafından sürdürülen gözetlemenin Obama yönetimi altında dünya çapında yayılmasını savundu ve hükümetinin “elektronik istihbarat pratiğinin gözden geçirilip yeniden düzenlenmesi” yönündeki son planını övdü.
ABD’deki toplumsal eşitsizliğin devasa artışını ve üyesi olduğu hükümetin demokratik haklara yönelik saldırılarını yok sayan Kerry, “Rahatsız edici bir eğilim tespit etmiş durumdayız. Doğu Avrupa’nın ve Balkanlar’ın birçok yerinde, yurttaşların özlemleri, yoz ve oligarşik çıkarlar; muhalefeti ve karşıtları zaptetmek amacıyla politikacıları ve medyayı satın almak için para kullanan çıkar çevreleri yararına ayaklar altına alınıyor” dedi.
Kerry’nin açıklamalarının ikiyüzlülüğü şaşırtıcıydı. Doğu Avrupa’daki oligarkların başlıca rol modelleri, Wall Street’teki milyarder bankerler ve kaynakları yağmalayanlardır. Geçtiğimiz 25 yıl içinde, Rusya’daki, Ukrayna’daki ve başka yerlerdeki oligarklar, servetlerini, Kerry’nin konuşmasında savunduğu “pazar” ilkeleri temelinde elde ettiler.
Kerry, konuşmasında, asıl olarak, Rusya’dan, Ukrayna’nın ABD destekli Avrupa Birliği’nin koruyuculuğunda Alman emperyalizminin etki alanına sokulmasını kabul etmesini istedi.
Konferans’ta, ABD Savunma Bakanı Hagel, “Avrupa’ya ve ABD’ye yönelik acil güvenlik tehditleri küreseldir” vurgusunu yaptı ve bunların “Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki siyasi istikrarsızlık ve şiddet, tehlikeli devlet dışı aktörler, Kuzey Kore gibi haydut devletler, siber savaş, demografik değişiklikler, ekonomik eşitsizlik, yoksulluk ve açlık” olduğunu söyledi.
Çin’i ve Rusya’yı transatlantik ittifakına yönelik başlıca tehditler olarak tanımlayan Hagel, konuşmasını, Obama yönetiminin “Pasifik’e dönüş”ünü savunarak tamamladı. Hagel, “biz bu tehditlere karşı koyarken, Çin ve Rusya gibi uluslar, bizim dünya çapındaki savunma ortaklığımızın teknolojik üstünlüğüne meydan okuyacak şekilde, kendi ordularını ve küresel savunma sanayilerini hızla modernleştiriyor.” dedi.
Hem Kerry hem de Hagel, yaptıkları açıklamaların ardından başlayan tartışma turunda, ABD’nin dünya arenasından geri çekildiği iddialarını reddetti ve Suriye ile İran’a karşı saldırganca tavrı sürdürme niyetlerini ortaya koydu.
Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Hagel, “Bizim her yerde yaptıklarımızın tam bir dökümünü hiç görmedim ama ABD’nin belki de bugüne kadar olduğundan daha fazla yerde, çok daha fazla şey yaptığını söyleyebilirim.” dedi.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|