DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Alman Seçimleri: Sol Parti egemen sınıfa bağlılık sözü veriyor
Peter Schwarz
13 Ağustos 2013
İngilizceden çeviri (10 Ağustos 2013)
Sol Parti'nin Eylül ayında yapılacak seçimlere ilişkin kampanyasının odak noktası, onun Alman egemen sınıfı adına güvenilirliğini ve bir sonraki sosyal saldırıların uygulanmasında oynayabileceği kaçınılmaz rolü vurgulamaktır. Partinin önde gelen önderleri, geçtiğimiz günlerde, Sosyal Demokrat Parti'ye (SPD), onun başbakan adayı Peer Steinbrück önderliğinde kurulacak bir federal hükümete katılma konusunda teklifler yağdırdı
Sol Parti'nin başkanı Katja Kipping, Münih'te yayımlanan Abendzeitung'a şunları söyledi: “SPD, bir politika değişikliği yapmak isteyip istemediğine ya da Angela Merkel'in başbakanlığını garanti altına alma politikasına son verip vermeyeceğine karar vermeli.” Kipping ile partinin eşbaşkanı Bernd Riexinger, “başından itibaren, 'bir sol hükümet konusunda görüşmelerle ilgileniyoruz' işaretini veriyordu.”
Kipping, ardından, hükümete katılmadan önce görüşmek istediği bir asgari ücret uygulaması gibi, birkaç muğlak asgari talepten söz etti. O, “Bunlar hayal değil. Biz, kapitalizmin ortadan kaldırılmasını talep ettiğimizi söylemedik.” vurgusunu yaptı.
Sol Parti'nin önde gelen adayı Gregor Gysi çok daha açık sözlüydü. O, Bild am Sonntag'a, SPD ile Sol Parti arasında “büyük bir örtüşme” olduğunu söyledi. Gysi, “SPD seçim programını en iyi bizimle birlikte uygulayabilir. SPD, biz olmaksızın, Başbakanlık görevini asla yerine getiremeyecektir.” dedi ve ekledi: “[ortak bir hükümet üzerine] görüşmeler, bizden dolayı başarısızlığa uğramayacak.”
Son 15 yıl içindeki Alman politikası hakkında bilgi sahibi olanlar için mesaj açık: Sol Parti, SPD'ye ve Yeşiller'e, onların sağcı politikalarını destekleme yönünde açık çek vermektedir.
SPD ve Yeşiller, 15 yıl önce Gerhard Schröder (SPD) ve Joschka Fischer (Yeşiller) önderliğindeki Sosyal Demokrat – Yeşiller koalisyonunun iktidara gelmesinden bu yana, devlet aygıtını güçlendirir ve Almanya'nın savaşlara katılımını pekiştirirken, sosyal yardımlara ve işçi haklarına yönelik saldırılarda başlıca rolü oynamıştır.
SPD'nin başbakan adayı Peer Steinbrück, birinci Merkel hükümetinde (2005-2009) maliye bakanı iken, yüz milyarlarca avronun zor durumdaki bankalara bağışlamasının sorumlusuydu. Bu para, şimdi, sert sosyal kesintiler yoluyla karşılanmaktadır.
Merkel hükümeti, geçtiğimiz dört yıl boyunca, SPD-Yeşiller koalisyonu tarafından yaratılmış olan devasa düşük ücret sektöründen ve azalan sosyal yardımlardan yararlandı. Merkel, aynı zamanda, avro krizinin yükünü, SPD ile Yeşiller'in tam desteğiyle, acımasızca, Yunanistan, İspanya ve Portekiz ile diğer güney ve doğu Avrupa ülkelerinin sırtına aktarmıştır.
Hükümete -Merkel, Steinbrück ya da bir başkası- kim gelirse gelsin, sürmekte olan mali ve ekonomik krizden dolayı, seçimlerden sonra sosyal haklara yönelik yeni saldırıların gerçekleşeceği, herkesin bildiği bir sırdır. Sol Parti'nin egemen sınıfa destek sunmasının amacı budur.
Sol Parti'nin seçim afişlerinde öne sürdüğü -asgari ücret, asgari emeklilik maaşı, servet vergisi, savaşlara dahil olmama gibi- asgari talepler, yalnızca, onun işçi düşmanı politikalarını gizlemeye yarayan incir yapraklarıdır. Sol Parti ya da onun önceli Demokratik Sosyalizm Partisi, hükümetlere katıldığı her yerde (Saksonya, Berlin, Mecklenburg-Western Pomerania ve halen Brandenburg), şimdiki seçim propagandasına cepheden karşı politikalar uygulamıştır.
Sol Parti'nin, 2002-2011 yılları arasında SPD ile kurduğu koalisyon aracılığıyla yönettiği Berlin, ülke çapında kamu sektöründeki işlere ve ücretlere yönelik saldırılarda ve sosyal harcamalardaki kesintilerde öncü rolü oynamıştır. Gysi, Deutschlandfunk radyo kanalındaki bir söyleşisinde bu konuda kendisine sorulan soruya, kendine özgü sinikliğiyle, Sol Parti'nin her zaman yoksulluğun hüküm sürdüğü yerlerde seçmen desteği elde etmesinin “cimrilik” olduğu yanıtını verdi ve ekledi: “Zengin bir eyaleti de yönetmek isterdim.”
Sol Parti, 2010-1012 yılları arasında Kuzey-Ren Vestfalya'da yapmış olduğu gibi, bir SPD-Yeşiller hükümetine hoşgörü gösterme rolüyle yetinmek istemediğini ortaya koymuş durumda. O, bakanlık görevleri üstlenmeyi umuyor.
Gysi, Alman televizyon kanalı ZDF'ye, “Ya hükümettesinizdir ya da muhalefette” dedi. Süddeutsche Zeitung'da yayımlanan bir habere göre, Sol Parti'nin yürütme komitesi, 17-18 Ağustos tarihlerindeki toplantısında, doğrudan hükümete katılma adına [bir SPD-Yeşiller koalisyonuna] federal düzeyde hoşgörü götermeyi [dışarıdan desteklemeyi-çev.] açıkça dışlayan bir karar almayı planlıyor.
Gysi, Bild am Sonntag gazetesinde, kendisinin gelecekte Almanya dışişleri bakanlığı görevini üstlenmesi olasılığını bile ortaya koydu. O, bunun hemen gerçekleşecek bir olasılık olmadığının farkında. SPD, kısa süre önce, seçimlerden sonra Sol Parti ile bir koalisyon kurma yönünde bir niyeti olmadığını açıklamıştı. Ama Gysi, gelecekte böylesi bir gelişmeyi gözardı etmiyor.
Bundan daha önemlisi, Gysi'nin bu önerisiyle birlikte verdiği siyasi mesajdır. Bu mesaj, Yeşiller Partisi'nin önderi Joschka Fischer'in 15 yıl önce dışişleri bakanlığına atanmasını hatırlatıyor. Daha önce yalnızca yönetici seçkinlerin deneyimli ve yüksek eğitimli üyeleri tarafından işgal edilen böylesi saygın bir bakanlığın yüksek okulu terk etmiş ve taksi şöförlüğü yapmış eski bir sokak savaşçısına verileceğini, o zamanlar hiç kimse hayal etmemişti.
Fischer'in bu göreve getirilmesi, 1968 protesto kuşağının burjuva devlete bütünüyle uyarlanmasını ve Yeşiller'in nihai olarak sağcı, emperyalizm yanlısı bir partiye dönüşmesini sembolleştirdi. Fischer'in göreve başlaması, doğrudan doğruya, Yeşiller Partisi'nin Alman ordusunun II. Dünya Savaşı sonrasında ilk kez emperyalist bir savaşa katılmasına, Sırbistan'ın NATO tarafından bombalanmasına verdiği destekle ilişkiliydi.
Yeşiller'in bir diğer kurucu üyesi ve SPD'ye geçmiş olan, dönemin içişleri bakanı Otto Schily, Federal Cumhuriyet'in kurulmasından beri devletin güvenlik aygıtlarında gerçekleşen en kapsamlı büyümeden sorumluydu.
Gysi, gelecekte dışişleri bakanı olarak hizmet etmeyi önererek, Sol Parti'nin -çok daha derin bir ekonomik kriz ve daha köklü toplumsal ve uluslararası gerilim koşullarında- Yeşiller'in oynadığına benzer bir rol oynamaya hazır olduğunun işaretini veriyor.
Sol Parti'nin önderi, önümüzdeki dönemin keskin sınıf çatışmalarıyla damgalanacağının farkında. Sol Parti'nin Aşağı Saksonya başkanı Manfred Sohn, partinin gazetesi Neuses Deutschland'da kısa süre önce yayımlanan bir makalede, “Yalnızca tekil belirtiler değil ama derinlemesine incelemeler de, sistemin, önümüzdeki onyıllar içinde, içsel sınırlılıklarından dolayı kırılma noktasına yaklaştığını gösteriyor.” diye yazdı.
Sohn, Avrupa Merkez Bankası'nın eski ekonomisti Jürgen Stark'tan şu alıntıyı yapıyor: “Ben krizin sonbahar sonlarında doruk noktasına ulaşacağına inanıyorum. Kriz yönetiminde yeni bir aşamaya giriyoruz.”
Sol Parti, “kriz yönetimindeki yeni aşamada”, SPD'nin gerici Gündem 2020'sini desteklemeye gönüllü olmakla kalmıyor. O, aynı zamanda, sosyal kesintiler ve Alman emperyalizminin çıkarları uğruna savaşlar karşısındaki direnişin zor yoluyla bastırılmasına hizmet sunuyor.
Sol Parti, ülkenin her yerinde boy gösteren ilk büyük boy seçim afişinde ifade ettiği üzere, kelimenin gerçek anlamıyla karşı-devrimci bir rol oynamaya hazırlanıyor. Bu afişin en üstünde, büyük puntolarla, “Devrim?” yazılı. Onun altında ise küçük puntolarla ama son derece açık bir şekilde “Hayır” yanıtı veriliyor.
Gerçekte, toplumsal devrim, milyonlarca insanın, küçük bir mali seçkinler grubunun toplumsal yaşam üzerindeki mutlak gücünü kırmasının tek yoludur. Toplumsal devrim olmaksızın, tek bir toplumsal sorun bile çözülemez. Sol Parti, böylesi bir devrimi kategorik olarak reddetmektedir ve onu bastırmak için gereken herşeyi yapacaktır. Sol Parti'nin seçim afişinin başlıca mesajı budur.
Sol Parti'nin konumu, eski SPD başkanı Friedrich Ebert'in, “Devrimden bir günah gibi nefret ediyorum.” sözlerini anımsatıyor. O zamanlar, Başbakan Ebert, partideki arkadaşı Gustav Noske ile birlikte, I. Dünya Savaşı katliamının ardından ortaya çıkan kapitalizm karşıtı işçi ayaklanmalarını kanlı bir şekilde ezmişti.
Seçimlere, işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesini mümkün kılan sosyalist bir programla katılan tek parti, Sosyalist Eşitlik Partisi'dir (PSG). PSG, seçim kampanyası sürecinde, Sol Parti'ye ve onun içinde ya da etrafında faaliyet gösteren çok sayıda sahte sol gruba karşı acımasız bir siyasi mücadele verecektir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|