DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Hüsnü Mübarek’in aklanması
Alex Lantier
12 Aralık 2014
İngilizceden çeviri (1 Aralık 2014)
Devrik Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in, Cumartesi günü, yolsuzluk ve devlet cinayeti suçlamalarından aklanması, General Abdülfettah El Sisi yönetiminin karşı-devrimi tamamlama ve askeri diktatörlüğü kalıcı olarak yeniden kurma kararlılığının ilanıdır. Mübarek’in, 2011 yılında onu deviren devrimci kabarma sırasında, polis keskin nişancıları ve haydutlar tarafından 846 kişinin öldürülmesi ve 6.000 kişinin yaralanmasındaki rolünün aklanması, burjuvazinin ve onun üst-orta sınıf içindeki destekçilerinin Mısır işçi sınıfının direnişini ezme çabasının bir parçasıdır. Kahire’deki bir yabancı diplomat, Al Ahram’a, “25 Ocak’ın ‘Batı’nın tezgahladığı bir komplo’ olduğunu söyleyen haber sunucularına sıkça rastlanıyor” dedi. Bir başka yabancı diplomat, Mısır’daki siyasi partilerin yetkililerinin, artık, “Mübarek’in birkaç hata yapmış iyi bir insan olduğu”na inandıklarını söyledi.
Polisin, mahkeme kararının açıklanmasından önce kolluk güçleri tarafından halka kapatılmış olan Tahrir Meydanı’nın dışında bir protesto düzenleyen birkaç bin insana tazyikli su ve gerçek mermilerle saldırması sonucunda iki kişi öldü, dokuz kişi yaralandı.
Mısır Devrimi, bütün devrimci altüst oluşlarda olduğu gibi, belirli aşamalardan geçmiştir. Devrim, ABD emperyalizminin ve İsrail’in Ortadoğu’daki politikalarında son derece önemli bir aygıt olan Mübarek diktatörlüğüne karşı kitlesel bir işçi sınıfı kabarışıyla başladı. Burjuvazi, önceki devrimlerde olduğu gibi, Mısır’da da, başlangıç aşamasında, kitle hareketine uyarlanmaya, zaman kazanmaya ve karşı saldırısını hazırlarken kendi güçlerini yeniden örgütlemeye çalışarak tepki verdi.
Bu aşamada, genel olarak demokratik sloganlar egemendir ve Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlamış olan kabarmayı izleyen ilk günlerde de böyle oldu. Mısır egemen sınıfı ve onun Washington’daki destekçileri, belirsiz bir şekilde demokratik reformlar sözü vererek Mübarek’i iktidarda tutmaya çalıştılar. Kanlı baskı, işçi sınıfının başlıca toplumsal güç olarak ortaya çıktığı kitlesel kabarışı ezmekte başarısız olduğunda, ABD emperyalizmi ile Mısır burjuvazisi isteksizce Mübarek’i yönetimden uzaklaştırdı ve Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi biçiminde, sözde daha “demokratik” yeni bir askeri rejim kurdu.
Muhammed El Baradey gibi kişiler tarafından temsil edilen liberal burjuvazi yeni rejimi destekledi. Ona, yeni askeri egemenlerin arkasında duran ve hatta onların “demokratik” niyetlerine kefil olan Devrimci Sosyalistler gibi küçük-burjuva örgütler katıldı.
Ama başlangıçtaki bu taktiksel yön değişikliği devrimci kabarışa son vermeyi başaramadı. Egemen sınıf ve Washington, yüzünü Müslüman Kardeşler’e döndü ve onun cumhurbaşkanı adayı olan Muhammed Mursi’nin iktidara getirilmesini sağladı. Devrimci Sosyalistler ve benzeri ayrıcalıklı orta sınıf örgütleri, bu kez, Mursi’nin iktidara gelmesini devrim için bir “zafer” olarak yücelterek Müslüman Kardeşler’in arkasına geçtiler.
Burjuva İslamcı rejimin sağcı politikaları, işçi sınıfının öfkesini canlandırmaktan başka bir işe yaramadı. Mısır proletaryası, 2013 yılında, Mursi’ye karşı şiddetli bir saldırı başlattı. 2011 yılında, devrimden önceki yıllardakinin beş katına denk düşen 1.000’in üzerinde grev ve protesto gerçekleşmişken, 2013’ün sadece ilk yarısı 5.500 greve ve protestoya sahne oldu.
Egemen sınıf, devrimci Marksist bir önderliğin yokluğunda, Mursi’ye karşı bir halk ayaklanması kisvesi altında karşı-devrimci bir darbe hazırlamak için kitlelerin siyasi kafa karışıklığından yararlanarak karşılık verdi. Kabaran işçi sınıfı mücadeleleri dalgası karşısında korkudan donakalmış Devrimci Sosyalistler gibi gruplar, orduya Mursi’yi iktidardan uzaklaştırma çağrısı yapan ordu destekli Tamarod (“İsyan”) hareketini ilerletmede son derece önemli bir rol oynadılar.
Başlangıçta Mübarek’e karşı çıkmış olan Devrimci Sosyalistler ve diğer sözde “sol” gruplar, El Sisi’nin önderlik ettiği ve darbe karşıtı binlerce protestocuyu sokaklarda katleden, on binlercesini tutuklayan ve enerji fiyatlarındaki şiddetli fiyat artışını işçi sınıfına dayatan 3 Temmuz 2013 darbesini desteklemede liberallere katıldılar.
Mübarek’in aklanması, onun yönetimi altındakinden çok daha vahşi yöntemler kullanan askeri egemenliği yeniden kurmayı amaçlayan karşı-devrimci saldırının sonucudur.
Eski sömürge ülkelerdeki burjuvazinin karşı-devrimci rolünün, emperyalist merkezlerdekinden daha az olmadığı, bir kez daha kanıtlanmıştır. Dolayısıyla, kitlelerin demokratik özlemlerinin, burjuvazinin bütün hiziplerine karşı, bir işçi iktidarı ve sosyalizm programı ile bir ülkedeki devrimi dünya sosyalist devrimine bağlayacak uluslararası bir strateji temelinde, işçi sınıfının önderliği altında verilecek devrimci mücadele dışında gerçekleşmesinin mümkün olmadığı da görülmüştür.
Bir devrim sürecinde, burjuvazinin başlangıçtaki demokratik savları ne olursa olsun, kitleleri mücadeleye sürüklemiş olan sorunlar kaçınılmaz biçimde öne geçerler. Egemen seçkinlerin bu tür taleplere yönelik muhalefeti her zamankinden daha saldırgan bir biçim edinirken, kitleler verdikleri mücadelelerden bir şeyler elde etmeye çalışırlar. Kitleler, devrimin karşı karşıya olduğu siyasi zorlukları çözemedikleri ölçüde, toplumsal gericilik güçlenir ve kaybetmiş olduğu konumları yeniden ele geçirir.
Mısır Devrimi’nin bugüne kadarki acı deneyimi, işçi sınıfının sadece Mısır’da değil ama uluslararası ölçekte karşı karşıya olduğu en kritik sorunu, devrimci önderlik krizini ön plana çıkartmaktadır.
Ezilen kitlelerin en devasa kabarışı bile, kendiliğinden bir şekilde, işçi sınıfının temel taleplerini ve çıkarlarını güvence altına alamaz. Egemen sınıflar ve onların ayrıcalıklı orta sınıfın sahte sol örgütleri gibi ajanları, işçi sınıfı içinde Stalinist, sosyal demokrat ve sendikal eski bürokratik önderlikler tarafından gerçekleştirilmiş tarihsel ihanetler sonucunda yaratılmış kafa karışıklığından yararlanabilmektedirler.
Kitlesel mücadeleleri iktidarı ele geçirmeye ve burjuvaziyi mülksüzleştirmeye yöneltmek için, işçi sınıfı içinde derin köklere sahip devrimci bir partinin inşa edilmesi gerekir.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) bunu çok iyi kavramış ve Mısır Devrimi’nin ilk günlerinden başlayarak, işçi sınıfının bağımsız bir perspektife ve örgütlenmeye ihtiyacı olduğu uyarısında bulunmuştu. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde 10 Şubat 2011’de yayınlanan bir perspektif makalesinde şunları yazmıştık:
“Devrimci Marksistler, işçileri, demokratik özlemlerinin burjuva partilerin himayesi altında elde edilebileceğine dair tüm yanılsamalarına karşı uyarmak zorundalar. Onlar, kapitalist sınıfın siyasi temsilcilerinin düzmece vaatlerini acımasızca teşhir etmelidirler. Devrimci Marksistler, siyasi mücadele yoğunlaştıkça iktidarın işçi sınıfına geçmesinin temeli haline gelebilecek bağımsız işçi iktidarı organlarının yaratılmasını teşvik etmelidirler. Onlar, işçilerin temel demokratik taleplerinin gerçekleşmesinin sosyalist politikaların uygulanmasından ayrılamayacağını açıklamalıdırlar.
“Hepsinden önemlisi, devrimci Marksistler, Mısırlı işçilerin siyasi ufkunu kendi ülkelerinin sınırlarının ötesine yükseltmek zorundadır. Onlar, şimdi Mısır’da yaşanan mücadelelerin, ayrılmaz bir şekilde dünya sosyalist devriminin küresel yükselişi süreci ile bağlantılı olduğunu ve Mısır devriminin zaferinin ulusal değil ama uluslararası bir strateji gerektirdiğini açıklamalılar… Bu küresel mücadelede, Mısırlı kitlelerin en büyük ve vazgeçilmez müttefiki uluslararası işçi sınıfıdır.”
Bu satırların doğruluğu bütünüyle kanıtlanmıştır. Mısır Devrimi’nin acı deneyimi, işçi sınıfı içinde gerekli devrimci önderliği inşa etme mücadelesine girişmek için bir itici güç haline gelmelidir. Mısır’daki ve tüm ülkelerdeki belirleyici sorun, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin şubelerinin inşasıdır.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|