World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği

Yazıcıya hazırla

Hitler’in iktidara gelişinin 80. yılı

Peter Schwarz
11 Şubat 2013
İngilizce’den çeviri (2 Şubat 2013 )

Seksen yıl önce, 30 Ocak 1933’te, Devlet Başkanı Paul von Hindenburg Nazilerin önderi Hitler’i Almanya başbakanlığına atadı. Sonraki 12 yıl içinde, Hitler yönetimi insanlığın daha önce hiç tanık olmadığı suçları işledi. O, örgütlü işçi hareketini ezdi, ülkeyi totaliter bir diktatörlüğe tabi kıldı, saldırgan bir savaşta Avrupa’yı imha etti ve milyonlarca Musevi’yi, Roman’ı ve diğer azınlıklardan insanları öldürdü.

30 Ocak 1933 tarihsel bir dönüm noktasıydı. Ondan önce, barbarlık ve Musevi düşmanlığı ekonomik ve kültürel geri kalmışlığın belirtisi olarak değerlendirilirdi. Ama 1933’te, hem ekonomik hem de kültürel olarak üst düzeyde gelişmiş bir ülkenin seçkinleri, iktidarı, toplumun döküntülerine dayanan barbar bir Musevi düşmanı partiye teslim ettiler.

Bu gelişmenin altında, Alman ve dünya kapitalizminin çözülemez çelişkileri yatıyordu. I. Dünya Savaşı’nın sonuçları ve 1929 dünya ekonomik krizinin başlaması, işçi sınıfı ile orta sınıfın geniş kesimlerini yıkıma uğratmıştı. Alman toplumu derinden bölünmüştü ve demokrasinin yalnızca adı vardı. Weimar Cumhuriyeti, toplumsal bir patlamaya doğru giderken, varlığını kararnamelere ve devlet başkanının atadığı kabinelere dayanarak sürdürüyordu.

Bu koşullar altında, Hindenburg, hükümet kurma yetkisini Hitler’e verme kararı aldı. İşçi hareketini ezmek için Nazilere ihtiyaç duyuluyordu. Onlar, örgütlü işçi hareketine karşı harekete geçirdikleri küçük burjuvazinin çaresiz kesimleri ile lümpen proletarya arasında desteğe sahipti. İşçi hareketinin imhası, Alman iş dünyasının acil gereksinim duyduğu bir fetih savaşına hazırlanmanın ön koşuluydu.

Hindenburg’un kararı, ordunun yönetimi, büyük şirketler ve burjuva partileri tarafından desteklendi. Hitler iktidarı ele geçirmemişti; iktidar ona egemen seçkinler tarafından teslim edilmişti. Almanların çoğunluğunun Hitler’i desteklediği iddiası açıkça yanlıştır.

İktidarın devrinden önce, Kasım 1932’de yapılan son seçimlerde, iki büyük işçi partisi olan Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Komünist Parti (KPD), Hitler’in partisi NSDAP’den [Ulusal Sosyalist Alman İşçi Partisi] yarım milyon fazla oy almıştı. İşçiler Naziler’den nefret ediyordu. Onlar yalnızca Hitler’e karşı oy vermekle kalmamıştı; ona karşı savaşmak istiyorlardı. Ama onların önderlerinin, bu tür bir mücadeleye girişme becerisine sahip olmadıkları görüldü.

1918-19 proleter devrimini ezmiş olan SPD, işçileri seferber etmeye niyetli değildi. Parti, Nazileri evcilleştireceğini iddia ettiği devletin arkasına sığınmıştı. O, polis, ordu ve 1932’deki parlamento seçimlerinde desteklemiş olduğu Hindenburg hakkında yanılsamalar yarattı. Dokuz ay sonra, Hindenburg Hitler’i başbakan olarak atadı.

Sosyal demokratların egemenliğindeki sendikalar daha da ileri gittiler. Genel Alman Sendikaları Birliği (ADGB) yeni rejime bağlılık sözü verdi ve 1 Mayıs 1933’te gamalı haç altında gösteri düzenledi. Bunların hepsi boşunaydı. 2 Mayıs günü, Naziler sendika merkezlerini bastılar.

Hitler’i durdurmanın anahtarı, SPD’nin sağa kaymasına yanıt olarak 1919’da kurulmuş olan Komünist Parti’nin elindeydi. Bununla birlikte, KDP, Stalin’in etkisi altında yıkıcı bir siyaset izledi. O, Sosyal Demokratları "sosyal faşist" ilan ederek, onlar ile Naziler arasında herhangi bir ayrım yapmayı reddetti. KDP önderliği, Nazilere karşı SPD ile bir savunma ittifakı kurmaya kesinlikle karşı çıktı.

