World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Türkiye

Yazıcıya hazırla

Türk sendika konfederasyonu kuruluşunun elli beşinci yılında bürokratik bir kabuğa dönüşmüş durumda

Sinan İkinci
30 Ağustos 2007
İngilizce’den çeviri (11 Ağustos 2007)

31 Temmuz 1952 tarihinde kurulmuş olan, Türkiye’nin en büyük işçi sendikası konfederasyonu bugünlerde kuruluşunun 55. yılını kutluyor. Ne var ki bu kutlama, büyük ölçüde, yozlaşmış sendika bürokrasisinin kendi içinde sınırlı kaldı ve Türkiye işçi sınıfı tarafından kaale alınmadı. Türk-İş’in üye tabanı, 450.000-500.000 üye ile, kuruluş yılları bir kenara bırakıldığında, tarihsel olarak en düşük düzeyine gerilemiş durumda.

Türk-İş, güncel politika söz konusu olduğunda, resmi olarak, Amerikan sendikalarının bakış açısını andıran bir biçimde sözde "partiler üstü" bir çizgi benimsiyor.

Türkiye’de, Türk-İş’in dışında iki sendika konfederasyonu bulunuyor. Can çekişmekte olan, sosyal demokrat eğilimli ve Avrupa yanlısı DİSK’in birkaç on bin üyesi varken, İslamcı Hak-İş, bundan biraz daha fazla sayıda bir üye tabanına sahip.

Bugün, her üç konfederasyon bir arada, Türkiye işçi sınıfının yüzde 7’sinden azını temsil ediyorlar. Türk sendikalarının yaşadıkları büyük üye kaybı gelecekte de hız kesmeden devam edeceğe benziyor.

Türk-İş’in kuruluşu

İsmet İnönü, 1945 yılında uluslararası baskıların etkisiyle (Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist bürokrasiden kaynaklanan doğrudan toprak taleplerini içeren tehditler de dahil olmak üzere) tek parti yönetimine son vermek zorunda kaldı. İnönü bu dönemde sınıf tabanlı örgütlenmelerin önündeki yasağı da kaldırdı. Bunun sonucunda ülkenin dört bir yanında sendikalar hızla kurulmaya başlandı ve en sonunda 1952 yılında 10 sendikanın ve bölgesel sendika federasyonlarının bir araya gelmeleriyle Türk-İş kuruldu.

Savaş sonrası yıllar Türk sanayi burjuvazisinin hızlı yükselişine ve işçi sınıfının da buna paralel olarak büyümesine tanık oldu. Ağırlıklı olarak ticaret, bankacılık, sigorta, ulaştırma ve tarım alanlarında faaliyet gösteren Türk burjuvazisinin göreli zayıflığı nedeniyle, sanayi kapitalizmine geçiş sürecinde merkezi devlet lokomotif güç rolünü oynamayı sürdürdü.

Türk-İş bu yıllarda ağırlıklı olarak kamu sektöründe örgütlüydü ve o zamandan bu yana da bu özelliğini korudu. Türk-İş yönetimi daha kurulduğu ilk günlerden itibaren hükümetle yakın işbirliği içinde olan, sendika yönetimlerine giderek daha fazla ayrıcalıklar sağlayan bürokratik bir yapı oluşturdu.

1950 yılında Adnan Menderes’in yönetimindeki sağcı Demokrat Parti (DP) Türkiye’de yapılan ilk gerçek serbest seçimle iktidara geldi. (1946 yılında yapılmış olan bir önceki seçime hile ve anti-demokratik müdahaleler damgasını vurmuştu.)

DP hükümetinin kurulması, hükümetin sendikalara doğrudan ve yasal yollardan "rüşvet" verdiği bir rejimle sonuçlandı. Bir akademisyenin verdiği bilgiye göre, 1952 yılında Türk-İş’in üyelerinden sağladığı aidat gelirleri, konfederasyonun toplam gelirlerinin yalnızca dörtte birini oluşturuyordu.

1950’li yılların sonları bir ekonomik ve toplumsal kriz dönemiydi. 1960’ların hemen başlarında toplumsal huzursuzluk ve kitlesel öğrenci protestoları büyük bir yaygınlık kazandı. 27 Mayıs 1960’da ordu içinde, genç subaylar tarafından bir askeri darbe düzenlenmesiyle sonuçlanan cuntacı bir dinamik gelişti. Bu noktada Türk-İş, DP’den yana tavır aldı.

Darbeden sonra, Türk-İş yönetimi DP ile yakın bağları nedeniyle cezalandırıldı. Konfederasyonun hem başkanı, hem de genel sekreteri seçimleri eski hükümetin yardımıyla kazandıkları suçlamalarının ardından istifa etmeye zorlandılar.

Türkiye’nin soğuk savaş sırasında emperyalist Batı kampı ile hızlı bir biçimde bütünleşmesiyle birlikte, anti-komünizm Türkiye’de siyasi düzenin alameti farikası haline geldi. 1962 yılında Türk-İş Ankara Tandoğan Meydanı’nda bir gösteri düzenledi ve üyelerini komünizmi kınamak için seferber etti.

Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy, 1966 yılında, "sınıf ve kitle sendikacılığı" yanlısı bir grup sendikacı tarafından 1963 yılında kurulmuş olan merkezci Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kendilerine yönelttiği eleştirilere karşılık olarak, başında bulunduğu konfederasyonun bir sınıf mücadelesi politikası izlemediğini, "insanca yaşam koşulları" için mücadele ettiğini belirtti.

Türk-İş, 1968 yılında yapılan 7. Genel Kurulu sırasında, bugün de geçerli olan 24 ilkesini kabul etti. Bu ilkelerin üçüncüsü Türk devletine bağlılık deklarasyonu niteliğindeydi. Bu maddede, "Anayasa dışı sosyal ve ekonomik bir düzen kurulması, devletin şeklinin değiştirilmesi, Atatürk devrimlerinin ve demokrasinin tahribi amacına yönelen her türlü akıma karşı bütün gücüyle mücadele etmek," konfederasyon için "temel bir görev" olarak tanımlanıyordu.

Türk-İş bürokrasisi 1970 yılında düzenlediği 8. Genel Kurulunda, Ankara’nın Kıbrıs’ı işgal etme planlarının ve bu ülkeyi hedef alan hazırlıklarının bir parçası olarak Türksen’i (Kıbrıs Türk İşçi Sendikaları Konfederasyonu) üyeliğe kabul etti.

1970 yılında sağcı AP (Adalet Partisi) hükümeti içinde yer alan Türk-İş kökenli milletvekilleri, Türk-İş’i de facto tek aktif konfederasyon haline getiren ve diğer bütün rakip örgütleri ortadan kaldırmayı amaçlayan kısıtlayıcı ve anti-demokratik bir yasa taslağı hazırladılar. Bu girişim 15-16 Haziran tarihlerinde -çoğu DİSK üyesi olan- işçiler tarafından kendiliğinden ve kitlesel gösterilerin düzenlenmesine yol açtı.

Bu gösteriler sırasında çıkan çatışmalarda birkaç işçi güvenlik görevlileri tarafından öldürüldü ve yüzlerce işçi yaralandı. Olayların ardından sıkıyönetim ilan edildi ve çok sayıda işçi tutuklandı ve/veya işten çıkarıldı. Türk-İş yapılan gösterileri doğru bulmadığını ilan etti, fakat aynı zamanda iki yüzlü bir biçimde tutuklamaları ve işten çıkarmaları da eleştirdi. Bu çatışma aslında 12 Mart 1971 yılında gerçekleştirilecek olan yeni bir askeri müdahalenin ön-hazırlığıydı ve Türk-İş’in aldığı tutum bu askeri müdahaleye giden yolu açmış oldu.

20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye, Kıbrıs’ı işgale başlayınca Türk-İş yönetimi, hükümeti ve askeri harekatı desteklemek için derhal sürmekte olan bütün grevleri erteleme kararı aldı. Konfederasyon "Türk işçi hareketinin, Türk ulusunun ve onun kahraman silahlı kuvvetlerinin emrinde olduğunu," ilan etti.

Türk-İş, 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbenin ardından faaliyet göstermesine izin verilen tek işçi sendikası konfederasyonu oldu. Türk devleti toplu iş sözleşmesi pazarlıklarına izin vermiyordu ancak onun hizmetindeki sadık sendika bürokratları işçilerden aidat toplamaya ve kendilerini zenginleştirmeye devam ettiler.

Türk-İş genel sekreteri Sadık Şide, Milli Güvenlik Kurulu -yani askeri cunta- tarafından Çalışma Bakanlığına atandı. Bu atama, aralarında sendikacıların da yer aldığı yüz binlerce insanın gözaltına alındığı ve ağır işkencelerden geçirildiği bir sırada gerçekleşti. O yıllarda yüzlerce insan "ortadan kayboldu". Şide, böyle bir ortamda General Kenan Evren’in başında yer aldığı askeri cuntaya ihtiyaç duyduğu vitrin düzenlemesini sağlamış oldu.

Türk-İş cuntaya meşruluk sağlamak amacıyla yeni anayasa ve sendikalar yasası üzerine yapılan tartışmalarda yer aldı. 1982 Anayasası varolan birçok hakkı ve özgürlüğü ortadan kaldırdı ve yeni çalışma yasaları işçileri en temel haklarından mahrum etti. Türk-İş bürokrasisi bu yasaların kimi yanlarında, ancak yalnızca kendi maddi ayrıcalıklarını korumak üzere, bazı düzenlemeler yapılmasını sağlayabildi.

1980 yılında askeri diktatörlükle başlayan döneme finans kapitalin yükselişi ve Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası’nın "yapısal uyum" programları paralelinde uygulamaya konan piyasa reformları damgasını vurdu. Türk-İş askeri rejimin sadık bir taraftarı oldu ve burjuvazinin işçi hareketini ezmesinin bir aracı işlevini gördü.

