World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Türkiye

Yazıcıya hazırla

Uluslararası mali kriz şiddetlenirken

Türkiye ekonomisi sendeliyor

Sinan İkinci
29 Ekim 2008
İngilizce’den çeviri (1 Ekim 2008)

Türkiye’nin başbakanı ve İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) lideri Recep Tayyip Erdoğan, piyasalara güven aşılamak ve ülke ekonomisinin sürmekte olan küresel ekonomik kriz karşısında güçlü durumda olduğunu iddia etmek için geçtiğimiz Pazar günü televizyondan bir ulusal sesleniş konuşması yaptı.

Erdoğan şunları söyledi: "Hızla gelişmekte olan bir ekonomi olarak Türkiye de bu küresel dalgalanmadan etkileniyor, etkilenecektir. Ancak burada önemli bir hususun altını çizmek istiyorum. Türkiye artık eskisi gibi, krizlere ve dalgalanmalara karşı zayıf değil, makro ekonomik temellerini güçlendiren, hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşayan bir ülkedir."

Erdoğan konuşmasında, hükümetinin bu tür beklenmedik durumlara karşı hazırlıklı olabilmek için geçtiğimiz altı yıl boyunca Türkiye ekonomisini güçlendirmeye ve dönüştürmeye ağırlık verdiğini öne sürerek, AKP hükümetinin ekonomi cephesinde geçmişte elde ettiği "başarılara" değindi. Hükümetinin sermaye yanlısı politikalarından övgüyle söz eden Erdoğan, şu iddiada bulundu: "Son altı yıldır, bir yandan Türkiye ekonomisinin tüm göstergelerini rekor seviyelere doğru taşırken, bir yandan da bu kazanımlarımızı korumak için köklü reformlar yaptık."

Erdoğan, bir süredir, sözde "laik" medya kuruluşlarından gelen, ekonomide gerekli önlemlerin alınmadığı ve ekonomik sorunlar üzerinde gerektiği şekilde odaklanılmadığı yönündeki eleştirilere şu şekilde karşılık verdi: "Bugün bütün kurumlarımız, ekonomimizin tüm aktörleri, gerektiği yerde ve gerektiği zamanda tedbirleri uygulamaktan asla vazgeçmeyecek, asla tereddüt etmeyecektir."

Erdoğan, verdiği güven mesajını pekiştirebilmek için, aynı zamanda şunu belirtti: "Bundan önce de benzer dalgalanmaları, benzer türbülansları atlattık. Her bir dalgalanmadan çok daha güçlü, kendimizi çok daha fazla ispatlamış şekilde çıktık."

GerçekteTürkiye ekonomisini sarsan bu eski "türbülanslar" ile kapitalizmin hızla derinleşmekte ve yaygınlaşmakta olan dünya krizi arasında hiçbir biçimde "benzer" bir yan bulunmuyor. Üstelik Türkiye ekonomisi, Erdoğan’ın açıkça gönderme yaptığı Mayıs-Haziran 2006’da yaşanan küresel türbülanstan en çok etkilenen ülkeler arasında yer alıyordu. 2006’da yaşanan bu sarsıntı, çeşitli bakımlardan bugünkü krizin, çok daha küçük ölçekte bir kostümlü provası niteliğindeydi. 2006’da, Türkiye’nin Merkez Bankası, "yatırımcıları" -yani spekülatif fonların sahiplerini- ülke içinde kalmaya ve yatırım yapmaya teşvik edebilmek için faiz oranlarında büyük artışlar yapmak zorunda kalmıştı.

İnkâr sendromu

Erdoğan ve AKP hükümetinin önde gelen isimleri, görece uzun süren bir inkâr döneminin ardından, şimdi artık Türkiye ekonomisinin küresel krizden bir ölçüde de olsa etkileneceğini kabul eder hale geldiler. Sözgelimi, geçtiğimiz Mart ayında, Ekonomik Koordinasyondan Sorumlu Devlet Bakanı Nazım Ekren, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, gerek büyük sermaye çevrelerinden gerekse de burjuva medyasından gelen, hükümetin ekonomik reformları gerçekleştirmek konusunda ağır kaldığı eleştirilerinin ardından, piyasaları "sakinleştirmek" isteyen Erdoğan’ın talimatıyla, örneğine az rastlanır türden bir ortak basın toplantısı düzenlediler.

Bu basın toplantısında hükümetin üç önemli bakanı, Türk ekonomisi ile ilgili pembe bir tablo çizdiler ve bu tutumları hükümeti eleştiren çevrelerin yaşadıkları hayal kırıklığını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Toplantı bittikten sonra Finansbank ekonomisti İnan Demir,Turkish Daily News’a şunları söyledi: "Yaşanan küresel kargaşa ve gerginlikler karşısında hükümet son günlere kadar hep sessiz kaldı ve bu toplantı [hükümet sessizliğini bozduğu için] olumlu bir adım niteliğinde. Ancak bu toplantı iş dünyasının beklentilerini karşılamaya yeterli olacak mı? Bundan emin değilim."

Erdoğan, televizyon konuşmasından yalnızca bir hafta önce, 22 Eylül’de, Ekren, Unakıtan ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’le birlikte, hükümetin önemli ekonomik gelişmeler ve sorunlar karşısındaki bakış açısını anlatmak üzere bir başka basın toplantısı düzenledi. Erdoğan bu toplantıda çok uzun bir konuşma yaptı ve Pazar günkü televizyon konuşması da aslında, büyük ölçüde bu basın toplantısında söylediklerinin bir özetiydi.

Bununla birlikte bu iki konuşma arasında önemli bir farklılık vardı. Erdoğan’ın bir hafta önce basın toplantısında yaptığı konuşma çok daha iyimser bir havaya sahipti ve hatta başbakan konuşmasında hükümetinin "bu güçlüklerle dolu süreci bir fırsata dönüştürmek," konusundaki kararlığını da vurgulamıştı. Erdoğan sözlerini şu şekilde sürdürmüştü: "Ekonomimiz bu küresel ekonomik krizi asgari etkiyle aşacak kadar güçlü. İnanıyorum ki, bu süreç Türkiye için fırsata dönüştürülebilecek."

Buna karşılık, Erdoğan Pazar günü çok daha ihtiyatlı bir üslup kullandı ve krizin sunacağı fırsatlardan faydalanmaktan söz etmedi.

Türkiye kapitalizmi için çok güçlü bir dönem

Dünya Sosyalist Web Sitesi kısa bir süre önce, Türkiye kapitalizmini dünya kapitalist sisteminin ekonomik krizi karşısında son derece kırılgan hale getiren etkenleri tahlil etmişti (bkz.: "Türkiye’nin ekonomik göstergeleri kötüleşiyor"). Bu makalenin yayınlanmasından bu yana açıklanan bütün ekonomik veriler, istisnasız bir biçimde, bu tahlili doğruluyor.

Geçtiğimiz Eylül ayında yayımlanan ekonomik veriler, Türkiye’de ekonomik büyümenin dramatik bir yavaşlama gösterdiğini ve ülkeye doğrudan yabancı sermaye yatırımı (DYSY) girişlerinde keskin bir azalma yaşandığını ortaya koyuyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan verilere göre Türk ekonomisinin büyüme hızı yılın ikinci çeyreğinde ağır bir darbe aldı. Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) 2008 yılının ikinci çeyreğinde, bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla yalnızca yüzde 1,9 oranında artış gösterdi-bu 2002 yılının ilk çeyreğinden bu yana görülen en düşük çeyrek dönem büyüme hızı ve ülkenin ekonomik performansında belirgin bir yavaşlamanın yaşandığına işaret ediyor.

Burada ekonomik büyüme hızının asıl olarak Türkiye kapitalizminin bir dizi "iç" zayıflığından dolayı büyük bir düşüş yaşadığını ve bu düşüşün dünya ekonomik kriziyle çakıştığını vurgulamak gerekiyor. Son üç yıldır yaşanan büyük tutarlı yabancı kaynak girişinin artık büyümeye yeterli bir tempo kazandıramadığı, Türkiye ekonomisinin büyüme temposunu daha önceki yıllarda olduğu gibi hızlandıramadığı görülmekteydi.

Türkiye kapitalizmi, bir uyuşturucu bağımlısı gibi, artan bir tempoyla yabancı kaynak girişine ihtiyaç duyuyor ve sermaye girişlerinin artış hızında yaşanan bir yavaşlama bile ekonomik durgunluğu beraberinde getiriyor. Diğer bir deyişle, küresel mali ve ekonomik kriz olmasaydı bile Türkiye kapitalizmi durgunlaşan bir ekonomik büyüme dönemine girmeye mahkûmdu.

Ekonomik büyüme ile ilgi bir başka kötü haber ise, 12 Eylül’de yayımlanan, Türk imalat sanayinde -sanayi üretiminin ve ekonomik büyümenin önemli bir öncü göstergesi olan- kapasite kullanım oranının Ağustos ayında, geçen yılın aynı ayına göre 4,1 puan azalarak yüzde 76,2’ye gerilediğini gösteren verinin açıklanmasıyla geldi. Temmuz ayında kapasite kullanım oranı yüzde 80’di.

Yabancı sermaye yatırımlarının en önemli bileşeni ve Türkiye’nin devasa cari işlemler açığının finanse edilmesinin en sağlam ve avantajlı yolu olan DYSY’le ilgili görünüm de iç karartıcı. UNCTAD’ın (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı) kısa bir süre önce yayımlanan "2008 Dünya Yatırım Raporu" Türkiye'nin en fazla DYSY çeken ülkeler arasında 2006’da 17. sırada yer alırken, 2007’de 23. sıraya gerilediğini gösteriyor. Türkiye'nin dünya genelinde DYSY’den aldığı pay 2006’da yüzde 1,4’ken, 2007’de yüzde 1,2’ye düştü. Raporda yer alan veriler daha yakından incelendiğinde geçen yıl DYSY girişinde yaşanan yavaşlamanın Türkiye ile sınırlı olduğu ve bunun yalnızca küresel resesyon veya artan enerji ve hammadde fiyatlarına bağlanamayacağı açıkça görülmektedir.

UNCTAD raporu, Türkiye’de 24 Eylül’de, Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED) tarafından İstanbul’da düzenlenen bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. YASED Yönetim Kurulu Başkanı Tahir Uysal raporu sunarken yaptığı açıklamada, Türkiye'nin bir fırsatla karşı karşıya bulunduğu görüşüne katılmadığını söyledi. Hiç kuşkusuz bu söz, Erdoğan’ın daha önce basın toplantısında yapmış olduğu iyimser konuşmaya doğrudan verilmiş bir cevaptı.

Uysal gazetecilere, DYSY girişinde bu yıl ve gelecek yıl, 2006 ve 2007'deki düzeylere ulaşmanın çok güç olacağını söyledi. Bunun yerine, 2008’de yüzde 10 düzeyinde bir gerileme beklediklerini sözlerine ekledi.

YASED tarafından yapılan ve sonuçları 16 Eylül’de yayımlanan bir araştırmaya göre yabancı yatırımcıların yüzde 55’i gelecek altı ayda ekonomik istikrarın daha kötüye gideceğini, yüzde 62’si ise siyasi istikrarın da olumsuz bir seyir izleyeceğini düşünüyor. Araştırma yabancı yatırımcıların hükümetten yapısal reformlara odaklanmasını, cari işlemler açığını düzeltmesini ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecini hızlandırmasını istediklerini ortaya koyuyor.

Bütün bu veriler Türkiye’nin sürekli olarak büyüyen cari açığı göz önünde bulundurulduğunda, açığın finansmanının giderek daha fazla özel sektörün borçlanmasına ve spekülatif portföy yatırımlarına -yaygın adıyla "sıcak paraya"- bağımlı hale geleceği anlamına gelmektedir. Mevcut kredi sıkışması şiddetlenirken, bu tür fonlar ortadan yok oluyor ve mevcut borçların yenilenmesi bile sorunlu ya da en azından daha yüksek maliyetli hale geliyor.

Türkiye’nin dış ticaret açığı Ağustos ayında, tek bir ayda görülen en büyük açık rekorunu kırarak, geçen yılın aynı ayında 5,9 milyar dolarken, 8,1 milyar dolar oldu. Sonuç olarak Türkiye’nin dış ticaret açığı ilk sekiz ayda rekor düzeyde artarak 53,88 milyar dolar oldu.

Öte yandan Temmuz ayı itibarıyla, geriye dönük olarak 12 aylık bazda cari işlemler açığı 47,2 milyar dolar düzeyine ulaşmış durumda. Yılsonunda cari açığın 50 milyar doları aşması bekleniyor. Geçen yıl cari açık 38 milyar dolar olmuştu. İyimser bir hesaplamayla bu, ekonomik büyümenin yüzde 3 ile 4 arasında olacağının tahmin edildiği bir ortamda, cari açıkta yüzde 25 oranında bir artış yaşanacağı anlamına geliyor. Merkez Bankası’nın işverenler ve ekonomistler arasında yaptığı son ankete göre, 2008 yılı için ekonomik büyüme beklentisi yüzde 3,9.

Hiç kuşkusuz, cari işlemler açığı dünya ekonomik krizinin Türkiye kapitalizmi üzerinde yaratacağı tahribatın boyutlarını belirlemede en önemli etken konumunda.

Ülkenin dünya krizinden muaf olduğu ya da hatta bundan fayda bile sağlayabileceğine dair yanılsamalar yalnızca AKP hükümetine özgü değil. Türkiye’yle aynı kategoride yer alan birçok ülkeden benzer örnekler vermek mümkün. Bu ülkeler bir yıldır krizin gelişmekte olan ülkelere yayılışı sırasında ortaya çıkan gecikme etkisinin yarattığı bir pastırma yazı yaşadılar ve bu süreç bu tür yanılsamaları besledi.

Kriz gelişmekte olan ülkelere iki ana kanal üzerinden yayılıyor. Bunların ilkinin etkileri daha şimdiden görülmeye başlandı. Zengin ve sanayileşmiş ülkelerdeki ekonomik çöküş, bu ülkelerin gelişmekte olan dünyadan yaptıkları ihracatta bir azalmaya neden oluyor. Ne var ki, bunun sonuçları henüz kendisini bütün açıklığıyla göstermiş değil.

Örneğin Fiat otomobillerinin Türkiye’deki üreticisi Tofaş, 24 Eylül’de, Avrupa'daki talepte ve ihracat siparişlerinde yaşanan "yavaşlama"yı gerekçe göstererek otomobil fabrikasında üretimi 24 Eylül ile 7 Ekim arasında [Bayram tatiline ek olarak] altı gün süreyle durduracağını açıkladı. Bu tür haberler yalnızca ilk alarm sinyali niteliğini taşıyor ve krizin diğer sonuçları önümüzdeki aylarda çok daha açık bir biçimde hissedilecek.

İkinci kanal, emperyalist merkezlerden gelişmekte olan ülkelere sermaye akışlarının zayıflaması ve hatta tersine dönmesidir. Mali piyasalardaki büyük oyuncular bir yılı aşkın bir süredir, önde gelen sanayileşmiş ülkelerin mali piyasalarında yaşadıkları kayıpları kısmen, "yükselen piyasalar" adı verilen ülkelerden elde ettikleri yüksek kazançlarla telafi etmeye çalıştıklarından, bu henüz çok yaygın olarak görülen bir olgu değil. Ancak ABD ve Avrupa’da yaşanan, bankaların ve diğer mali kuruluşların çöküşünün damgasını vurduğu son gelişmeler, emperyalist merkezlerdeki belli başlı mali tekellerin, bu piyasalardaki taze parayı bir son çare olarak "ülkelerine" getirmelerini gerektirecektir.

Hükümet yetkililerinin Türk halkını uyutmak amacıyla verdikleri vaazlara rağmen, bütün göstergeler giderek büyüyen uluslararası fırtınanın Türkiye ekonomisini kayalıklara doğru sürüklemesinin kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor.

Makalenin İngilizce orijinali
(1 Ekim 2008)
Türkiye’nin ekonomik göstergeleri kötüleşiyor
( 15 Eylül 2008)
Türkiye’de işsizlik oranı büyük bir hızla artıyor
( 1 Nisan 2008)

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır