www.wsws.org/tr/2013/feb2013/jord-f11.shtml
Ürdünde geçen hafta yapılan seçimler, kabile reisleri, monarşi yanlısı sadık kullar ve işadamları yararına sonuçlandı.
Seçimler, Kral Abdullahın iddia ettiği gibi bir reform döneminin habercisi olmak şöyle dursun, egemen seçkinlerin iktidarı sıkıca tutmaya devam etmesini sağlamak üzere tasarlanmıştı. Seçimlerin, uzun süredir bölgedeki ABD politikasının temel taşı işlevini gören bir ülkede derinleşen toplumsal ve siyasal hoşnutsuzluğun yatışmasına yardımcı olması gerekiyordu.
Meclisteki 150 sandalyeden yaklaşık 36sı, pan-Arap milliyetçisi gruplarla ve -8 tanesi hükümetle yakın bağları olan- bağımsız İslamcılar ile ilişkili muhalif unsurlara geçti. Üç sandalye ise, seçimlerden önce oy satın almakla suçlanan adayların oldu.
Ülkenin ana muhalefet partisi ve Müslüman Kardeşlerin Ürdündeki siyasi kanadı olan İslamcı Eylem Cephesi (İEC), seçimleri boykot çağrısı yapmıştı.
Yeni yasalara göre, kısa süre önce genişletilmiş 150 sandalyeli mecliste, eski kurtların denetimi elinde tutmaya devam etmesini sağlama alacak şekilde, yalnızca 27 sandalye siyasi partilerin ulusal listesine açık olacak. Bu sandalyeler, krala sadık kabilelere ait bölgeler, Ürdünlü zengin seçkinlerin önderliğinde olmakla birlikte, Müslüman Kardeşlerin savunuyor göründüğü Filistin kökenli Ürdün yurttaşlarının yaşadığı kentsel bölgelerden daha fazla temsil edilecek şekilde ayarlandı. Monarşi, kendi güçsüz konumunu desteklemenin bir yolu olarak, uzun süredir, orduyu, istihbarat örgütünü ve devlet bürokrasisini kontrol eden geleneksel Ürdünlüler ile Ürdüne 1948 ve 1967 sonrasında gelenler arasındaki anlaşmazlıkları teşvik etmektedir.
Kral Abdullahın planlanandan önce gerçekleştirdiği seçimler, iki yıl önce, Washingtonın diğer müttefikleri Tunustaki Bin Ali ile Mısırdaki Mübareki deviren ve bütün bölgeye yayılan kitlesel protestoların patlamasından bu yana ilk kez yapılıyor. Artan gerilimlerle, reform çağrılarıyla ve -yakıt ve diğer temel tüketim malları fiyatlarındaki artışla bağlantılı- süregelen protestolarla karşı karşıya olan ve kimilerinin çekilme çağrısı yaptığı Abdullah, seçimleri, yaygın yolsuzlukları temizlemeyi de içeren bir reform sürecinin en önemli öğesi olarak adlandırdı. O, yetkisini korurken, başbakanı ve bakanlar kurulunu seçme hakkını da içeren bazı yetkilerini parlamentoya devredeceğine ilişkin laflar etti. Bununla birlikte, o, parlamentoyu dağıtma ve yeniden toplama, olağanüstü hal ilan etme ve ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisini elinde tutuyor.
Toplam hak sahibi seçmenlerin yalnızca yüzde 70ini oluşturan 2,3 milyon seçmenin yüzde 56,6sının katıldığı parlamento seçimleri, hileli, kurallara aykırı ve kralın kararnamelerine onay olarak görüldü. İEC seçimlere katılımın yalnızca yüzde 17 olduğunu iddia etti. İEC ve diğer gözlemciler, oyların satın alındığı, birden çok oy kullanıldığı ve başka seçim hilelerine başvurulduğu durumların söz konusu olduğunu söylüyorlar.
İlk sonuçların açıklanmasının ardından, Cuma günü, Ammanda, İrbidde ve Kerakta binlerce insan protesto amacıyla sokaklara çıktı. Polis, kalabalıkları dağıtmak amacıyla gözyaşartıcı gaz kullandı ve dört kişiyi yaraladı. Bununla birlikte, Avrupa Birliği gözlemci heyetinin başındaki David Martin, "şeffaf ve güvenilir"olarak övdüğü seçimlere temiz raporu verdi. O bunu yaparken, aynı zamanda, "seçim yasasındaki önemli eksikliklerin seçimlere genel katılımı ve oyların eşitliğini etkilediğini"de kabul ediyordu.
Cuma günü Davostaki Dünya Ekonomik Forumunda konuşan Abdullah, "dönüm dontası" seçimlerin ardından demokratik reformları sürdüreceğini söyledi. Bu, onun, kendisi de kabinesini oluştururken parlamentoya "danışacak" olan başbakanı seçerken parlamento ile "görüşme" niyetiyle çelişmektedir.
O, seçimleri boykot etmiş olan Müslüman Kardeşler gibi gruplarla temas kuracaktır. İEC, Abdullaha, İslamcılardan ve diğer muhalif unsurlardan oluşan bir "ulusal kurtuluş hükümeti" kurma çağrısında bulundu.
Ürdündeki rejim, uzun süredir, ülkede çoğunluğu oluşturan Filistin kökenli Ürdünlüler içinde tabanı olan, kardeş hareketleri Mısırda ve Tunusta iktidara gelen ve Libya ile Suriyede oynadıkları önemli rol ile birlikte kamuoyunda tanınan İECye karşı çıkıyor.
Kral Abdullah, İEC ile, kendisine, henüz uygun siyasi ifadesini bulmamış olan hoşnutsuzluğu kontrol altına alarak yatıştırma fırsatı sunacak bir tür uzlaşma peşinde olabilir.
Bununla birlikte, ABDnin Suriyede Esad rejimini devirmeyi amaçlayan ve Washingtonın Sünni müttefikleri Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye tarafından finanse edilip silahlandırılan, Ürdün ve İsrail askeri istihbarat örgütleri tarafından eğitilip desteklenen vekil savaşı, Abdullah için tehlikelerle dolu. Esadın, şimdi Suriyede savaşan rakip İslamcı çeteler eliyle devrilmesi, ülkenin -Ürdüne, Lübnana ve Türkiyeye yayılacak sonuçlarıyla birlikte- parçalanmasıyla sonuçlanabilir. Bu, Kral Abdullahın Davosta kabul ettiği gibi, "feci ve bizi gelecek on yıllar boyunca kuşatacak bir şey"olacak.
Abdullah, şimdi Suriyede bulunan yabancı cihatçı savaşçılar konusunda uyarıda bulundu. Onun güvenlik güçleri, geçtiğimiz Ekim ayında, Iraktaki El Kaide ile bağlantılı 11 Ürdünlünün bir suikast planını engellemişti. Bu kişiler, Ürdünde, aralarında Ammanın en zengin mahallesi olan ve güçlü bir şekilde tahkim edilmiş ABD büyükelçiliğinin bulunduğu Abdunun da olduğu birçok yeri bombalamak için, silahlarını Suriyeden edinmişler. Bu, tam da, El Kaidenin Irak koluna önderlik eden ve 2005te Ammanda gerçekleşen otel bombalamalarından sorumlu tutulan Ürdünlü militan Ebu Musa El Zarkavinin iki kuzeninin Suriyeden ülkeye girerken sınır muhafızları tarafından tutuklanmasından birkaç gün sonra gerçekleşti. Ürdünün İsrail ile 1994 yılında yapmış olduğu anlaşma ve ABD ordusu ile olan uzun süreli işbirliği, onu İslamcı militanların hedefi haline getirmiş durumda.
Kral Abdullah, Davostaki konuşmasında, El Kaidenin geçtiğimiz yıl Suriyede faaliyet gösterdiğini ve "belirli çevrelerden" destek aldığını söyledi ve şunları ekledi: "O mücadele edilmesi gereken bir güç. Dolayısıyla, Şamda yarın en iyi hükümete sahip olsak bile, sınırlarımızı onların geçişine karşı güvence altına almak ve onları temizlemek için en az iki ya da üç yıl gerekiyor."
O, "hesabını görmek zorunda kalacağımız yeni Taliban Suriyede olacak"diyerek, Suriyede tehdit oluşturan militanları Afganistan ile karşılaştırdı. Bu, Washington destekli isyanın, artık denetim dışına çıkmış olan ve kendi rejimi için tehdit oluşturan silahlı İslamcı milislerden oluştuğunun kabulünden başka bir şey değildir.
350 bin dolayında Suriyeli, çatışmalardan kaçarak Ürdüne sığınmış durumda ve onların 36 bini bu yılın başından bu yana ülkeye gelmiş ki bu, Ürdündeki zaten yeterince ağır olan toplumsal baskıya ekleniyor. Bu sığınmacıların, kaydedilen en sert kışlardan birinde içinde bulundukları yaşam koşulları son derece ağır. Uluslararası Yardım Komitesine göre, sığınmacıların çoğu sığınma kamplarının dışında; sosyal hizmetlerin, okulların hatta çöp ve atık sistemlerinin aniden artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamadığı kentlerde ve kasabalarda yaşıyor. Çaresizlik içindeki bu insanlar, hükümetin, çatışmaların Ürdüne sıçramasını önleme çabası içinde ülkeye girmeyi başaranlara yönelik katı kurallarına ve onların sığınma kamplarının dışındaki hareketleri üzerindeki denetimine rağmen gelmiş durumdalar.
İnsanların ülkeyi terketmesini engellemek için Suriye sınırı boyunca insani yardım malzemesi stokları oluşturulmasını tavsiye eden Kral Abdullah, sığınmacılara daha fazla uluslararası yardım yapılması çağrısında bulundu. Böyle bir insani yardım, "kalpleri ve beyinleri kazanma"nın aracı olarak silahlı çeteler tarafından dağıtılacak. Abdullah, "eğer yakıta, elektriğe ve suya sahip olmayan bu insanlar hastanelerin çalışmadığı koşullarda açlıktan ölmeye başlarsa, radikalleşme o zaman ortaya çıkacak ve gelişecektir"dedi.
O, büyük devletlere, katliama son vermek ve Suriyedeki krize bir çözüm sunmak için "kararlılıkla" bir araya gelmeleri çağrısında bulundu. Doğrudan emperyalist müdahale yönünde, üstü yeterince örtülmemiş bir talep.