World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği

Yazıcıya hazırla

Lübnan’daki İran Büyükelçiliği’ne yönelik terörist saldırıda 23 kişi öldü, 140 kişi yaralandı

Keith Jones
5 Aralık 2013
İngilizce’den çeviri (20 Kasım 2013)

19 Kasım Salı günü Lübnan’daki İran büyükelçiliğini hedefleyen bir canlı bomba saldırısında en az 23 insan öldü ve 140’tan fazla kişi de yaralandı. Ölenlerin çoğu, büyükelçiliğin bulunduğu Beyrut’un güneyindeki, ağırlıklı olarak Şiiler’in yaşadığı Janah semtinde yoldan geçen kimselerdi. İran, büyükelçilikteki kültür ataşesinin ölümünü doğruladı.

El-Kaide bağlantılı bir grup olan Abdullah Azzam Tugayları, kendi “ruhani liderleri” Şeyh Sirajeddine Zuraiqat’ın bir twitter mesajıyla, saldırıyı üstlendi. Söylentilere göre, Tugaylar, İran ve İran müttefiki bir Lübnanlı Şii milis olan Hizbullah Suriye hükümetini askeri bakımdan desteklemeye son verene kadar, buna benzer saldırılara devam etmeye ant içmiş.

ABD ve müttefikleri, İran ile onun nükleer programı üzerine ve Suriye rejimi ile ABD destekli El-Kaide bağlantılı Suriye muhalefeti ile diplomatik bir anlaşmaya varmak için üst düzey görüşmeler gerçekleştirdiği sırada, Salı günü gerçekleşen vahşet, bölgedeki gerilimleri artırmayı amaçlıyordu.

İran, bugün, Cenevre’de, P-6 adı verilen ABD, Britanya, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya ile nükleer programı üzerine görüşmelere yeniden başlayacak. İran ve P-6, bu ayın başlarında, neredeyse, ABD ile Avrupa’nın İran’a karşı yaptırımlarını kısmen gevşetmesi karşılığında Tahran’ın kendi nükleer programını askıya alacağı geçici bir anlaşma yakalayacaklardı. Bu anlaşma, söylendiğine göre, İran’ın halen yabancı bankalardaki hesaplarında dondurulmuş olan milyarlarca dolarlık petrol gelirinin yalnızca 5 milyar dolarını edecekti.

ABD’nin, İsrail ve Suudi Arabistan da dahil bölgedeki El-Kaide ile bağlantılı çeşitli müttefikleri, bu görüşmelere katı bir şekilde karşı olduklarının işaretlerini verdiler. Onlar, İran’ın sivil nükleer programı tamamen yürürlükten kaldırılana kadar yaptırımların sürdürülmesi gerektiğinde ısrar ediyorlar. Onların, İran’ın nükleer silahlarını geliştiriyor olduğuna dair kanıtlanmamış suçlamaların arkasına gizlenmiş talepleri, ABD’nin ile İran arasında, onların müttefik olarak önemini azaltacak bir uzlaşmadan duydukları korkularını yansıtmaktadır.

Bombalı saldırının sorumluluğunun El-Kaide bağlantılı bir grup tarafından üstlenilmesi, bu vahşetin, büyük ihtimalle bu ABD müttefiklerinin desteğiyle gerçekleştirilmiş olduğu izlenimi uyandırıyor. Özellikle Suudi Arabistan, El-Kaide ile çok eskiden beri süregelen bağlantıları var. Onun ilk önderi Osama bin Ladin, Suudi Arabistan krallığının en zengin ailelerinden birindendi. Suudi Arabistan, Katar ile birlikte, El-Kaide bağlantılı Suriye muhalif güçlerin başlıca destekçilerinden biri olarak ortaya çıkmış durumda.

Bizzat Janah sakinleri , bombalı saldırıdan dolayı Suudileri suçladılar. New York Times’taki bir haber, Salı günkü bombalı saldırının gerçekleştiği yerin yakınında, bölgenin yerlisi bir kadının “Allah Bandar’ı cehennemin dibine yollasın! Bu, Suud ailesinin işi.”diye bağırdığının duyulduğunu söyledi. Prens Bandar Bin Sultan, Suudi istihbarat örgütünün başkanı ve Suriye’de kendi İslamcı vekilleri için mali ve askeri destek örgütleyen kişidir.

Roma’da konuşan İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, bombalı saldırıdan dolayı, Suriye’deki El-Kaide bağlantılı milislerin çoğalmasını suçladı. Bu milisler, ABD ve onun müttefikleri tarafından silahlandırılmış ve desteklenmiştir.

Zarif “Biz, Suriye’deki aşırı güçlerin sonuçlarını şimdiden görüyoruz.” dedi ve şunları ekledi: “Aynı örgütler, Bağdat’ın sokaklarında insanları öldürüyor... Bu çok ciddi bir sorun ve Suriye’de kaynayan gerilimin aniden alevlenmesi durumunda, onu Suriye sınırlarında ve hatta Ortadoğu içinde durdurmanın pek de mümkün olmayacağına inanıyorum.” Suriye Dışişleri Bakanı, Suudi Arabistan’ı Salı günkü vahşetin arkasında olmakla doğrudan suçlanmazken, bunun, Suudi ve Katar monarşilerinin El-Kaide bağlantılı milislerine olan desteğinin bir sonucu olduğunu belirtti.

Salı günkü bombalı saldırı, aşırı gerginliklerin ve ABD emperyalizminin başlıca sorumlusu olduğu, şimdi bölgenin her yerine yayılmakta olan savaş tehlikesinin altını çizmektedir. ABD, geçtiğimiz on yıl boyunca, dünyanın en önemli petrol ihraç eden bölgesinde kendi stratejik hakimiyetini desteklemek için bir dizi yasadışı savaş başlattı. O, Irak’a saldırdı ve işgal etti, Libya’da rejimi değiştirmek için “insani amaçlı” bir savaş başlattı, Suriye’de Sünni İslamcıların başını çektiği bir ayaklanmayı kışkırttı ve defalarca İran’ı savaşla tehdit etti.

Washington, iki aydan biraz uzun bir süre önce, Suriye’ye doğrudan bir saldırıya başlamanın eşiğindeydi. Obama yönetimi, ABD dış politika çevrelerinde topyekün bir savaşın uygunluğu üzerine yükselen anlaşmazlıkların ortasında, son anda savaştan geri çekildi. (Bu kararın ardında, El-Kaide’nin Suriye’deki rolü; Esad’ı destekleyen İran ile Rusya’nın daha kapsamlı bir savaş uyarısı; Pentagon’un önce tüm olası düşmanlara yönelik topyekün bir saldırı gerçekleştirmeksizin böylesi bir savaşa girişmekteki gönülsüzlüğü ve halkın ABD’nin savaş tehditlerine karşı derin hoşnutsuzluğu yatıyordu.)

Hem Suriye hem de onun başlıca bölgesel müttefiki İran ile görüşmeleri başlatan Obama yönetimi, kendi politikasında taktiksel bir değişiklik yaptı. Washington, İran’ı Ortadoğu’da ABD’nin hegemonyasını kabul etmeye zorlamayı, onun ekonomisini ABD’li ulusötesi şirketlere açmayı ve Afganistan’dan Doğu Akdeniz’e kadar bölgenin ABD’nin hegemonyası altında istikrar kazanmasında Tahran’ın işbirliğini güvence altına almayı amaçlamaktadır. Eğer Washington, bu yağmacı hedeflere diplomatik yollarla ulaşamazsa, aynı Eylül ayında görüşmelere döndüğü gibi, aniden savaş yoluna dönebilir.

Bu beklenmedik değişim müzakereleri kesintiye uğratmaya ve savaş için zemin oluşturmaya uğraşan İsrail ile Suudi Arabistan’ı çok şaşırttı ve sinirlendirdi.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, defalarca, Obama yönetimini Tahran’a yüzyılın diplomatik başarısını sunmaya hazırlanmakla suçladı. O, üst düzey görevlilerini Washington’a, ABD Kongresi’nin İran’a daha da sert yaptırımlar dayatması için görüşmeler yapmaya yolladı ve İsrail’in P-6 tarafından imzalanmış herhangi bir anlaşmaya zorunlu olarak bağlı olmayacağını ilan etti (İran’a tek taraflı bir askeri müdahale yönünde örtülü bir tehdit).

Netanyahu’nun eski ulusal güvenlik danışmanı Yaakov Amirdor, Financial Times’ın 17 Kasım Pazar günkü basımında yayımlanan bir röportajda, İsrail’in, İran’ın nükleer programını durduracak askeri kapasiteye “çok uzun bir süredir” sahip olduğundan övgüyle söz etti. O, ardından, Hizbullah’ın, İsrail’in İran’a bir saldırısına karşı missilleme yapması durumunda, İsrail kara kuvvetlerinin “(Lübnan’ın) şehir merkezlerine girecek” olduğunu; yani, Lübnan’ın topyekün istilasına girişeceğini ekledi.

Suudi Arabistan, Obama yönetiminin İran’a “diplomatik açılım”ından ve Suriye’ye karşı bir savaş başlatmadaki kendi başarısızlığından duyduğu hoşnutsuzluğu göstermek için, geçenlerde, uğrunda yıllardır lobi faaliyeti sürdürdüğü BM Güvenlik Konseyi koltuğunu geri çevirdi.

Suudi Arabistan, kısa süre önce de, İran’a yönelik bir İsrail saldırısına yardımcı olmayı önermişti. Riyad, İsrail jetlerinin Suudi hava sahası üzerinden uçmasına izin vermeye ek olarak, söylendiğine göre, göre havada yakıt ikmal uçakları, helikopterler ve insansız uçakları sağlamayı da teklif etmiş. Londra Sunday Times’a konuşan diplomatik bir kaynak, “Bu Cenevre anlaşması imzalandığında, askeri seçenek masadan dönecek. Suudiler çok kızgın ve İsrail’e gereksinim duyduğu herşeyi vermek istiyorlar.” açıklamasında bulundu.

Salı günkü bombalı saldırı, aynı zamanda, Lübnan’ı, ABD ile müttefiklerinin Suriye’de körüklediği Şii-Sünni mezhep katliamına çekmeyi ve Suriye üzerine ABD-Rusya önderliğinde önerilen görüşmeleri raydan çıkarmaya yardımcı olmayı amaçlıyor. O, Lübnanlı Şii mahalleleri yaz başına geri döndürmeyi hedefleyen bombalı saldırılar dizisinin sonuncusudur.

Hem Hizbullah hem de onun ABD müttefiki Sünni rakibi Gelecek Hareketi, Lübnanlı Sünni İslamcılar’ın Suriye çatışmasına katılmasını örgütleyen ve finanse eden Sunni seçkinlerin kimi kesimlerinin yer aldığı Suriye çatışmasında, şimdiden farklı cephelerdeler. Bombalı saldırının Hizbullahın’ın suçu olduğunu; çünkü onun Suriye yönetimine destek verdiğini söyleyen Gelecek Hareketi , İran büyükelçiliğine saldıran El Kaide güçleriyle dayanışma içinde.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır