World Socialist Web Site (www.wsws.org)

www.wsws.org/tr/2012/mai2012/euro-m11.shtml

Avrupa seçimleri ve kemer sıkma politikalarına karşı mücadele

Alex Lantier
11 Mayıs 2012
İngilizce’den çeviri (8 Mayıs 2012)

Avrupa’nın dört bir yanında yapılan seçimlerin sonuçları, Avrupa ve ABD mali sermayesinin küresel ekonomik krizin patlamasından bu yana acımasızca uygulamakta olduğu kemer sıkma önlemlerine karşı derin halk muhalefetini göstermektedir.

Bu toplumsal öfke Fransa’da sağcı Başkan Nicolas Sarkozy’nin yenilgisine ve Sosyalist Parti’nin (PS) adayı François Hollande’ın başkanlığa yükselmesi sonucunu doğurdu.

Bu öfke, 2009’dan bu yana AB kemer sıkma önlemlerinin başlıca hedef tahtası olan Yunanistan’da, ülkeyi cuntanın 1974’tedevrilmesinden beri yöneten ikili tekelin, sosyal demokrat PASOK’un ve sağcı Yeni Demokrasi’nin etkileyici bir şekilde reddedilmesine yol açtı. Bu partilerin oyları, sırasıyla, yüzde 13,2’ye ve yüzde 18,9’a geriledi. Yunanistan’ın ikinci büyük partisi olarak ortaya çıkan Radikal Sol’un Koalisyonu (SYRIZA) ise oylarını üç kat arttırdı.

İşçi sınıfının ve orta sınıfların geniş kesimleri, oylarıyla, mali seçkinlerin siyasi ve ekonomik diktatörlüğüne karşı yeni bir sol alternatif arayışı içinde olduklarını göstermişlerdir. Bununla birlikte, sola yönelik kitlesel duyarlılık temelinde kazanım elde etmiş olan partilerin, var olan düzenin köklü bir sosyalist yeniden yapılandırılması şöyle dursun, herhangi bir önemli ekonomik reformu uygulamaya bile niyeti yok.

Fransa’da, Hollande, AB mali sözleşmesine uyum sağlamak için bütçede kesinti yapacağını defalarca söyledi. O, bir yandan Londralı bankerler için "tehlikeli olmadığını" ilan eder ve ayrıcalıklı bankalar ile işkollarını desteklemeye yönelik şirket yanlısı "büyüme" politikasına muğlak göndermeler yaparken, işçiler için daha düşük ücret ve daha fazla iş "esnekliği" anlamına gelen "Alman modeli"ni övdü. Mali piyasalar Hollande’a inanmış görünüyor. Onun seçilmesinden bir gün sonra, Fransız CAC-40 borsa endeksi yüzde 1,6 yükselerek kapandı.

Bu durumda, "sosyalist", "anti-kapitalist" ya da "komünist" olduklarını iddia edenlerin de aralarında olduğu bir "sol" partiler tabakası haince bir rol oynamaktadır. Onların, bankaların politikalarına muhalifmiş gibi görünmeleri bilinçli bir sahtekârlıktır. Orta sınıfların, ekonomik çıkarları ve kültürel ilgileri yönetici seçkinlerle özdeşleşmiş varlıklı kesimlerinden çıkan ve onları temsil eden bu partiler, AB’ye, Avroya ve Avrupa kapitalizminin diğer kurumlarına yönelik her gerçek tehdidi engellemek için yola koyulmuşlardır.

Fransa’da, Hollande, aralarında seçimlerde yüzde 10 oy almış olan Jean-Luc Mélenchon’un Sol Cephe’si ile Yeni Anti-kapitalist Parti’nin de bulunduğu bu tür çok sayıda partinin desteğiyle iktidara geldi. Onlar, Hollande’a koşulsuz destek çağrısı yaptılar.

Yunanistan’da, SYRIZA’nın önderi Alexis Tsipras, partisinin, Yunanistan’a dayatılan banka kurtarmalarının koşullarını hafifletmek için "Roosevelt tarzı Yeni Düzen" arayışı içinde olduğunu söyledi ve ekledi: "Biz Avroya değil ama Avro adına izlenen politikalara karşıyız."

Bu tür yorumlar, işçi sınıfı için felaket anlamına gelen bütünüyle kapitalist bir siyasi ve ekonomik çerçeveyi kabul eden söz konusu partilerin sınıf karakterini açığa vurmaktadır. Yunanistan’da gerçek gelirler üçte ikiye kadar gerilemiş, gençlerin şu anda yüzde 50’den fazlasını etkileyen işsizlik üç kat artmış durumda; yoksulluk ve evsizlik büyük bir hızla yükseliyor.

Bu partiler, kendilerini AB’nin, Avronun ve Avrupa kapitalizminin korunmasına adamış durumdalar. Onların önerebildiği tek şey, budalaca göstermelik reform çağrıları ile enflasyonist para basmayı birleştiren neo-Rooseveltçi hayallerdir. Onlar Avrupa ve dünya çapında iktidar mücadelesine ve sosyalist politikalar uygulayan işçi hükümetleri perspektifine karşı çıkmaktadırlar.

Bununla birlikte, onların önünde iki önemli engel var: Dünya kapitalist krizi gerçekliği ve mali aristokrasinin güçlü sınıf çıkarları. Çeşitli Avrupa ülkelerinin daralan dünya piyasaları, ucuz mallar ve işgücü için kapışan burjuvaları, yalnızca krizin yükünü hep birlikte işçilerin sırtına yıkabildikleri ölçüde ortak bir politika üzerinde anlaşabileceklerdir.

İşçi sınıfı, başta Romano Prodi’nin 2006-2008 yılları arasında kurduğu ve Rifondazione Comunista’yı da içeren koalisyon hükümeti olmak üzere, hükümetteki orta sınıf "sol" partilerinin politikalarının acı deneyimlerini daha önce yaşadı. Rifondazione, emekli maaşlarının indirilmesi ve bütçe kesintileri ile Afganistan’a ve Lübnan’a müdahaleler gibi işçi sınıfına yönelik benzeri saldırılara sağ partiler gibi sahip çıkmıştı.

Eğer sahte sol partiler, bugün, dünya kapitalizminin çok daha yoğun krizinin ortasında hükümetlere katılırlarsa, onların politikaları çok daha gerici olacaktır.

Burjuvaları siyasi iktidardan uzaklaştırmaksızın ve ekonomiyi onların pençesinden kurtarmaksızın, anlamlı bir toplumsal değişim mümkün değildir. Bu, işçi sınıfını kapitalizmi yıkma mücadelesinde birleştirecek uluslararası bir stratejiyi ve perspektifi gerektirir.

İşçiler, Fransa’da Hollande’ın gerici hükümetine, Yunan siyaset kurumu içindeki güçleri kabaca birleştiren bir hükümete ya da Avrupa’nın her yanındaki benzeri yönetimlere arka çıkan güçlere destek vermeyebilirler.

İşçilerin, AB, onun bütçe politikaları ve Avro adına yapılan özveri çağrılarını reddetmesi gerekiyor. Bu kurumlar, Avrupa’da daha fazla refaha ve barışa yol açmak şöyle dursun, çeşitli ulusal burjuvaziler için, işçi sınıfının belini bükerek aralarındaki artan farklılıkların üstesinden gelmelerini sağlayacak başlıca forum olarak ortaya çıkmışlardır.

Proletaryanın tarihsel görevi, AB projesinin reformdan geçirilmesi ya da yeniden görüşülmesi değil; bütün Avrupa işçi sınıfının, AB’yi ortadan kaldırmaya ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’ni kurmaya yönelik bir mücadele içinde uluslararası düzeyde seferberliğidir.



Telif Hakkı 1998-2009, Dünya Sosyalist Web Sitesi, Bütün hakları saklıdır