Lev Troçki ve yoldaşları, böylesi bir cephenin oluşturulması için yorulmak bilmeksizin mücadele ettiler ve Stalinistlerin ağır zulmüne maruz kaldılar. Stalinist siyaset aşırı-sol bir biçim almıştı ama o, gerçekte Komünist Parti’nin SPD önderliğini teşhir etmeye ve sosyal demokrat işçileri kazanmaya yönelik bir mücadeleye girişmeyi ve Hitler’e karşı ciddi bir mücadele yükseltmeyi reddetmesini gizliyordu.

Troçki, Mayıs 1933’te, "Elbette, Komünist Parti’nin izleyeceği hiçbir siyaset Sosyal Demokrasi’yi devrimin partisine dönüştüremezdi"diye yazmış ve eklemişti: "Ama amaç ikisi de değildi. Faşizmi ve aynı zamanda Sosyal Demokrat önderliğin yetersizliğini işçilerin gözünde açığa çıkartarak reformizmi zayıflatmak için, reformizm ile faşizm arasındaki çelişkilerden sonuna kadar yararlanmak gerekiyordu. Bu iki görev, doğallıkla içiçe geçmişti. Komintern bürokrasisinin siyaseti tam tersi sonuca yol açtı: reformistlerin teslimiyeti komünizmin değil ama faşizmin çıkarlarına hizmet etti; sosyal demokrat işçiler önderlerini izlemeye devam ettiler; komünist işçiler kendilerine ve önderliğe olan güvenlerini yitirdiler."

Troçki, Alman işçi sınıfının bu korkunç yenilgisinden kapsamlı sonuçlar çıkarttı. O ana kadar, Troçki önderliğindeki Sol Muhalefet, komünist partilerin ve Komünist Enternasyonal’in siyasi yönelimini değiştirmek için mücadele ediyordu. Ama Komünist Enternasyonal’in Almanya’daki felaketten herhangi bir ders çıkartmayı reddetmesinin ve kendi üyeleri arasında KPD’nin yıkıcı politikalarının tartışılmasını yasaklamasının ardından, böyle bir yönelim artık mümkün değildi.

"Faşizmin gürlemesiyle uyanmayan bir örgüt"diye belirtti Troçki, "böylece, ölmüş olduğunu ve hiçbir şeyin onu yeniden canlandıramayacağını kanıtlamaktadır. Bunu açıkça ve resmen söylemek, bizim proletaryaya ve onun geleceğine ilişkin doğrudan görevimizdir. "Görev, artık Komintern’i iyileştirmek değil ama yeni komünist partiler ve yeni bir enternasyonal kurmaktı.

Troçki, onun Stalinizme yönelik kimi eleştirilerini paylaşan ama yeni bir enternasyonalin kurulmasının erken olduğunu savunan merkezci grupların sert direnişiyle karşılaştı. Onlar, böylesi bir adımın yalnızca devrimci hareketin yeni bir yükselişi temelinde mümkün olabileceğini savundular.

Troçki bu tür savları kararlı bir şekilde reddetti. "Marksistler kaderci değildir"diye yazdı Troçki; "Onlar, tarihsel sürecin önlerine koyduğu görevleri tarihsel sürecin üstüne yıkmazlar... Kaynaşmış ve çelikleşmiş bir devrimci parti olmaksızın, sosyalist bir devrim düşünülemez."

Bu sözcükler bir kez daha yakıcı ve doğrudan önem kazanmaktadır. Kapitalizmin, 2008’deki mali krizden bu yana çarpıcı biçimde kötüleşen uluslararası krizi, patlayıcı sınıf mücadelelerini gündeme getirmektedir. İşçiler Mısır’da, Yunanistan’da, Portekiz’de ve İspanya’da, hükümetlerinin uyguladığı acımasız kemer sıkma önlemlerine ve siyasi saldırılara karşı günlük temelde isyan ediyorlar. Hükümetler, buna yanıt olarak otoriter yöntemlere başvurmakta ve Yunanistan’da Altın Şafak, Fransa’da Ulusal Cephe ve Macaristan’da Jobbik gibi faşist örgütlenmelerin gelişmesini desteklemektedir.

Bir sürü sahte sol örgüt, sendikalarla birlikte, işçilerin mücadelelerini açmaza sokmak ve burjuva düzeni korumak için ellerinden gelen her şeyi yapıyor. Günümüzün en acil görevi, işçileri uluslararası ölçekte birleştiren ve onları bir işçi iktidarı ve sosyalist toplumun inşası uğruna mücadele içinde seferber eden yeni bir devrimci önderliği inşa etmektir. Bu önderlik, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nde ve onun şubeleri olan Sosyalist Eşitlik Partileri’nde cisimleşmektedir.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır