World Socialist Web Site (www.wsws.org)

www.wsws.org/tr/2008/aug2008/infl-a22.shtml

Enflasyon artarken

Türk işçileri reel gelir kaybına uğruyor

Sinan İkinci
22 Ağustos 2008
İngilizce’den çeviri (11 Ağustos 2008)

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 4 Ağustos’ta, Türkiye’nin Haziran ayında yüzde 10,6 olan enflasyon oranın, Temmuz ayında yüzde 12,1’e yükseldiğini açıkladı. Geçen yılın aynı döneminde enflasyon oranı yalnızca yüzde 6,9’du.

Enerji ve gıda fiyatlarında yaşanan artışlar ortalama enflasyonun bütün dünyada artmasına neden oluyor. Bununla birlikte Türkiye kapitalizmi, bir yıl içinde enflasyonun neredeyse ikiye katlanmasıyla birlikte, en kötü performans gösteren ülkelerden biri konumunda.

Temmuz ayında tüketici fiyat indeksi yüzde 0,58 oranında arttı -bu öngörülenden çok daha yüksek bir oran.

Diğer yandan üretici fiyat indeksindeki yükseliş daha da hızlı oldu ve yüzde 1,25 oranında artış gösterdi. Yıllık bazda üretici fiyatlarındaki artış yüzde 18,4 oldu. TÜİK’in verileri imalat sanayindeki fiyat artışlarının da yaklaşık bu civarda olduğunu gösteriyor. Yılın ilk yarısında ekonomik büyümenin görece düşük düzeyde seyrettiği bir ortamda, bu artış üretici fiyatlarından tüketici fiyatlarına daha kolay geçiş yapacaktır.

Aynı zamanda enflasyon oranındaki bu artış, Türk lirasının yabancı paralara karşı değerinin artmakta olduğu bir ortamda yaşandı.

Türkiye’de yüksek faizler, İMF’in gözetimi altında şekillendirilen 2001 krizi sonrası ekonomi politikalarının ana uyum mekanizmasını oluşturuyor. Bu dönemde Türkiye kapitalizmi ülkenin kaynaklarını spekülatif sermaye sahiplerine aktararak yabancı sermaye çekti. Ülke içinde ortaya çıkan göreli döviz bolluğu sayesinde Türk lirası aşırı derecede değerli hale geldi ve Merkez Bankası enflasyon oranını bu sayede kontrol altında tutabildi.

Geçtiğimiz üç ay boyunca Merkez Bankası gösterge faiz oranını her ay yarım puan artırmak zorunda kaldı. Şu anda bu oran yüzde 16,75 -dünyadaki en yüksek oran.Financial Times’in yatırım editörü John Authers, 6 Ağustos’ta şöyle yazdı, "Realden [Brezilya’nın para birimi] farklı olarak hammadde ihracatıyla güçlendirilmeyen Türk lirası dolara karşı yüzde 45,5 oranında değer kazanmış durumda. Paritenin korunması için doların yüzde 53,7 oranında değer kazanması gerekirdi." Türk lirasının değerinde böyle bir "düzeltmenin" yaşanması durumunda, enflasyon oranı patlayacak ve bu patlamanın büyüklüğü esas olarak bu "düzeltmenin" büyüklüğü ve izleyeceği rota tarafından belirlenecektir.

Bir "düzeltmenin" yaşanmaması durumunda bile, durum bütün cephelerde giderek daha sürdürülemez hale geliyor. Örneğin, günlük ekonomi gazetesiReferans’ta yer alan bir habere göre tekstil sektörünün temsilcileri kısa bir süre önce Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan’la, Ankara’da bir toplantı yaptılar ve "Döviz kurunda 1.15'lik seviyeler devam ederse fabrikalarımızın anahtarını hazırladık, hükümete vereceğiz," diyerek, bakana açıkça ültimatom verdiler.

Özetle, son eğilimler, yıl sonu enflasyonunun iki haneli olacağını gösteriyor ve hatta Merkez Bankası da kısa bir süre önce yıl sonu enflasyon beklentisini yüzde 10,6’ya yükseltti.

Ekonomist Mustafa Sönmez basına yaptığı açıklamada, gıda, kira ve diğer konut harcamaları (ısınma, elektrik vb.) gibi Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunu en çok etkileyen kalemlere öncelik vererek yaptığı hesaplamalara göre halkın çoğunluğunu etkileyen "gerçek enflasyon" oranının bu yıl yüzde 25’in altında olmayacağını söyledi.

Bu istatistikler sendikaların işçilerin çıkarlarını savunmaktaki yetersizliklerini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. Sendika bürokrasileri hem geçen yıl hem de bu yıl, hangi sendika konfederasyonuna üye olurlarsa olsunlar, zaten on yılı aşkın bir süredir alım güçleri sürekli olarak gerilemekte olan işçilere büyük çaplı reel ücret kayıpları getiren, bir dizi toplu iş sözleşmesinin altına imza attılar.

Geçtiğimiz aylarda, Stalinist TKP ve EMEP gibi bir dizi "sol" örgüt, medyanın ilgisini üzerine çekebilen kimi toplu iş sözleşmelerinde, özellikle de greve giden Türk Telekom’da ve Türk Hava Yolları’nda yaşanan uyuşmazlık sürecinde, sendikalara koşulsuz destek verdiler. Bu örgütler, imzalanan toplu iş sözleşmelerini işçiler için başarıyla sonuçlandırılmış kazanımlar olarak tanımladılar. Bu örgütlerin söz konusu toplu iş sözleşmelerini dürüstlükten uzak bir biçimde allayıp pullamaları, nesnel olarak, işçilerin çoğunluğunun gözünde itibarını tamamen yitirmiş olan, bütünüyle çürümüş sendika bürokrasilerine sol bir ambalaj sağlamaktan başka bir anlam taşımıyor. Dolayısıyla bunlar, bu ihanetlerin gönüllü suç ortakları konumundalar.

Bu tür örgütler, sendika bürokratları tarafından imzalanan bu sözleşmeleri "överken", aynı zamanda "işçi örgütleri" olarak adlandırmaya devam ettikleri sendikalarda patlak veren yolsuzluk skandalları karşısında da çoğu zaman sessiz kalıyorlar. Aynı nedenle bunların, tabandaki üyelerden gelen demokrasi ve denetime açık olunması taleplerine karşı bürokrasilerin aldıkları düşmanca tavırlar karşısında da söyleyebilecekleri çok az şeyleri var.



Telif Hakkı 1998-2005, Dünya Sosyalist Web Sitesi, Bütün hakları saklıdır