www.wsws.org/tr/2012/apr2012/amer-a21.shtml
Kolombiyanın Cartagena kentinde, ortak bir açıklama üzerinde anlaşamayan otuz dolayında ülkenin devlet başkanlarının katılımıyla hafta sonu yapılan Amerikalar Zirvesi, Pazar günü aksak bir şekilde sona erdi. Küba, Malvinas (Falkland) ve "uyuşturucu ile mücadele" konularında Washington ile neredeyse bütün ülkeler arasında varolan keskin anlaşmazlıklar bir uzlaşmayı engelledi.
İki günlük zirve, hükümetinin bütün düşüncelerine Kanada dışındaki diğer tüm katılımcı ülkeler tarafından karşı çıkılan Obama için tam bir fiyaskoydu. Ayrıca, ABDde, toplantıya ilişkin haberler Cartagenadaki bir otelde ABD başkanının gizli servisinden 11 görevli ile beş Amerikan askeri personelinin dahil olduğu bir fuhuş skandalının gölgesinde kaldı.
Bu, katılımcıları ortak bir kapanış açıklaması yapmadan sona eren ikinci Amerikalar Zirvesiydi. Obama, 2009da Trinidadda toplanan son zirveye göreve geldiğinin neredeyse üçüncü ayında katılmıştı ve Washington, Afrika kökenli genç Amerikalı başkanı, yarımkürede hiç tutulmayan Bush yönetiminin politikalarından büyük bir farklılık olarak göstermek için büyük çaba içindeydi.
Obamanın Trinidada yeni bir "karşılıklı saygı ve eşitlik" dönemi açmaya geldiği yollu söylemine karşın, üç yıl sonra, Demokratik yönetimin, selefinden özünde farklı olmayan bir Latin Amerika politikası sürdürdüğü fazlasıyla açık hale geldi. Bu, Kübaya karşı yarım yüzyıllık ekonomik ambargonun devamı, ABD merkezli bankaların ve ulusötesi şirketlerin çıkarlarını ilerletmeye yarayan Serbest Ticaret Anlaşmasının tesisi ve bölgedeki ABD askeri hegemonyasını arttırmak için tasarlanmış askeri bir "uyuşturucu ile mücadele" uygulaması üzerinde merkezileşmiştir.
Bu politika Cartagena zirvesinde doğrudan saldırıya maruz kaldı. Washington, üç yıl önceki zirveden farklı olarak, Kübanın gündeme gelmesini bu kez engelleyemedi.
2009daki zirvede, ABD-Küba ilişkilerinde bir "yeni başlangıç" vaadinde bulunan Obama, Kübaya seyahat yasağını ve işçi dövizleri üzerindeki kısıtlamaları en aza indireceğini ilan ederek eleştirilerin yönünü değiştirmişti. Washington, o zamandan beri, Kübaya yönelik ambargoya son vermek bir yana, onu hafifletme konusunda hiçbir adım atmadı.
Obama, Cartagenada, "hala demokrasiye yönelmemiş olduğu" için zirveye katılmasına izin verilemeyeceğinde ısrar etti. Washingtonın politikasının Latin Amerikalı muhalifleri, ABDnin en yakın ilişkileri sürdürdüğü Ortadoğudan Orta Asyaya kadar bir sürü diktatörlüğe dikkat çektiler.
Dışişleri bakanlarının devlet başkanlarının imzasına sunulmak üzere bir açıklama taslağını kaleme almak için yaptığı toplantı, 32ye karşı iki oyla (ABD ve Kanada) Kübanın zirvenin dışında tutulmasına son vermeyi kabul etti. Kübanın dışlanması politikası, 50 yıl kadar geçmişe; Washingtonın Amerika Devletleri Örgütüne, Fidel Kastroyu iktidara getiren 1959 devriminin ardından bu Karibik adası ülkesine karşı bir tecrit politikası dayattığı zamana dayanıyor. Zirve kararları oybirliğine dayandığı için, ABD ile Kanadanın bu vetosu bir sonuç belgesinin yayımlanmasını olanaksız hale getirdi.
Buna karşılık, birkaç ülke, bu yıl, Kübayı dışlayan bir zirveye katılmayı reddeden Ekvator devlet başkanı Rafael Correa tarafından izlenen politikayı benimseyeceğini açıkladı. Bolivya, Ekvator, Honduras, Nikaragua ve Venezuellanın yanı sıra Küba ile dört Karibik ülkesini kapsayan ALBA (Bizim Amerikamızın Halkları İçin Bolivarcı İttifak) ülkeleri, Kübanın katılımının olmadığı diğer zirvelere katılmayacaklarını taahhüt ettikleri ve ABDnin bu ada ülkesine yönelik ekonomik ve mali ambargoya son vermesini istedikleri bir açıklama yayınladılar.
Brezilyanın devlet başkanı Dilma Rousseff, Cartagena zirvesinin "Kübanın katılmadığı son zirve olması gerektiğini" açıklayarak, benzeri bir yaklaşım sergiledi.
Latin Amerika ülkeleri, Malvinas konusunda da, Arjantinin adalar üzerindeki egemenlik iddiasını destekleme ve Britanya yönetimine sömürgecilik kalıntısı olarak karşı çıkma yönünde ortak bir tavır aldılar. Bununla birlikte, ABD sürtüşmede yansız olduğunu vurgulayarak, herhangi bir destek açıklamasına karşı çıktı.
Grup fotoğrafının çekilmesinin hemen ardından arabaya binip havaalanının yolunu tutan Arjantin devlet başkanı Cristina Fernandez Kirchner, zirvenin ikinci gününe katılmadı. Bu erken ayrılma, onu, Obamanın bu Güney Atlantik adasından "tercih ettiğiniz sözcüğe göre, Maldives [aynen böyle] ya da Falklands" şeklinde söz ettiği ABD yansızlığına ilişkin düşüncelerini dinlemekten kurtardı.
Uyuşturucu konusunda, Obama, ABD önderliğinde uyuşturucuya karşı silahlı mücadele stratejisini savunurken kendisini büyük ölçüde yalıtılmış buldu. Washington, bu stratejiyi, bu Güney Amerika ülkesine milyarlarca dolarlık askeri yardım, donanım ve danışman gönderdiği Kolombiya Planı dolayımıyla yirmi yıldan fazla süredir destekledi. Washington şimdi, Merida Planı üzerinden benzeri bir kanlı mücadele sürdürüyor ve Orta Amerika Bölgesel Girişimi dolayımıyla bunu Orta Amerikaya yayıyor.
Guatemalanın, ülkenin uzatmalı iç savaşında soykırım suçlarına bulaşmış eski bir general olan ve kısa süre önce resmen göreve başlayan devlet başkanı Otto Perez Molina, ABDnin konuyu tartışmayı engellemek üzere telaşla Orta Amerikayı ziyaretine yol açan, uyuşturucuyu yasallaştırma üzerine bölgesel bir toplantı çağrısına önayak oldu.
Obama, Cartagenada, "yasallaştırma çözüm değil" ve "herhangi bir kısıtlama olmaksızın yasal olarak faaliyet göstermesine izin verilmiş" uyuşturucu ticareti "tam da, eğer daha fazla çürüme olmazsa bir çürüme, ardından statüko gibi olabilir" diye diretti.
Kolombiyanın, Washingtonın yarımküredeki en yakın müttefiki ve eski savunma bakanı devlet başkanı Juan Manuel Santos bile, "bu politikanın işe yarayıp yaramayacağını ve daha etkili ama az maliyetli başka alternatiflerin olup olmadığını" görmek gerektiğini belirterek, Obama ile arasına mesafe koydu.
Zirveye, ekonomik gerilimler de egemen oldu. ABDnin politikasının önündeki artan zorlukların merkezinde Amerikan kapitalizminin yarımküredeki ekonomik üstünlüğünü kaybetmesi bulunuyor. Çinin yeni pazarlara ve hammadde kaynaklarına ulaşma çabası, onu Brezilya, Şili, Peru ve bir dizi başka ülke ile başlıca ticaret ortağı haline getirdi. Çin, aynı zamanda, Brezilyada, Peruda ve kıtanın her yerinde başlıca doğrudan yabancı yatırım kaynağı. Bu arada, Avrupa Birliği, Latin Amerikanın iki numaralı ticaret ortağı olarak ABDyi geçmektedir.
Brezilya Devlet Başkanı Rousseff, Cartagenada aynı doğrultuda toplanan bir "CEOlar zirvesi"nde yaptığı konuşmada, ABDyi ve Avrupayı, gerçek bir parasal tsunamiyi kışkırtmaktan sorumlu tutarak, onların sıfıra yakın faiz oranıyla yabancı paranın Brezilyaya akmasına yol açıp onun para birimi Realin değerini yükselterek bu ülkenin dışsatımını dünya piyasasında pahalı hale getiren para politikalarını eleştirdi. Rousseff, hükümetinin "imalat sektörünü parçalanmaya terk etmeyeceğine" yemin etti.
Bu tür kaygılar, bölgede, Latin Amerika ile ABD ve Avrupa arasında değil ama aynı zamanda kıta içinde de gerilimleri arttıran korumacılıkta bir artışa yol açmıştır. Bu yüzden, Brezilya, güçlü Realden kaynaklanan uygun olmayan ticaret dengesine yanıt olarak, kısa süre önce, Meksikayı, iki ülke arasında gümrüksüz otomobil dışsatımını mümkün kılan anlaşmayı tek yanlı olarak iptal etmekle tehdit etti. Sonuçta, dışsatıma gönüllü bir üst sınır getiren bir düzenleme üzerinde anlaşıldı.
Obamanın, Kolombiya ile yapılan Serbest Ticaret Anlaşmasının önümüzdeki ayın ortasından itibaren yürürlüğe gireceğini açıklaması, Washington tarafından zirvenin "olumlu yanı" olarak sunuldu. Bu tür bir anlaşma, daha önce 2006da Bush yönetimi tarafından görüşülmüş ama o zamanlar Kongre tarafından engellenmişti.
Obama, başkan adayı iken, insan haklarına ilişkin kaygılarını ifade ederek, Kolombiya ile Serbest Ticaret Anlaşmasına karşı çıkmıştı. Obama, başkanlık makamına gelir gelmez, yasalaşması için, Kolombiyayı 1986dan beri 3.000in üzerinde sendika üyesinin kolluk güçleri ve sağcı ölüm mangaları tarafından öldürülmüş olduğu ülkede, anlaşmayı, görünüşte işçileri korumak için yeni kurumlar ve programlar yaratmaya zorlayan bir "Çalışma Eylem Planı" sahtekârlığına iliştirerek yeniledi. Obama, bu kan banyosunu durdurma yönünde hiçbir işe yaramayan yüzeysel değişikliklere rağmen, Kolombiyanın plana uygun olduğunu onayladı. Kolombiyada, geçtiğimiz yıl içinde 30un üzerinde sendikacı öldürüldü; 2012 yılının ilk üç ayı içinde en az altı sendikacı yaşamını yitirdi.