DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Diğer bölgeler
Yazıcıya hazırla
ABD Anayasa Mahkemesinin oy hakkı yasasının içini boşaltması
Barry Grey
2 Temmuz 2013
İngilizceden çeviri (27 Haziran 2013)
Anayasa Mahkemesinin 1965 yılında çıkan Oy Hakkı Yasasını etkili bir şekilde altüst eden kararı, ABDdeki demokratik haklara yönelik hukuki ve siyasi saldırıda önemli bir tırmanmaya işaret etmektedir.
48 yıl önce yürürlüğe girmiş olan yasa, eyaletlerin Afrika kökenli Amerikalıların oy verme hakkını kısıtlamasını yasaklayan 15. Değişikliki [ABD Anayasasında 3 Şubat 1870te kabul edilen değişiklik] uygulamaya koymuş ve onun hükümlerinin uygulanmasında Kongreyi yetkili kılmıştı. 15. Değişiklik, yasa açısından İç Savaşın demokratik kazanımlarının sağlamlaştırılmasını yansıtıyordu. Bununla birlikte, o, yaklaşık bir yüzyıl boyunca, Güneydeki Amerikalıların çoğu için ölü bir metin olarak kalmıştı.
Salı günkü kararın, İç Savaşın belirleyici çatışması olan Gettysburg Savaşının 150. yıldönümüne bir haftadan az bir süre kala alınmasında, derin bir ironi bulunuyor.
1930larda ve 1940larda ABDde işkolu sendikalarının kurulmasını sağlayan işçi sınıfı mücadelesinin de dahil olduğu toplumsal mücadelelerin yükselişinin bir parçası olan yurttaşlık hakları hareketi, Johnson yönetiminin ve Kongrenin bu çığır açan yasayı uygulamaya koyması için onlarca yıl mücadele etmişti.
Anayasa Mahkemesinin kararı, yalnızca Afrika kökenli Amerikalıların oy hakkını değil, bütün işçi sınıfını hedeflemektedir. Bu karar, oy hakkına yönelik kısıtlamarın önündeki yasal engeli kaldırmakta ve onu kısıtlama yönündeki yeni çabaları cesaretlendirmektedir.
Mahkeme Başkanı John Roberts, tam bir siniklikle, Oy Hakkı Yasasına yönelik saldırısını, yasayı güncelleştirmesi ve güncel koşullara uygun hale getirmesi için Kongreye baskı yapmak amacıyla zoraki atılmış bir adım gibi göstermeye çalıştı. Bu yasalara sıkı sıkıya bağlı tarafsızlık pozu, onun 1980lerde Başkan Reaganın bu yasayı etkisizleştirme girişimindeki öncüsü olarak oynadığı rolle yalanlanmaktadır.
Roberts, yasanın, Alaskanın, sekiz güney eyaletinin ve yedi başka eyaletin kimi bölümlerinin federal hükümet ile birlikte oylama sürecinde bazı yasal düzenlemeler yapmasını gerektiren yaptırım mekanizmasını etkili bir şekilde devre dışı bırakarak, bu eyalet hükümetlerine, diledikleri değişiklikleri yasalaştırmaları yönünde yeşil ışık yakmıştır.
Sofistik argümanlara dayanarak, seçilmemiş bir mahkemenin seçilmemiş başkanının Kongrenin yetkisini gasp etmesinin, 15. Değişiklikin Anayasada belirtildiği şekilde uygulanmasını amaçladığını ciddiye almak çok zor. Kongre, Oy Hakkı Yasasını defalarca -en son 2006da- yeniden onaylamıştır.
Roberts ve onun gerici ortakları, yalnızca ayrımcılığa ilişkin belgesel kayıtları değil; 1982 ile 2006 yılları arasında, oylama süreçlerine ilişkin 700den fazla değişiklik teklifinin ABD Adalet Bakanlığı tarafından reddedilmiş, ayrıca 2006dan bu yana 31 başka teklifin engellenmiş olduğu gerçeğini de yok saydılar.
Üye Yargıç Ruth Bader Ginsburg, mahkeme heyeti ile anlaşmazlığını okurken alışılmadık bir tavır sergiledi. Çoğunluğun kararını "aşırı kibirli" bir tutum olarak adlandıran Ginsburg, posası çıkmış ve etkisiz liberal ilkelerden elde kalanları dile getirdi.
Robertsin kararına imza atan yargıçlardan üçü (Antonin Scalia, Anthony Kennedy ve Clarence Thomas), Floridadaki oy sayımını durdurmuş ve geçerli oylamada kaybeden George W. Bushu Beyaz Saraya yerleştiren adı kötüye çıkmış 2000 yılı Bush-Gore kararındaki 4e 5lik çoğunluğun içindeydi. Salı günkü karar ile o dava arasındaki bağlantı açık ve doğrudandır. Her iki karar da halkı oy hakkından mahrum kılmaya yönelik yanıltıcı savlara başvurmuştur.
