World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği

Yazıcıya hazırla

Yunan Istırabı

Peter Schwarz
13 Mart 2012
İngilizce’den çeviri (10 Mart 2012)

George Orwell, 1984adlı romanında, gerçekliği tersine çeviren ideolojiyle yüklü dil için "Aldatıcı Dil" kavramını türetmişti. Yunan devlet borçlarının yazılı değerinin azaltılmasına uyarlandığı haliyle "kesinti" sözcüğü, Aldatıcı Dil’in sözcük dağarcığına eklenmeli.

Resmen mali piyasaların "özverisi", sahip oldukları Yunan tahvillerinin değerinin yarısından fazlasından vazgeçen özel alacaklıların "hakkından vazgeçmesi" olarak sunulan şey, gerçekte, bankalara verilmiş mali bir armağandır.

Perşembe gecesi, alacaklıların yüzde 86’sı tarafından üzerinde anlaşılan borç takası, Yunan devletinin iflasını önlemeyecektir. Bu anlaşma, böylesi bir iflasın maliyetini özel sektörden alıp Yunan borçlarının dörtte üçü kadarını üstlenecek olan kamu sektörüne kaydırarak, onu yalnızca ertelemektedir.

Gerçekten de, Uluslararası Takas ve Vadeli İşlemler Birliği, Cuma günü, kimi özel tahvil sahipleri borç takasına gitmeye zorlandığı için, Yunan tahvilleri üzerine kredi borcu takas sözleşmesinde 3 milyarlık ödemeyi tetikleyen ve bir "kredi olayı" oluşturan yeniden yapılandırmaya karar verdi. Bu, anlaşmanın Avrupa’daki ve dünyadaki mali krizi çözmediği ama öncelikle Portekiz’in, İspanya’nın, İtalya’nın ve hatta Fransa’nın borçları üzerinde yeni bir spekülatif saldırıyla, onun yoğunlaşmasına zemin hazırladığı gerçeğini vurgulamaktadır.

Kesinti, Yunan devletinin özel alacaklılara olan borcunda en fazla 107 milyar Avroluk bir indirim gerçekleştiriyor. Aynı zamanda, devletlere olan Yunan borçları 130 milyar Avro artıyor. Bu, Avrupa Birliği ile Uluslararası Para Fonu’ndan gelen ikinci mali paketin büyüklüğüne denktir. Sıkça "kurtarma fonu" dense de, bu bir armağan değil; Yunanistan’ın faiziyle birlikte geri ödemek zorunda olduğu yeni borçlardır.

Bu 130 milyar Avroluk paket Yunanistan bütçesi ve kesinlikle Yunan halkı yararına kullanılmayacaktır. O, doğrudan doğruya özel mali kurumların kasalarına gitmektedir. Otuz beş milyar Avro, uluslararası alacaklıları kesintiyi kabul etmeye ikna için bir "tatlandırıcı" olarak ayrılmış; 23 milyar Avro Yunan özel bankalarını kurtarmaya gidiyor; 35 milyar Avro ise Yunan bankalarına likidite sağlamayı sürdürebilmesi için teminat olarak Avrupa Merkez Bankası’na tahsis ediliyor. Kalan para, ödenmemiş borçları ve faizleri ödemede kullanılacak.

Kesinti, Yunanistan’ın borçlarını azaltmayıp arttırmaktadır. Toplam borçları 2020’ye kadar Yunanistan’ın gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYH) yüzde 120’sine indirme hedefi, bütünüyle, halkın geniş bir kesiminin yaşam standartlarını on yıllar boyunca geriletecek olan kemer sıkma önlemleri eliyle uygulanacak.

Öte yandan, bu kesinti, özel yatırımcılar için iyi bir pazarlıktır. Onlar, sahip oldukları ve son olarak yazılı değerlerinin yalnızca yüzde 30-40’ından işlem gören Yunan fonları karşılığında, kabaca yüzde 50 karşılığında paraya çevrilmeleri ve geri ödenmeleri uluslararası güvencelerle desteklenmiş yeni tahviller edinecekler.

Kesintilerin gerçek anlamı uzmanlar için sır değil. Salı günkü [8 Mart] Financial Times’da, ABD’li ekonomist Nouriel Roubini "Yunanistan’ın borcunun yeniden yapılandırılmasında devlet sektörünün kılına bile dokunulmazken özel alacaklıların önemli kayıpları kabul etmiş olduğu" savını bir "efsane" olarak adlandırdı.

Roubini değerlendirmesini şöyle tamamladı: "Gerçek şu ki, kayıplar toplumsallaştırılırken, iyi zamanlarda elde edilmiş kazançların çoğu özelleştirilmiştir."

Financial Times Deutschland’ın Cuma günkü başyazısı da benzeri bir sonuca varmaktadır: "Özel alacaklıların katılımının Yunanistan’ı kurtarmanın yükünün bir şekilde daha adil paylaştırıldığı anlamına geldiğini düşünenler yanılıyorlar. Yunan kurtarma paketinin bedelinin asıl bölümünü ödeyenler özel yatırımcılar değildir. Bu yük Avrupa’daki kamu sektörünün, vergi mükelleflerinin üzerindedir. Özel yatırımcılar -Yunanistan’ın iflası ile karşılaştırıldığında- bu pazarlıktan oldukça yararlanmış durumdalar."

Birçok ekonomist, şimdi, Yunanistan’ın olası iflasının bir zaman meselesi olduğunu düşünüyor. Ama o zamana kadar, aralarında Yunanlı milyonerlerin de olduğu önde gelen uluslararası mali yatırımcılar, paralarını ileride kullanmak üzere güvenle başka yerlerde saklayacaklar.

İflasın bedelini, öncelikle, kesintilerden şimdiden büyük ölçüde zarar gören Yunan halkı ödeyecektir. Bunun ardından, mali kayıplar, Yunanistan’a verilen AB kredilerine garantörlük yapan devletlerin bütçelerine yük olacaktır. Bu hükümetler, geçtiğimiz hafta Brüksel’de toplanan AB Zirvesi’nde kabul edilen Mali Sözleşme’nin sıkı gerekliliklerini yerine getirmek amacıyla, daha fazla maliyet kısıntısı ve kemer sıkma önlemi uygulamak için bir fırsat olarak durumdan faydalanacaklar.

Yunan borç "kesintisi", işçi sınıfına karşı, gelirlerin ve servetin aşağıdan yukarıya kapsamlı yeniden dağılımını amaçlayan uluslararası bir saldırının parçasıdır.

Yüksek riskli yatırım fonları ve bankalar, sorumsuz spekülasyonlar dolayımıyla dünya ekonomisini 2008’de çöküşün eşiğine getirdiklerinden beri, geçtiğimiz yüzyıl boyunca işçi sınıfı tarafından edinilmiş toplumsal kazanımları ortadan kaldırmak için krizden yararlanmaktadırlar. Onlar, önce kamu hazinesinden gelen yüz milyarlarca Avro ile kendilerini kurtardılar; ardından, ağır borç yükü altına girmiş olan ülkeleri, bu parayı kemer sıkma önlemleri eliyle genel nüfustan çıkarmaya zorladılar.

Yunanistan, bir örnek olarak anlam taşımaktadır. Avrupa Birliği ve Brüksel’de gidişatı belirleyen hükümetler, yıkıma yol açacak ve insanları berbat bir yoksulluğa sürükleyecek olmasına karşın, daha fazla maliyet düşürücü önlem talep ediyorlar. Onlar, aynı yolu Portekiz’de, İspanya’da, İtalya’da, İrlanda’da ve bütçe sorunu yaşayan diğer ülkelerde izliyorlar. AB’nin ekonomik olarak en güçlü ülkesi Almanya’da bile, devasa bir düşük ücret sektörü yaratılmıştır ve kitlesel işten çıkartmalar yoğunlaşmaktadır.

Genel nüfusun yaşam standardı düşerken, hisse senedi fiyatları rekor düzeylere ulaşmaktadır. Mali sektördeki yöneticiler büyük paraları ceplerine indiriyorlar. En yüksek maaş alan kırk Amerikalı yüksek riskli yatırım fonu yöneticisinin geliri, geçtiğimiz yıl, 13 milyar doların üzerindeydi.

Avrupa işçi sınıfının bu saldırıya birleşik bir güç olarak karşı koyması; haklarını ve geçmişteki kazanımlarını koruması gerekiyor. İşçiler, birbirlerine karşı yarıştırılmalarına (Yunan’a karşı Alman, İspanyol’a karşı Fransız) izin vermemeliler. Onlar, tamamı Avrupa Birliği’ni ve ulusal hükümetleri savunan ve onların kemer sıkma programlarını destekleyen düzen partileriyle ve sendikalarıyla ilişkilerini koparmalılar.

En temel demokratik ve sosyal haklar bile, yalnızca, mali sermayenin dayatmalarına karşı yönelmiş sosyalist bir program temelinde savunulabilir. Burjuva hükümetlerin yerini, ekonomik yaşamı mali aristokrasinin çıkarları doğrultusunda değil ama toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere köklü biçimde yeniden örgütleyecek işçi hükümetleri almalıdır. Avrupa Birliği’nin yerini Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri almalıdır.

Makalenin İngilizce orijinali
(10 Mart 2012)

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır