World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Türkiye

Yazıcıya hazırla

Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye üzerine raporu: işkence olaylarının failleri cezalandırılmıyor

Muhabirimiz bildiriyor
31 Temmuz 2007
İngilizce’den çeviri (14 Temmuz 2007)

Uluslararası Af Örgütü tarafından 5 Temmuz’da yayınlanan, "Türkiye: Kemikleşmiş dokunulmazlık kültürü sona ermeli" başlıklı yeni bir rapor, Türkiye’de güvenlik güçleri tarafından yapılan işkence, kötü muamele ve öldürme olaylarının dokunulmazlık zırhı altında devam ettiğini açık bir biçimde ortaya koyuyor.

Rapor, Türk polisi ve jandarma tarafından işlenen "ciddi insan hakları ihlallerine yönelik soruşturma ve adli takibatların yetersiz olduğuna ve savcıların ve hakimlerin verdikleri tutarsız kararların durumu daha da kötüleştirdiğine," işaret ediyor.

Af Örgütü, Türkiye’yi yargı sistemini baştan aşağıya gözden geçirmeye çağırıyor. Örgüt "devlet görevlileri tarafından yapılan insan hakları ihlallerini tarafsız ve etkin bir biçimde soruşturabilecek bağımsız bir kurumun olmadığına ve güvenlik güçleri tarafından işlenen insan hakları ihlalleri için merkezi bir veri toplama sisteminin bulunmadığına," dikkat çekiyor.

Türk yargısına ve polisine, özellikle 12 Eylül askeri darbesinden bu yana aşırı sağcı unsurlar, faşistler ve İslamcılar egemen durumda. Yargı, bilhassa insan hakları ve azınlıkların hakları konularını içeren davalarda giderek daha açık bir biçimde muhafazakâr ve gerici bir tutum alır hale geldi. İnsan hakları ihlallerinin kurbanları için adalet sık sık ertelenmekte ya da hiç sağlanmamaktadır.

Yazarların, yayıncıların, gazetecilerin, sanatçıların, akademisyenlerin ve hatta çevirmenlerin giderek artan sıklıkta kovuşturmaya uğramaları ve mahkûm edilmeleri, bu durumun açık bir kanıtıdır. Savcılar siyasi düşüncelerin barışçıl bir biçimde dile getirilmesine karşı cezai takibat yürütmek için, sık sık Türk Ceza Kanunu’nun 301. Maddesini kullanıyorlar. Türklüğe, Cumhuriyete veya devletin organlarına ya da kurumlarına hakareti suç sayan 301. Madde, 2005 yılının Haziran ayında "AB’ye üyeliği yolunda hazırlanan demokratikleşme paketinin" bir parçası olarak, eski "anti-demokratik" 159. Maddenin yerine çıkarıldı.

Yargının ve kolluk kuvvetlerinin muhafazakâr ve gerici tutumlarının bir başka önemli yansıması da kadınları cinsiyet temelli şiddetten koruma konusunda gösterdikleri kasıtlı yetersizliktir.

Rapor, birçok başka örnekle birlikte, polis güçlerinin 2006 yılının Mart ayında Türkiye’nin güneydoğusunda, Diyarbakır’da yapılan kitlesel bir gösteriye katılanlara yönelik vahşice uygulamalarından söz ediyor. Bu gösterinin hemen sonrasında toplu gözaltılar gerçekleştirilmişti.

Raporda şöyle deniyor: "Gözaltında işkence yapıldığına ve kötü muamelede bulunulduğuna dair çok sayıda iddia söz konusudur -ki Baro’nun hukuki yardım hizmeti raporlarına göre, bir kısmı çocuk olan tutukluların yüzde 95’inin işkence gördüğü ya da kötü muameleye maruz kaldığı tahmin ediliyor. İşkence ve diğer türden kötü muamele iddialarıyla ilgili otuz dört soruşturma başlatıldığı bildirildi. Aradan bir yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşın güvenlik güçlerinin herhangi bir üyesine karşı tek bir dava bile açılmış değil."

Af Örgütü’nün raporu, güvenlik güçlerinin bu uygulamalarına katkıda bulunan etkenler olarak idari gecikmeleri, mahkemelerin işleyişindeki aksaklıkları ve insan hakları savunucuları ile gazetecilere gözdağı verilmesini gösteriyor.

Raporun Türkiye ile ilgili temel bulguları şunları içeriyor:

* Resmi olmayan gözaltılar sırasında, gösteriler sırasında ve sonrasında, hapishanelerde ve hapishane nakilleri sırasında işkence ve kötü muamele uygulaması.

* Türkiye'de devam eden, işkence altında alındığı iddia edilen ifadelerin asıl kanıt unsurunu oluşturduğu davalar ve mahkemelerin bu tür kanıtları kabul edilebilir sayması.

* Mahkemelerin işkence veya diğer türden kötü muamele ile ilgili davalarda bağımsız tıbbi kanıtları tanımayı reddetmeleri. Mahkemeler genellikle, yalnızca Adalet Bakanlığı’na bağlı olan Adli Tıp Kurumu’nun sağladığı kanıtları kabul ediyorlar.

* Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan yeni düzenlemeyle, ölüme yol açacak biçimde güç kullanımına yalnızca "insan yaşamını korumak için kaçınılmaz olduğu" zaman izin verilebileceğini açıkça belirtmeyen tartışmalı hükmün kanuna yeniden dahil edilmesi.

* Güvenlik güçlerinin, bir silahlı çatışmanın parçası olmadan ve yargısız infaz anlamına gelebilecek şekilde ateş açarak ölüme yol açtıkları durumların soruşturulmasında ilerleme sağlanamaması.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’sinde bir dizi askeri darbe yapmış ve askeri darbe tehdidini gündeme getirmiş olan Genelkurmay, internet sitesinde, 27 Nisan günü, üzeri pek de örtülü olmayan biçimde, hükümetin cumhurbaşkanlığı seçimi için belirlediği adayını geri çekmeyi reddetmesi durumunda yeni bir darbe yapacağı tehdidini ifade eden bir muhtıra yayınladı.

Bu muhtıra geçen yıldan bu yana Türk ordusu ve onun "sivil" taraftarlarınca AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) hükümetine karşı yürütülmekte olan kampanyanın sonucuydu. Bu kampanyayı da milliyetçi duyguların bütün ülkede -yine ordunun önderliğinde- kasıtlı olarak körüklenmesi öncelemişti.

Daha sonra Genelkurmay, isim vermeden, kimi kişi ve kurumların demokrasi ve özgürlük söylemlerinin arkasına saklanarak teröre destek verdiklerini açıkladığı bir başka bildiri yayınlayarak, Türk siyasi yaşamına daha da doğrudan bir biçimde müdahale etti. Bu bildiri Türk devleti içindeki gerici güçlere karşı dile getirilecek her türlü eleştirinin, eskiden yapıldığı gibi, PKK’ya destek vermek ya da yakınlık göstermekle ilişkilendirileceğinin habercisidir.

Meclis, 2 Haziran günü, sürmekte olan askeri müdahalenin baskısı altında, büyük bir hızla, polisin yetkilerini büyük ölçüde artıran bir yasayı kabul etti. Yeni yasa güvenlik güçlerine çok geniş yetkiler tanıyor.

Bu yasa hem polisin herhangi bir Türk vatandaşının parmak izi kaydını almasına (kimlik kartı, sürücü ehliyeti ya da pasaport için başvuran herkes polise parmak izi vermek zorunda olacak), hem de işleneceği varsayılan bir suçun önlenmesi amacıyla şüphelileri veya araçları durdurmasına izin verecek. Yetkililer 80 yıl süreyle saklanabilecek olan dijital parmak izi kaydı toplayabilecekler.

Dahası, bu yasayla birlikte, polisin bir gecikmenin soruşturmayı aksatacağına inanması durumunda, bir mahkeme kararı olmaksızın ve mahalli idarenin vereceği yetkiyle insanların kişisel eşyalarını ve üstlerini araması mümkün olacak.

Böylesi koşullar altında beklenebilecek tek şey, Türkiye’de işkencenin, diğer tür kötü muamelelerin, cinayetlerin ve zorla kaybetmelerin hızla artış göstermesi olabilir.

Demokratik haklara yönelik saldırılarda görülen belirgin artışın ve bir polis devletinin temellerinin atılmasının altında yatan milliyetçilik ve şovenizm dalgası, düzenin egemen siyasi çevrelerinin, özellikle Irak’ta ABD’nin başını çektiği ve Türkiye içindeki gerilimleri körükleyen korkunç savaşın ve işgalin yol açtığı sonuçlara verdiği bir tepkidir.

Türk ordusu Irak sinirina büyük miktarda askeri güç yigmis durumda ve su anda kuzey Irak’i "güvenli bir siginak" olarak kullanan -basta PKK olmak üzere- asi Kürt güçlerine karsi müdahalede bulunmakla tehdit ediyor. Böylesi bir müdahale, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birligi (KYB) gibi Kürt örgütlerinin Irak’taki ABD isgalinin baslica destekleyicilerinin bulundugu Kuzey Irak’ta daha fazla karisikliga ve katliama yol açmaktan baska bir seye hizmet etmeyecektir.

Türk ordusunun Türkiye içindeki Kürt militanlara karşı yürüttüğü operasyonlar ve Irak sınırında yaptığı yığınak 22 Temmuzda seçim yapma kararı almış olan AKP hükümeti üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmaktadır.

AKP, kendi payına, ordunun demokratik haklara yönelik saldırılarına karşı çıkmayı ya da polis ve Türk gizli istihbarat örgütlerinin içinde işkence ve yasadışı gözaltı uygulamalarından sorumlu olanlara karşı müdahalede bulunmayı sürekli olarak reddetti. Bunun bir sonucu olarak, ordu komutası hükümete karşı kampanyasında daha da cesaretlendi. Bu koşullar altında AKP’nin bu ayın sonlarına doğru yapılacak seçimi yeniden kazanması durumunda askeri darbe tehdidinin yeniden gündeme gelmesi tehlikesi göz ardı edilemeyecek bir olasılıktır.

Aynı zamanda bakınız
Makalenin İngilizce orijinali
(14 Temmuz 2007)
Türkiye’de düşünce özgürlüğüne karşı yapılan saldırılar hakkında ağır bir rapor
( 7 Haziran 2007)

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır