DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : İşçi mücadeleleri
Yazıcıya hazırla
Ekonomik kriz derinleşirken 40.000 kişi Türk hükümetine karşı gösteri yaptı
Muhabirimiz bildiriyor
25 Mart 2009
İngilizceden çeviri (18 Şubat 2009)
15 Şubat günü İstanbulda toplanan yaklaşık 40.000 kişi, ülkenin yaşadığı muazzam ekonomik krizin ortasında, AKPnin (Adalet ve Kalkınma Partisi) uyguladığı politikalara karşı gösteri yaptı.
Gösteri, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) tarafından ortaklaşa olarak, "Krizin Bedelini Ödemeyeceğiz: İşsizliğe ve Yoksulluğa Karşı Birleşik Mücadele, Emek ve Demokrasi Mitingi'' sloganı altında düzenlendi.
Yürüyüşe katılanlar üzerlerinde, "Toplu sözleşme hakkımız, grev silahımız," "Zam, zulüm, işkence, işte AKP," "Fabrikalar kalemizdir, kapatılamaz" ve "Krizin bedelini ödemeyeceğiz" sloganlarının yer aldığı pankartlar taşıdılar. Göstericiler, "Krizin bedelini patronlar ödesin" ve "Emek hırsızı AKPyi durdurun" gibi sloganlar attılar.
Son birkaç yıl içinde onlarca iş arkadaşlarını iş kazalarında kaybetmiş olan bir grup tersane işçisi de gösteriye katılanlar arasında yer alıyorlardı. Tersane işçileri üzerinde "İş cinayetlerine hayır" yazan siyah önlükler giymişlerdi.
Protestoya gerek İstanbuldaki fabrikaları önünde iki aydır beklemekte olan Sinter Metal işçileri gerekse de grevdeki E-Kart, Burulaş ve DESA işçileri katıldılar ve eylemlerini sürdürme konusundaki kararlılıklarını dile getirdiler.
15 Şubat yürüyüşüne sendikalı işçilerin katılımı görece küçüktü ve bu durum Türkiyedeki sendikaların yaşadıkları ve artık varlıklarını tehdit eder bir hale gelmiş olan, sürekli ve hızlı üye kaybının bir yansımasıydı.
1980 yılında, Türkiyede nüfusun 45 milyon kişiden oluştuğu bir sırada, sendikaların toplam üye sayısı 2 milyondu. Bugün bu sayı, ülke nüfusunun 71 milyona ulaştığının tahmin edildiği bir sırada 700.000 civarında bulunuyor. Türkiyede sendikalı işçi sayısının toplam işçilere oranı yüzde 4,5 düzeyinde ve bu dünya üzerindeki en düşük sendikalaşma oranlardan biri.
Genel olarak Türk sendikaları ve özel olarak da Türk-İş ve üyesi sendikalar, üye kaybının bir sonucu olarak, işçi sınıfını kurulu düzen adına kontrol etme becerilerinin giderek daha fazla şüpheli hale geldiği, kritik bir noktaya doğru yol alıyorlar. Türk-İş için kamu sektörünü temel alan ve bunu hükümetle dostane ilişkilere sahip olmakla ve kaçınılmaz bir biçimde ilkesiz manevralar yapmakla birleştiren bir konfederasyon olarak kalma olasılığı artık ortadan kalkmış durumda.
Bu gelişmenin başlıca nedeni, AKP hükümeti döneminde, 2002 yılından bu yana kamu varlıklarının büyük çapta özelleştirilmiş olmasıdır. 1985-2002 döneminde 8 milyar dolar olan toplam özelleştirme gelirleri, 2003-2008 döneminde 41,9 milyar dolara sıçradı.
Daha öncesinde de sendikalar sürekli olarak üye kaybediyorlardı, ama hâlâ, devlete ait şirketlerde ve kurumlarda sahip oldukları görece güvenceli konuma dayalı olarak, hâlâ bir miktar manevra alanına sahiptiler.
Türk-İş bürokrasisi geçmişte, ülkenin en büyük sendika konfederasyonun yönetimi olarak, her dört yılda bir düzenlediği kongreleri arasında, iki ya da üç tane kitlesel (100.000 ile 200.000 arasında değişen sayıda insanın katıldığı) ama esas olarak kozmetik nitelikte gösteriler düzenlerdi. Türk-İş aynı zamanda diğer sendika konfederasyonlarıyla işbirliği yapmak konusunda da çok isteksiz davranırdı ve düzenlediği eylemlere katılan sol grupları "kontrolden çıktıkları" gerekçesiyle sık sık öfkeli bir biçimde azarlardı.
Türk-İş bu türden son gösterisini beş yıl önce, Türkiyenin başkenti Ankarada düzenledi. O zamandan bu yana Türk-İşin yaşadığı üye kaybı konfederasyonun kendi başına bu tür etkinlikler düzenlemesine olanak veren düzeyin altına düşmüş durumda. Türk-İş yönetimi üye sayısındaki bu düşüşe, konfederasyonu işverenlerin ve devletin açık ve doğrudan bir aracı haline getirerek, hükümete işe yararlılığını kanıtlamaya çalışarak yanıt veriyor.
Ne var ki, sürmekte olan ve derinleşen ekonomik kriz ve işten çıkarmalar ve ücret indirimlerinde yaşanan dramatik artış bu stratejiyi sürdürülemez hale getirdi. Geçtiğimiz son birkaç ayda Türkiyede işsizlik aylığı için yapılan başvurular, Ekimde yüzde 49, Kasımda yüzde 147, Aralıkta yüzde 472 ve Ocakta yüzde 95 oranında artarak, ani bir yükseliş gösterdi.
Ekonomik büyüme büyük bir hızla düşerken, işsizlik oranı hızla artmaya başladı. İşsizlik oranı Kasım ayında sona eren üç aylık dönemde yüzde 10,9 oranına ulaştı. Geçen yılın aynı döneminde işsizlik oranı yüzde 9,7ydi. (Türkiyede işsizlik oranları üç aylık dönemi kapsayan hareketli ortalamalara göre hesaplanıyor.) Bu oran 2001 yılında, Türkiye yıkıcı bir krizle sarsıldığı sırada ulaşılmış olan rekor düzeyi daha şimdiden geride bırakmış durumda. Bu yılın ilk çeyreğinde resmi işsizlik oranının yüzde 13 ile 15 arasında bir orana ulaşması bekleniyor.
Türk-İş bürokrasisi, halkın ruh halinin giderek daha kötüleştiği ve öfkeli bir hale geldiği bu koşullar altında, sahip olduğu son itibar kırıntılarını da büsbütün yitirmemek için, 15 Şubatta bu ortak gösteriyi düzenlemek zorunda kaldı.
Buna karşın, Türkiyedeki belirli oportünist sol gruplar hemen, bu son protestonun, tabandan gelen baskı altında Türk-İşin radikalleşmekte olduğunu gösterdiğini ilan ettiler. Bu tür iddialar bürokratik aygıtlarla ilgili yanılsamaları güçlendirmeyi amaçlıyor. Bu örgütlerin bazıları Türk-İş içinde sınıf mücadeleci sendikaların olduğunu -ve "sol"un ileriye doğru gidebilmek için bu örgütlerle ittifaka girmesi gerektiğini- ileri sürüyorlar.
Bu iddianın gerçekle hiçbir ilişkisi bulunmuyor. Bu "sol" gruplar/partiler işçi sınıfının eski örgütlerden ve perspektiften siyasi bağımsızlığını kazanmasının en büyük sorun haline geldiği bu muazzam kriz döneminde, sendika bürokrasisini kurtarmaya ve işçileri felç etmeye çalışıyorlar.
Pazar günü yapılan gösteride bir takım sol grupların öne çıktıkları görüldü. Ne var ki, bu örgütlerin çoğu, artan yaygın hoşnutsuzluk ortamında işçilere sosyalist bir yöneliş sağlamak yerine, yalnızca kendi kortejlerinde sloganlar atarak, üyelerini ve taraftarlarını konsolide etmeye çalıştılar.
Miting alanında sendikalar adına söz alan resmi konuşmacılar, esas olarak hükümeti sendikalara kulak vermeye ve ekonomik krizin etkilerini hafifleten belirli önlemler almaya çağıran, içi boş konuşmalar yaptılar.
Bu tür sendika mitingleri çok uzun zamandan bu yana şu ya da bu bürokratın boş demagojiler yaptıkları platformlara dönüştürülmüş durumda. Yürüyüşün sona ermesinden kısa bir süre sonra yürüyüşe katılanlar meydandan ayrılmaya başladılar. Sendika yöneticileri konuşmalarını bitirdiklerinde çevrelerinde yalnızca küçük bir sadık taraftar kitlesi kalmıştı.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|