DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Piyasalardaki telaş, yeni küresel mali krize işaret ediyor
Nick Beams
7 Eylül 2013
İngilizceden çeviri (3 Eylül 2013)
FED’in “parasal genişleme” ( quantitative easing-QE) programı kapsamında sürdürdüğü ABD hazine bonosu alımlarında kısıntıya başlamasıyla birlikte, uluslararası mali çevrelerde büyük ve potansiyel olarak kontrol edilemez bir krizin koşullarının yaratılmış olduğu konusunda endişeler artıyor.
QE programı sonucunda piyasalara akmış spekülatif sermayenin FED’in geçen Mayıs’ta “azaltma” sürecinin başlayacağına ilişkin ilk sinyalleri vermesinden bu yana geri çekilmeye başlamasından dolayı, sözde “yükselen piyasalar” kendi hisse senedi ve döviz piyasalarında giderek artan bir çalkantıyla karşılaştılar.
ABD merkez bankası tarafından, yıllık yaklaşık 1 trilyon dolarlık mortgage destekli tahvil ve hazine bonosu alımını kapsayan QE programı altında, ABD’de faiz oranları rekor seviyede düşmüştü. ABD’de 1930’lardan sonra yaşanmış en kötü toplumsal krizin ortasında, yeni bir mali balonun koşullarını yaratan QE programı, krizden sorumlu olanların servetlerini artırmayı amaçlıyordu.
ABD faiz oranlarının azaltılması, aynı zamanda, mali spekülatörlerin, çok düşük oranlarla borçlandıkları ve bu parayı ABD’den elde edilenden daha yüksek getiri oranlarıyla yükselen piyasalara yatırdıkları “carry trade”i [taşıma ticaret] ateşledi. Financial Times’a göre, gelişmiş ülkelerdeki bu “alışılmadık para politikaları” sonucunda, yükselen piyasalara sermaye akışı,2010’dan itibaren yıllık 1 trilyon dolara ulaştı.
Şimdi, spekülatif sermaye, “kısıtlama” ve ABD faiz oranlarında bir artış beklentisiyle, ters yönde hareket etmeye başlıyor. Yükselen piyasa ekonomilerinin para birimleri, spekülatörlerin büyük zararlar görmeden önce paralarını oralardan çıkartmalarına yol açacak şekilde değer yitirmeye başlarken, sermaye çıkışı hızlandı.
Meksika eski Maliye bakanı Guillermo Ortiz, Financial Times’taki yazısında, döviz rezervlerinin, Nisan’dan itibaren, Endonezya’da hehem hemen yüzde 14, Hindistan’da ise yaklaşık yüzde 5,5 azalmış olduğunu belirtti. Bu basınç sürerse, Türkiye’nin, Ukrayna’nın, Güney Afrika’nın ve başka ülkelerin de aynı gerçekle karşılaşmasıyla, tam bir ödemeler dengesi krizi yaşanacak.
Hindistan’ın ekonomik büyümesi 2002 ve 2011 yılları arasındaki ortalama %7,7’nin oldukça altında, %4,4’e düşerken, rupi 2013’te yüzde 20 değer kaybetti. Enflasyon artıyor ve bütçe açığı büyüyor.
Bu yılın başından itibaren, Türk Lirası yüzde 14 civarında değer kaybetti ve borsa yüzde 25 düştü. Türk ekonomisinin geçtiğimiz on yıl içinde sergilediği büyümenin büyük kısmı, şimdi hızla sönmekte olan mali ve kredi balonunun sonucuydu. Şimdi, liranın değer yitirmeye devam etmesi durumunda döviz cinsinden borç ödemelerinin imkansız hale gelmesinden korkuluyor.
IMF’nin kısa süre önce yaptığı bir değerlendirmeye göre, “Türkiye’nin ülkeden sermaye çıkışına maruz kalmaya devam etmesi, onun büyük yabancı kaynak gereksinimlerinden dolayı, sert bir düşüşe yol açabilir.”
Türkiye’nin sorunları, 1997-98 Asya mali krizinin -bu defa çok daha geniş ölçekte- yinelenmesi tehlikesi oluşturan bir dizi yükselen piyasaya ekonomisindekilerin benzeridir. Bu ülkelerin gelişmiş ülkelerden “ayrışmış” olduğu ve 2008 çöküşünün ardından küresel ekonomiye bir itki sağlayacağı iddiası paramparça olmuş durumda.
IMF genel müdürü Christine Lagarde, dünya ekonomisini gelişmekte olan piyasalardaki bir krizden korumaya çalışmak için “yeni savunma hatları”nın oluşturulması çağrısında bulunmuş durumda. Bununla birlikte herhangi bir şey önerilmiş değil ve her durumda, çıkışların başlaması durumunda aceleyle biraraya getirilmesi gerekli para miktarı IMF’in kontrol edebileceğinin çok ötesinde.
Yetkilileri, politikalarının sadece yerel etkisiyle ilgilenmekte ısrar eden ABD Merkez Bankası, uluslararası duruma ilişkin tüm sorumluluktan adeta el etek çekmiş durumda. Bu, ABD Maliye Bakanı John Connally’nin, Avrupalıların doların 1973’teki düşüşü ile ilgili endişeleri ile karşılaştığında dile getirmiş olduğu, kötü ünlü “o bizim paramız fakat sizin probleminiz” ifadesini çağrıştırıyor. 40 yıl öncesinin saldırgan ekonomi politikası, şimdi yeni boyutlara ulaştırılmış durumda ve tüm dünyadaki ABD çıkarları peşinde yükselen militarizm ile birleştiriliyor.
Uluslararası bir çözüm üzerinde tartışılmıyor; böyle bir şey ufukta da görünmüyor. Güney Afrika Maliye Bakanı Pravin Gordhan, “para birimlerindeki dalgalanmaları azaltmamızı sağlayacak küresel ölçekte tutarlı ve uyumlu cevaplar bulamamak”tan bahsetti. Meksika Merkez Bankası’nın yöneticisi Agustin Carstens, merkez bankaları yöneticilerinin Wyoming Jackson Hole’de geçen ay düzenlenen özel toplantısında yaptığı konuşmada, “[sermaye] akışlarındaki dalgalanmaların son derece tehlikeli olduğunu” belirtti.
Bu dalgalanmanın altından yatan nedenler, idari danışmanlık firması Bain and Company tarafından kısa süre önce hazırlanmış bir raporda vurgulandı. Rapor, mali sektör ile temeli oluşturan reel sektör arasındaki ilişkinin “nihai bir dönüm noktası”na ulaşmış olduğuna dikkat çekiyordu. Reel üretim yavaşlıyorken; mali varlıkların hacmi hızla genişlemiş ve şimdi, küresel mal ve hizmet üretiminin on katı değere ulaşmış durumda.
Diğer bir ifadeyle, dünya ekonomisi, artan bir şekilde, genişleyen bir finansal varlık hacminin –ki onun büyümesi FED’in ve diğer merkez bankalarının politikalarıyla körüklenmektedir—göreli büyüklüğü azalan bir temel üstüne oturduğu ters bir piramidi andırmaktadır.
Raporda belirtilen ve kar peşinde koşan spekülatif sermaye girişi eliyle yaratılmış olan servet balonunun “görece münferit olaylar olmaktan çıkarak, trilyonlarca dolarlık kayba yol açan sistem sarsıcı bir krize dönüştüğü” anlamına gelen durum budur.
ABD mali sermayesinin muhafızları, faaliyetlerinin küresel sonuçlarını dikkate almadan tek taraflı hareket edebilecekleri zemininde ilerliyorlar. Fakat son tahlilde, hiçbir ülke küresel sermaye yatırımlarındaki sert hareketler karşısında ABD’den daha savunmasız değil.
ABD finansal sistemi, şu anda büyük bir kredi krizinde olan Çin’in (borçlarının, ülkenin gayrısafi yurtiçi hasılasının 2008’de yüzde 120’den günümüzde yüzde 200’üne ulaştığı yönünde uyarılar var) hazine bonosu alımlarına fazlasıyla bağımlı olmaya başladı ve bu fonların ABD piyasalarından birbiri ardına çekilmesi mali bir deprem yaratacaktır.
Geçen hafta, UBS Wealth Management’in önde gelen küresel yatırım yetkilisi Alexander Friedman, ABD’nin, Çin’in içerideki krizin üstesinden gelmek için ABD fonlarını toptan ucuza satmak zorunda kalması durumunda, bu eylemler faiz oranlarını yükselteceği ve ABD’de ekonomik çalkantıya yol açacağı için, er ya da geç, Çin bankacılık sistemini kurtarmak zorunda kalabileceği uyarısında bulundu.
Militarizmin yükselmesi ve derinleşen ekonomik kriz arasında da gittikçe artan bir karşılıklı etkileşim söz konusu. ABD tarafından başlatılan sürekli savaşlar dizisi, onun görece ekonomik gerilemesini askeri güçle telafi etme çabalarının bir sonucudur. Fakat Suriye’ye veya İran gibi başka hedeflere karşı savaş, derhal ABD’ye “geri tepecek” bir mali krizi ateşleyebilecektir.
Mali krizin başlangıcının beşinci yıldönümü yaklaşırken, sadece hiçbir şeyin çözülmemekle kalmadığı; buna karşılık, kapitalist ekonomik ve mali sistemin tarihsel krizinin yoğunlaşıyor olduğu ortada. Küresel mali sistem hızla yeni bir felakete doğru sürüklenirken, milyarlarca insan, başlarının üzerinde, onları bir gecede yoksulluğa gömme ile tehdit eden bir Demokles kılıcı ile yaşıyor.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|