Türk-İş bürokrasisi 1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca da hükümetlerle yakın ilişki içinde olma politikasına bağlı kaldı. Bu politika hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, örgüt içinde herhangi bir demokratik işleyişin ortaya çıkmasına izin vermedi.

Bugünlerde gerek Türk-İş’in merkezi yönetimi, gerekse de üyesi sendikaların çoğu İslamcı AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) hükümetiyle flört ediyorlar. Sendika bürokrasisinin saflarında yolsuzluk yeni zirvelere ulaştı ve her yıl Türk-İş üyesi sendikaların bir ya da ikisinde büyük boyutlu skandallar patlak veriyor.

Türk ordusu, 28 Şubat 1997 tarihinde, o sırada iktidarda olan İslamcıların büyük ortağı olduğu koalisyon hükümetine bir muhtıra verdi ve en sonunda hükümeti askeri darbe tehdidi ile düşürdü. Bu müdahale sırasında Türk-İş ve DİSK, iki büyük işveren örgütü ve zanaatkâr ve küçük tüccarların şemsiye örgütü ile aynı "sivil" platformda yer alarak, bu askeri müdahaleye açıkça destek verdiler.

Geçtiğimiz 13 yıl boyunca Türkiye üç ciddi ekonomik kriz yaşadı: 1994, 1999 ve 2001 krizleri. Bu birbiri ardınca gelen krizler hem kamu işçilerini, hem de halkın büyük çoğunluğunu eşi görülmemiş ölçüde yoksullaştırdı. Türk-İş bürokrasisi bu kriz dönemlerinde hükümetlerle reel ücretleri sistematik bir biçimde aşağıya çeken anlaşmaların altına ardı ardına imza attı.

Türk-İş, Türkiye’deki yerleşik siyasi düzenin dış politika emellerine kesinlikle sadık bir tutum içinde oldu ve Ermeni soykırımı, Kürt sorunu, Kıbrıs’ın işgali ve Türkiye’nin "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti" adı altındaki askeri protektorasının savunulması gibi konularda, rejimi savunan sert açıklamalar yayımladı.

Türkiye’de sendikalar genel olarak ve özel olarak da Türk-İş ve üyesi sendikalar, Türkiye işçi sınıfını kapitalist düzen adına denetim altında tutma becerilerinin tartışmalı hale geldiği bir noktaya ulaşmış durumdalar. Türk-İş için kamu sektörünü temel alan, bununla hükümetlerle iyi ilişkiler içinde olmayı ve ilkesiz manevralar yapmayı birleştiren bir konfederasyon olarak kalma şansı sona ermek üzere. Bunun başlıca nedeni AKP hükümeti altında kamu varlıklarının büyük çapta özelleştiriliyor olmasıdır.

Dünya Bankası’nın yayımladığı rakamlara göre Türkiye son dört yılda özelleştirme alanında dünya lideri oldu. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) başkan yardımcısı Osman Demirci kısa bir süre önce yaptığı bir açıklamada, Türkiye’nin 2003 öncesi 20 yıllık sürede 8 milyar dolarlık özelleştirme gerçekleştirdiğini ancak yalnızca geçtiğimiz dört yıl içinde bu rakamın 18 milyar dolara ulaştığını söyledi.

Yeni çevre yollarının ve otobanların özel sektör eliyle yapılmasına yönelik projelerle birlikte, enerji ve ulaştırma sektörlerinde büyük özelleştirme projeleri gündeme gelmiş durumda. Bu sektörlerde faaliyet gösteren kamu mülkiyetindeki şirketlerde çalışan işçilerin önemli bir bölümü Türk-İş bünyesinde yer alan sendikalara üyeler. Yeni özelleştirmeler ve taşeronlaştırmalar sendikaların üye sayısının daha da azalmasına yol açacak.

1992 yılının Temmuz ayında Türk-İş üye sayısını 1.750.000 olarak bildirmişti. Mevcut eğilimler üzerinden yapılan bir projeksiyon bu sayının önümüzdeki 10 yılda, Türkiye’deki toplam işçi sayısı 15 milyonun üzerine çıkarken, 300.000’in altına düşeceğini gösteriyor.

Sınıf bilincine sahip hiçbir işçi Türk-İş’in yok olup gidişi karşısında üzüntü duymayacaktır, ancak Türkiye’de, uluslararası sosyalist bir perspektif temelinde toplumsal eşitlik için verilen mücadeleyi yükseltecek yeni bir siyasi örgütün kurulabilmesi için, onun tarihinden gerekli siyasi sonuçların çıkartılması gerekiyor.

Aynı zamanda bakınız
Makalenin İngilizce orijinali
(11 Ağustos 2007)
İMF ve Türk hükümeti işçilere karşı yeni saldırılar düzenleme konusunda anlaştı
( 26 Mayıs 2007)
Türkiye: özelleştirilen petrol rafineri şirketi 800 işçiyi işten çıkardı
( 4 Ağustos 2006)

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır