World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler

Yazıcıya hazırla

Meksika’daki G-20 bozgunu

Nick Beams
11 Temmuz 2012
İngilizce’den çeviri (20 Haziran 2012)

Ne de olsa, bu yeni organ hem eski hem de Çin, Hindistan ve Brezilya gibi yükselen güçlerden oluşuyordu. Nisan 2009’da Londra’da düzenlenen G-20 toplantısında, büyük ölçüde düşük faiz politikaları ve büyük bankaları kurtarma biçiminde "canlandırıcı" önlemlerin alınması yönünde geniş bir anlaşma sağlanmıştı. Ama yılın sonuna gelindiğinde, Yunanistan’ın borçlarına ilişkin kaygılar artıyor ve birkaç ay içinde hızla Avro bölgesinin krizi biçimleniyordu.

Haziran 2010 ile birlikte, büyük güçler arasında keskin ayrımlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu ayrımlar "canlandırma"ya karşı "kemer sıkma" kavramlarıyla ifade edilirken, hükümetlerin ve merkez bankalarının mali kuruluşları desteklemedeki rolü etrafında dönüyordu.

Avro bölgesinin çökmesinin kendi bankaları ve mali kurumları üzerindeki etkisinden kaygılanan ABD Almanya’yı ve diğer büyük Avrupalı devletleri Avrupa mali sistemini daha fazla desteklemek; devlet borçlarına ve bankacılık sektöründeki krize son vermek için daha fazlasını yapmaya zorluyordu. Öte yandan, kendi bankalarının girdaba kapılacağından korkan Almanya, şimdiye kadar direndi.

Bu arada, gerilimler artmaya devam etti. Onları kamuoyunun gözünden uzak tutma yönündeki bütün çabalara rağmen, bu gerilimler, Meksika’daki Los Cabos’ta Pazartesi ve Salı günleri gerçekleşen iki günlük G-20 zirvesinin hemen öncesinde patladı.

Görüşmeler için Los Cabos’a gelen Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’ya, Kanadalı bir gazeteci tarafından, Kuzey Amerikalıların Avrupa’nın krizinin faturasının ödenmesine neden yardımcı olması gerektiği soruldu. Barroso, "buraya demokrasi ya da ekonomimizi nasıl düzenleyeceğimiz konusunda ders almaya gelmiyoruz" diyerek karşı saldırıya geçti: "Bu kriz Avrupa’da başlamadı. Bu kriz Kuzey Amerika’da çıktı. Mali sektörümüz çoğu, mali piyasanın kimi kesimlerinin alışılmışın dışındaki uygulamaları eliyle kirletilmişti."

Wall Street Journal, tersi yöndeki bütün belirtilere rağmen, ABD’nin mali uygulamalarının Avrupa’daki krizden dolayı sorumlu tutulamayacağını vurgularken, şunu belirtti: "Barroso’nun, kısacası öfkeli üslubu, kriz daha tehlikeli bir aşamaya doğru ilerlerken gerilimlerin nasıl denetimden çıktığını gösterdi."

Bu "daha tehlikeli aşama"nın belirtileri, geçtiğimiz günlerde iyice görünür hale geldi. Kısa vadeli İspanyol borçlarının faiz oranı, Salı günü yüzde 5’e sıçradı ki bu oran geçtiğimiz ay yüzde 3’ün altındaydı. Yine, on yıllık İspanyol tahvillerinin faiz oranı, uluslararası yatırımcılar nakitlerini çektiği için yüzde 7’nin üstüne tırmandı.

Sermayenin İspanya’dan kaçması, açığı kapatmak için resmi devlet finansmanına gereksinim duyulacağı anlamına gelmektedir ki bu, Avro bölgesi hükümetleri tarafından İspanya’ya sağlanan son 100 milyar Avronun çok az olduğu ve 500 milyar Avro gibi bir miktara gereksinim duyulacağı kaygısını uyandırıyor.

Derinleşen krizin bir diğer belirtisi, mali piyasalara sağlanan desteğin son derece kısa ömürlü olmasıdır. İspanya’ya bu ayın başında sağlanan fonların piyasalarda yol açtığı sıçrama yalnızca yarım gün sürmüş; ardından, İspanya’daki ve İtalya’daki faiz oranları yeniden yükselmeye başlamıştı. Yunanistan seçim sonuçlarının ateşlediği yükselme ise daha da kısaydı.

Dünyadaki en büyük bankaların bazılarını kapsayan Institute for International Finance (IIF), G-20 ülkelerine, "gerçek bir" küresel bir durgunluk riski karşısında acilen harekete geçme çağrısı yaptı. IIF’nin bir mektubu, "uluslararası bankacılığın daralması, sınır-ötesi borçlanma ve pazar bulma da dahil, kaygı verici parçalanma işaretleri söz konusu" diye belirtiyordu. Yatırımcıların "küçülme" yönündeki kararları "piyasada ek gerilimler" yaratıyordu.

Tartışmalar tamamlanmadan önce elde edilen sızdırılmış tebliğ taslaklarına göre, G-20, bir bütün olarak, büyümeyi canlandırmak ve güveni yeniden kurmak için harekete geçmeyi taahhüt ederken, G-20 üyesi Avro bölgesi ülkeler tek para birimini korumak için "gerekli bütün siyasi önlemleri alacaklarına" söz vermişlerdi.

Ama geçtiğimiz üç yıl boyunca birçok vesileyle yayımlanmış olan ve her zaman "ülkeye özgü koşullar temelinde" davranılacağı ilavesinin eşlik ettiği bu tür ifadeler hiçbir anlam ifade etmemektedir. Başka şekilde ifade edersek, ulusal hükümetler dilediklerini yapabilirler; ortada küresel ölçekte koordine edilmiş bir ekonomi ya da bu yönde herhangi bir anlaşma söz konusu değildir.

Tebliğ, G-20’deki Avro bölgesi üyelerinin istikrarı sağlama yönünde önlemler alırken, aynı zamanda, "tek tek devletler ve bankalar arasındaki geri beslemeye son vermeleri" koşulunu içerdiğini de belirtiyordu.

Burada, en büyük borç sorununa sahip ülkelere sağlanan paranın, sonuçta bu fonları kendi hükümetinin çıkarttığı devlet tahvillerine yatıran o ülkenin bankalarına gitmesine gönderme yapılmaktadır. Bir başka deyişle, en fazla borcu olan ülkeler ve en güçsüz bankalar giderek daha fazla birbirlerine bağımlı hale gelmiştir ki bu, iki sarhoşun devrilmemek için birbirlerine yaslanmasına benzemektedir.

G-20, diğer önerilerinde olduğu gibi, bu "olumsuz geri beslemeye" nasıl son vereceğini ifade etmedi.

Somut önlemlerin yokluğu, Avro bölgesinin ve genel olarak dünya mali sisteminin krizinin temelini oluşturan asli etmenlerin bir ifadesidir.

Küresel mali sistemin karmaşık içsel bağlantıları, geçtiğimiz otuz yıl boyunca gelişmiş olan küreselleşme sürecinin, dünya ekonomisi ile kapitalist sistemin içinde kökleşmiş olduğu rakip ulus-devletler ve büyük güçler sistemi arasındaki çelişkinin bir patlama noktasına ulaştığının son derece çarpıcı ifadelerinden biridir.

Bu çelişki, 1914’te kapitalist sistemin çökmesine ve savaşın patlamasına yol açmıştı. Krizin, uluslararası işçi sınıfının iflas etmiş olan kapitalist düzeni devirme ve küresel bir sosyalist ekonominin zeminini kurma yönündeki müdahalesiyle çözülmemesi durumunda, 1914’ü izleyen her şey (dünya savaşı, bunalım, faşizm ve kitlesel işsizlik) yeniden ortaya çıkacaktır.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır