www.wsws.org/tr/2013/sep2013/ineq-s24.shtml
Obama yönetiminin ekonomik “toparlanma”sının üçüncü yılında, milli gelirin, yaklaşık yüz yıldır olduğundan daha büyük bir kısmı, ABD nüfusunun en zengin kesiminin elinde yoğunlaştı.
Ekonomist Emmanuel Saez ve Thomas Piketty’nin güncellenmiş bir çalışmasına göre, 2009 ile 2012 yılları arasında, ABD’nin toplam milli geliri yüzde 6 arttı. Bununla birlikte, bu büyümenin yüzde 95’i en zengin yüzde birlik kesime gitti. Nüfusun büyük bir kısmı içinse gerçek gelirler keskin bir şekilde düştü.
Sonuç olarak -nüfusun farklı kesimlerine giden toplam gelir içindeki pay olarak ölçülen- gelir eşitsizliği şimdi, bugüne kadar kaydedilmiş en yüksek veya ona yakın seviyede.
1917 yılından bu yana, nüfusun en zengin yüzde 10’luk kesimi, şu anda, sermaye kazançları da dahil tüm gelirlerin yarıdan fazlasını (yüzde 50,42) alıyor. 2007’de kaydedilen bir önceki rekor yüzde 49,74’tü. En zengin yüzde 10’un gelirden aldığı pay, 1929 Wall Street çöküşünden hemen önce yaşanan 1928’deki büyük bunalım öncesi yüzde 49,29’luk zirveye ulaştı.
Gelirdeki büyüme toplumun en zengin kesimlerinde yoğunlaşıyor. 2011-2012 arasında gelirin en zengin yüzde 1’lik kesime giden payı yüzde 19,65’ten yüzde 22,46’ya; en zengin yüzde 0,01’lik kesimin payı ise yüzde 4,32’den yüzde 5,47’ye yükseldi. Aşırı zenginlerin gelirlerindeki bu yüzde 1,15 puan artış, 1927-28’dekinden bu yana bir yıl içinde gözlenen en büyük artıştır.
Geçtiğimiz üç boyunca nüfusun büyük çoğunluğunun yaşam standartlarında düşüş yaşanmıştır. 2009-2012 yılları arasında, nüfusun alttaki yüzde 90’ının toplam gelirden aldığı pay önemli ölçüde (neredeyse yüzde 2) azaldı. Aynı dönemde, en zengin yüzde 1’in payı yüzde 31,43, en zengin yüzde 0,01’in payı ise neredeyse yüzde 50 artarken; en alttaki yüzde 99’luk kesim, neredeyse hiçbir artış elde edemedi (yüzde 0,4).
2012 yılı zenginler için özellikle iyi bir yıldı. En zengin yüzde 1’in geliri sadece bir yıl içinde neredeyse yüzde 20 (beşte bir), en zengin yüzde 0,01’in geliri ise yüzde 32’den fazla (üçte bir) büyüdü. Bu arada, en alttaki yüzde 99’un toplam gelirden aldığı pay sadece yüzde 1 arttı.
2012 rakamları, geçtiğimiz otuz yıl boyunca sürekli artışın 2008 mali çöküşünün ardından hızlandığını gösteriyor. O yıl, borsanın düşmesi şirketlerin ve mali sektör seçkinlerinin gelirlerinde düşüşe neden olmuştu. Bu servet bütünüyle yeniden oluşturulmuş durumda ve yeni zirvelere tırmanıyor.
Bu, basitçe, soyut üretim süreçlerinin bir ürünü değil; Obama yönetimi tarafından uygulanan ve zenginliğin toplumun üst tabakaları yararına yeniden dağılımını hedefleyen planlı sınıf savaşı politikalarının sonucudur. Her ay on milyarlarca dolar FED tarafından borsaya aktarılıyor ki bunun sonucunda, hisselerin değerleri, şimdi, 2008’deki eski zirvelerini aşmış durumda. Borsadaki bu varlıkların yaklaşık yüzde 90’ı -ki bunun önemli kesimi aşırı zenginlerin elinde toplanmış durumda- en zengin yüzde 10’un mülkiyetindedir.
FED’in, hükümetin banka kurtarmalarıyla birleşen “parasal gevşeme politikası”, trilyonlarca doların krizden sorumlu olan sosyal tabakaya, zenginlere aktarılması anlamına geldi. Sonuç olarak, mali aristokrasinin tahsil edilemeyen borçları merkez bankalarına ve devlet bilançolarına devredilirken yeni spekülatif balonlar şişirildi.
Aynı zamanda, ücretler ve sosyal programlar acımasız bir saldırı altında. Hükümet kitlesel işsizliği çözecek hiçbir şey yapmadı. Nominal işsizlik oranı bu ayın başında yüzde 7,3’e düşerken, bu neredeyse tamamen yüzbinlerce insanın işgücünden uzaklaşmasından dolayı gerçekleşti. İş bulamayan milyonlarca insan nedeniyle, işgücüne katılım oranı 35 yıllık en düşük seviyeye geriledi. (bkz. “Labor force participation rate falls to lowest level since 1978”).
İşsizlik, işçileri daha düşük ücretleri kabul etmeye zorlayan bir kaldıraç olarak kullanıldı. Egemen sınıf, 2009 yılında otomotiv sektörünün devlet destekli yeniden yapılanmasından başlayarak, hala nispeten iyi ücretler ve sosyal haklar sağlayan her işi ortadan kaldırmaya çabalıyor. Sözde toparlanma döneminde yaratılan işler ise büyük ölçüde düşük ücretli ve part-time işlerdir.
Şirket karları, azalan ücretlerle ve yükselen borsa ile uyumlu olarak birden arttı. Bu yılın ikinci çeyreğinde, vergi sonrası karlar 1,83 trilyon dolarlık rekor seviyeye ulaştı. Emeğin gelirden aldığı pay ise neredeyse bugüne kadar kaydedilmiş en düşük seviyede.
Bütün bunlar, Obama yönetimi altında gelir eşitsizliğinin onun Cumhuriyetçi selefi Bush’tan daha hızlı büyüdüğü anlamına gelmektedir. Saez ve Piketty tarafından sunulan rakamlar, New York Times tarafından geçen hafta yayınlanan bir analizi onaylamaktadır. (bkz. “Income inequality grows four times faster under Obama than Bush”).
Bu son rapora göre, 2002-2007 arasında (dot.com balonunun çöküşü eliyle ateşlenen 2001 resesyonu sonrasında) gelir artışının yüzde 65’i en zengin yüzde 1’e gitmiş. Bush’un vergisi kesintilerinin katkısıyla ulaşılmış olan bu yüksek rakam, Obama’nın toparlanma dönemindeki gelir artışının yüzde 95’inin zenginlerin tekeline sunulmasıyla karşılaştırıldığında sönük kalmaktadır.
Bir karşılaştırma yaparsak, toplumun alttaki yüzde 99’unun gelirinde 2000-2002 yılları arasında yüzde 6,5 düşüş yaşanmış; bu oran, 2007-2009 yılları arasında yüzde 11,6 olmuştu. Nüfusun bu kesiminin gelirinde, 2002-2007 yılları arasında yüzde 6,8’lik artış yaşanmıştı; bu oran, 2009-2012 yılları arasında sadece yüzde 0,4 oldu.
Diğer bir ifadeyle, son ekonomik kriz sırasında, işçi sınıfının gelirleri önceki resesyon dönemine göre çok daha keskin düşmüş ve çok daha yavaş artmıştır. Zenginler için ise tam tersi geçerlidir.
Bu rakamlar sosyal ve politik süreçlere sayısal bir açıklama getirmektedir. Onlar, politikayı belirleyen ve tüm devlet aygıtını kontrol eden birkaç büyük şirketin ve mali aristokrasinin Amerikan toplumuna hükmettiğinin kanıtıdır. Onlar, mevcut siyasi sistem çerçevesinde herhangi bir değişikliğin imkansız olduğu gerçeğini doğrular.
Bu verilerde ortaya konan sosyal uçurum, ufukta görünen devasa devrimci mücadelelerin hem gerekliliğini hem de kaçınılmazlığını göstermektedir.