DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Avrupa Birliği sığınmacılara karşı sınır kontrollerini arttırıyor
Martin Kreickenbaum
30 Aralık 2013
İngilizceden çeviri (20 Aralık 2013)
Avrupa Birliği’nin (AB) Lampedusa’daki göçmen trajedisine cevabı, göçmenlik kontrollerini çok daha sıkılaştırmak ve mültecileri caydırma sorumluluğunu acımasız yöntemlerle nam salmış olan AB dışı ülkelere havale etmek oldu.
AB, sadece birkaç gün içinde, Avrupa’ya göçmen girişini çok daha etkin şekilde engellemeyi hedefleyen üç yeni önlem getirdi. AB, Türkiye ile İstanbul Boğazı üzerinden Avrupa'ya kaçmaya çalışan mültecileri geri almayı şart koşan bir geri kabul anlaşmasını yaptı. O, diğer AB-komşusu ülkelerle de göçü önlemeyi ve göçmenleri geri almayı zorunlu kılacak bir "göç ortaklığı" planlıyor. AB bu önlemleri kolaylaştırmak için Eurosur denilen bir gözetim sistemi kurdu.
4 Aralık’ta, AB’nin adalet ve içişlerinden sorumlu üyesi Cecilia Malmström ve Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, sığınmacıların iadesi üzerine AB ve Türkiye arasında uzun süredir devam eden görüşmelerde anlaşmaya varıldığını bildirdiler. Nihai anlaşma resmi olarak 16 Aralık’ta imzalandı.
Anlaşma Türkiye’yi, Türk toprakları üzerinden Avrupa’ya göç eden sığınmacıları geri almakla yükümlü kılıyor. Bu, öncelikle Suriye ve Afganistan'dan kaçan yüzbinlerce mülteciyi etkileyecektir. Buna karşılık AB, Türkiye’nin AB’ye katılma başvurusunu yeniden gözden geçirmeyi ve Türk vatandaşlarının gelecekte AB üyesi ülkelere vizesiz seyahat etme olanağı sunmayı vaat ediyor.
AB komisyonunun yaklaşımındaki siniklik nefes kesicidir. AB, Türk polisi tarafından vahşice bastırılan Gezi Parkı protestolarının ardından, insan hakları ayaklar altına alındığı gerekçesiyle AB üyeliği konusunda Türk hükümeti ile görüşmeleri askıya almıştı. Ancak AB, altı ay sonra, sığınmacıları Türkiye’ye sınırdışı etmek için aynı hükümetle anlaşma yapıyor.
Bu şekilde, iade edilen mültecilere iyi bir yaşam kurma şansı sağlamak şöyle dursun, Türkiye’nin onları koruyacağının garantisi bile olamaz. Türk devleti sığınmacıların haklarını korumak için herhangi bir yasa oluşturmuş değil. Uluslararası Af Örgütü, Türk devletinin hem aylarca hapse atılan hem de bütün bütün büyük kentlerden sürülen mültecilere keyfi olarak kötü davrandığı hakkında düzenli olarak rapor veriyor. AB ise buna karşın, Türkiye'yi sığınmacılar için güvenli bir liman olarak sayıyor.
AB’nin yüzbinlerce mültecinin kaderi karşısındaki bu duygusuz kayıtsızlığı, bu göç dalgası doğrudan doğruya onun politikalarının sonucu olduğu için özellikle mide bulandırıcıdır. 3 milyon insanın ülkeden kaçmasına neden olan Suriye’deki iç savaş, büyük AB devletleri ve ABD tarafından Basra Körfezi’ndeki uşaklarıyla birlikte tasarlanıp düzenlendi. Ürdün’de, Lübnan’da, Türkiye’de ve diğer komşu topraklarda yüzbinlerce Suriye vatandaşı, uyduruk çadırlar altında ve hatta açıkta korkunç kış koşullarında yaşam mücadelesi veriyor. Üstelik onlar, çoğunlukla, bu ülkelerde geçici misafir olarak görüldükleri için hoşgörülüyor.
Suriye'ye uygulanan ticari yaptırımlar, milyonlarca Suriyeli ailenin geçim kaynaklarını imha etmiştir. İngiliz gazetesi Independent, Eylül ayında, Suriye'nin bir zamanlar örnek gösterilen sağlık sisteminin bu yaptırımlar sonucunda tamamen bozulduğunu yazdı. Yiyecek ve ısınma için kullanılan petrol fiyatları patlamış durumda ve çoğu insan için fazlasıyla pahalı.
Avrupa'ya kaçış, birçok kişi için bu trajediden kurtulmanın tek yolu olarak görülüyor. Fakat Avrupa Birliği sığınmacıların girişini engelliyor. Almanya, Suriye’den yalnızca 10 bin kişiye izin verdi ve İşişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich bunu örnek bir hareket olarak betimledi. Alman hükümeti, aynı zamanda mülteciler için öyle yüksek bürokratik engeller dikti ki şimdiye kadar, onların yalnızca küçük bir kısmı Almanya’ya varabildi.
Çaresizlik içinde Lübnan, Ürdün veya Türkiye’de mahsur kalan Suriyeli sığınmacılar, ellerinde kalan bütün kaynaklarını tüketiyor ve kendilerini gemiyle Avrupa’ya götürecek kaçakçılara ödemek için ağır borçlara giriyorlar. Onların tek çıkış yolu ve kalan son umutları, elverişli olmayan teknelerle, Yunanistan'a doğru tehlikeli bir deniz yolculuğu. Şimdi önümüzde duran "geri kabul anlaşması" AB'ye ulaşmış olan herhangi bir kişinin sınır kontrol memurları tarafından gözaltına alınır alınmaz hemen Türkiye'ye geri gönderilebilmesi anlamına gelecek.
Bu yeni anlaşma, eleştiri oklarını, rahatlıkla, AB’nin sınırları denetleme kurumu Frontex üzerinden uzaklaştırıyor. Frontex yetkilileri tarafından işlenmiş kapsamlı insan hakları ihlalleri iddiaları, özellikle, onların Türkiye ve Yunanistan arasındaki sınırdaki faaliyetleri üzerinde odaklanmıştı. Sığınmacılar ile ilgili Pro Asyl örgütü, Avrupa sınır polisinin yasadışı "geri püskürtme" faaliyetlerini ayrıntılı olarak, belgelerle yayınladı. Rapor, sığınmacıların, yüzü maskeli özel görevliler tarafından keyfi olarak kötü muameleye maruz kaldığını ve hapsedildiğini anlatıyor. Teknelere dolmuş bitkin mülteciler yakıt, yiyecek veya su olmadan sürüklendikleri Türk sularında kendi kaderlerine terk edildi. Onların sığınma talepleri, işleme alınmak şöyle dursun, hiçbir şekilde kaydedilmedi.
Sığınmacılar, şimdi, geri kabul anlaşması altında, bütünüyle yasal bir şekilde Türkiye’ye geri püskürtülecek.
AB içişleri bakanları, kısa süre önce düzenlenen bir konferansta, Kuzey Afrika ve Asya'daki geçiş ülkeleriyle de benzer anlaşmalar yapmaya karar verdiler. AB komiseri Malmström, bu amaçla, son zamanlarda Tunus ve Azerbeycan’la yaptığı görüşmelere benzer bir “dolaşım ortaklığı” önerdi. Malmström gözünü Fas, Cezayir, Libya ve Mısır’a dikmiş durumda. Bu ülkelere, Avrupa'ya girmek isteyen sığınmacılara karşı daha saldırgan davranmaları karşılığında küçük bir mali yardım teklif edilecek.
“Dolaşım ortaklığı”, AB’nin, Avrupalı olmayan ülkelere sınır kontrol polisliği taşronluğunu yaptırma yönündeki uzun vadeli planlarının bir sonraki adımdır. Bu plan, geri kabul anlaşmalarını, [Orta-Batı Afrika’da küçük bir ülke olan Burkina Faso’nun] Sahel bölgesine kadar uzak yerlerde sığınmacı kamplarının kurulması anlamına gelen “bölgesel koruma programları”nın düzenlenmesini ve tüm Akdeniz kıyılarında sığınmacıların tespiti konusunda bu ülkelerle daha yakın bir işbirliğini kapsıyor.
Cecilia Malmström, AB’nin bu dışarıdan kaynak sağlama yükümlülüğü politikasını, üç ay önce birkaç gün içinde 600’den fazla sığınmacının boğularak öldüğü Lampedusa felaketine insancıl bir yanıt olarak sığınmacıların iyiliği için atılmı bir adım gibi sunmaktan utanmıyor. O, bunun, “AB’nin dayanışma ve pratik insancıl eylem değerlerine dayandığını göstermek için eşsiz bir fırsat olduğunu” açıkladı.
Avrupa dış sınırları gözetim sistemi (Eurosur) 2 Aralık tarihinde faaliyete başladı. Bu, sığınmacılara karşı aşılmaz bir engel olması amaçlanan bir "Avrupa Kalesi"nin inşasında bir diğer önemli yapı taşını temsil etmektedir.
250 milyon Avro’ya (yaklaşık 750 milyon TL) mal olan bir gözetim sistemi, insansız hava uçakları, uydu tabanlı arama sistemlerini, deniz sensörleri ve biyometrik kimlik kontrollerini kullanarak "yasadışı" göçmenlere karşı AB sınırlarını korumaktadır. İspanyol ulusal kontrol merkezi ile bilgi ağına katılan ülkeler arasında Moritanya, Fas, Senegal, Gambiya, Gine Bissau ve Cape Verde bulunuyor. Libya, Tunus, Cezayir ve Mısır’ın da yakında ona katılması bekleniyor.
Eurosur tarafından toplanan tüm bilgiler, Avrupa sınır kontrol ajansı Frontex’in Varşova’da bulunan ve göçmenleri durdurmak ve Afrika'ya dönmeye zorlamak için onların botlarının Avrupa sularına ulaşmadan çok önce tespiti gibi faaliyetlerin koordine edildiği merkezi komuta merkezine gönderilmektedir.
Bununla birlikte, AB Komiseri Malmstrom, Eurosur’un katkısının, "aşırı yüklü ve denize açılmaya elverişsiz teknelerdeki göçmenleri kurtarmak ve böylece Akdeniz'de gelecekteki mülteci trajedileri önlemek" olacağını açıkladı.
Pro Asyl’ün Avrupa temsilcisi Karl Kopp, insan kaçakçılarının katı deniz ve kıyı gözetleme tedbirlerine daha ölümcül rotalarla tepki vereceği şeklinde farklı bir düşünceye sahip: “İnsanlar artık Lampedusa yakınlarında değil; Avrupa karasuları dışındaki denizlerde ölecekler.”
Eurosur’un amacının denizde tehlikede olanları kurtarmak değil ama sadece sığınmacılara yönelik sınır kontrollerini uygulamak olduğu gerçeğini; aynı zamanda, Akdeniz devletleri İtalya, Fransa, İspanya, Yunanistan ve Malta’nın, sığınmacıları etkin şekilde kurtarmalarını şart koşan herhangi bir yeni yasal buyruğu tanımakta isteksiz olduğunu gözler önüne sermektedir.
AB Komisyonu da Frontex tarafından yürütülecek daha ileri sınır kontrol faaliyetleri için ek olarak 50 milyon Avro ayırdı. Bu meblağlar Akdeniz'de savaş gemilerinin konuşlanması ve Türk sınır kontrollerinin güçlendirilmesi içindir.
Bu sığınmacı trajedileri, Malmström’ün savunmaya çalıştığı gibi denizde başı belaya giren tekneler hakkındaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyor. Bu trajediler, tekneleri batan göçmenleri kurtarma kaygısına sahip olmamaktan ve onlara yardım etme isteksizliğinden dolayı yaşanmaktadır. Örnek olarak, İtalyan gazeteci Fabrizio Gatti, Lampedusa’daki felaketten sonra yalnızca birkaç günde 260 mültecinin ölmesinin, büyük bir çoğunlukla resmi görevlilerin kasıtlı ihmaline atfedilebileceğini kanıtladı.
Sözkonusu tekne, denize açıldıktan kısa bir süre sonra Libya sahil güvenliği tarafından üzerine ateş açılmasının ardından, 11 Ekim’de su alarak batmaya başlamıştı. Öncelikle, İtalyan makamları, kendi uydularına gelen SOS iletisini görmezden geldi ve İtalyan sahil güvenlik gemileri olay yeri yakınında olmasına rağmen, bu iletiyi Malta’ya aktardılar. İtalyan sahil güvenlik müdürü, bu tavrını, sığınmacı teknesinin Malta deniz kurtarma bölgesinde kaldığını ileri sürerek savundu. Saatler sonra, Malta İtalyan sahil güvenliğinden yardım istedi ama kurtarma gemisi olay yerine geldiğinde, zor durumdaki teknenin güvertesinde bulunan 450 sığınmacının yarısının hayatını kurtarmak için artık çok geçti.
Avrupa Birliği'nin gerici karakteri, sığınmacılar konusundaki bu insanlık dışı politikalar eliyle çarpıcı biçimde açığa çıkmaktadır. Onun Avrupa sınırlarında son 20 yıliçinde 25.000 sığınmacının ölümüne yönelik tek yanıtı, baskıcı önlemleri artırmaktır. “Dolaşım ortaklığı”, “geri kabul anlaşması” ve “bölgesel koruma programı” gibi Orwell’ın Newspeak’inden fırlamış terimlerin arkasında, Avrupa Kalesi’nin, binlerce sığınmacının ölümünün ödenecek ucuz bir bedel olarak görüldüğü acımasız politikaları gizlenmektedir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|