Demokratik Partinin başkanlık adayı Al Gore ile partisinin 2000 yılındaki yargı darbesine karşı çıkmayı reddetmesi, Amerikan egemen sınıfı içinde demokratik haklara olan her türlü ciddi bağlılığın çöküşünü göstermişti.
2000 yılındaki çalınan seçimlere resmi yanıt, bütün etnik kökenlerden işçilerin, öğrencilerin ve işsizlerin oy hakkına yönelik artan bir saldırı oldu. Çok sayıda eyalet, seçmenlerin oy vermeye gittiklerinde devletin verdiği seçmen kimliklerini gösterme zorunluluğu gibi, baskı önlemlerini yasallaştırdı. Salı günkü Anayasa Mahkemesi kararı, Oy Hakkı Yasasının uygulandığı eyaletlerde ve diğerlerinde, bu tür önlemlerin yaygınlaşmasına kapı aralamaktadır.
Kararın açıklanmasından birkaç saat sonra, Texas ve Mississippi eyaletleri, Oy Hakkı Yasasının açık hükümlerine dayanarak, Adalet Bakanlığı tarafından engellenmiş olan seçmen kimliği yasalarını derhal uygulayacaklarını açıkladılar. Texas, reddedilmiş olan seçim bölgelerini yeniden düzenleme planına devam edeceğini bildirdi. Güney Carolina ile Virginianın kendi seçmen kimliği yasaları ile devam edeceği ve Floridanın -2012 seçimleri öncesinde durdurulmuş olan- erken oylamayı kısıtlamaya yönelik bir planı başlatması bekleniyor. Seçmen kayıt kampanyalarında sınırlamaları da içeren başka önlemlerin yürürlüğe konması kesin.
Salı günkü karar, hükümetin halkı yaygın ve yasadışı gözetleme faaliyetinin açığa çıkması ve Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin bu polis devleti uygulamalarını savunmadaki birliği bağlamında gerçekleşmiştir. Bu arada onlar, bu polis devleti uygulamalarını ifşa ettiği için Edward Snowdena karşı cadı avı sürdürüyorlar. Aynı şey, her iki partinin de Obamanın - ABD yurttaşları da dahil- yargısız infaz programına verdiği destek, Guantanamoda ve başka yerlerde işkencelerin ve sınırsız gözaltıların sürmesi ve başka yollarla Anayasanın alenen çiğnenmesinde geçerlidir.
Bu karar, hala açıklanmamış olan Boston Maratonu bombalamalarının ardından Bostonun ordu ve polis tarafından tecrit edilmesinden ve temel hakların askıya alınmasından -ki bu önlemler de siyaset kurumu içindeki iki partinin desteğini almıştı- yalnızca birkaç hafta sonrasına denk düşmektedir.
Roberts ve onun mahkemedeki müttefikleri, Başkan Obamanın ve Demokratların Oy Hakkı Yasasını yeniden canlandırmak için bir mücadeleye niyeti olmamasına bel bağladılar. Obama, Salı günü, karardan "derin bir hayal kırıklığı" duyduğunu söylediği göstermelik bir açıklama yaptı. New York Senatörü Charles Schumer, "Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisinde çoğunluğa, Demokratlar ise Senatoda 60 oya sahip olduğu sürece, herhangi bir ön ayrım olmayacak" derken, Kongredeki Demokratların konumunu özetledi.
Çoğunluğun kararında güçlü bir siyasi intikam unsuru bulunuyor. Mahkemedeki baş gericiler, Oy Hakkı Yasasını Amerikan işçi sınıfının son büyük mücadele dönemi ile bağlantılandırmaktadırlar.
Aradan geçen yarım yüzyılda ne oldu? Bu dönemde, ABDnin küresel ekonomik konumunda sürekli bir gerilemeye tanık olundu. Buna, geniş halk kitlelerinin toplumsal koşullarındaki kötüleşme; reformların içinin birbiri ardına boşaltılması; işçi sınıfının işyerlerine, ücretlerine ve yan ödemelerine yönelik pervasız bir saldırı; temel sanayinin fiilen parçalanması ve demokratik hakların derinden aşınması eşlik etti.
Hepsinden önemlisi, geçtiğimiz elli yıl içinde, toplumsal eşitsizliğin şaşırtıcı bir şekilde arttığına tanık olundu.
Oy Hakkı Yasasının içinin boşaltılmasıyla birlikte, yasal ve siyasi biçimler daha doğrudan biçimde Amerikan kapitalizminin ve asalak ve suçlu mali seçkinlerin egemenliğinin çöküşüyle aynı hizaya getiriliyor.
Demokrasi, savaşlara ve servet ile gücün dar bir seçkin azınlığın elinde toplanmasına yol açan bir sistemle uyuşmaz. Egemen seçkinlerin hiçbir kesimi demokratik hakları savunmayacaktır. Bu görev işçi sınıfına düşmektedir.
Demokratik hakların savunusu, toplumu, toplumsal eşitlik temelinde yeniden kurma mücadelesini ve kâr için değil ama halkın yararına yönelik bir ekonomiyi gerektirir. Bu, işçi sınıfının kitlesel sosyalist hareketinin inşası demektir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|