Bugün Yeni Olanlar
Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları
Arşiv
DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım
DİĞER DİLLER
İngilizce
Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce
ANA BAŞLIKLAR
Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi
Bush, Türkiyeye Irakta PKKya saldırması için yeşil ışık yaktı Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar
Asyada tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı
Mehring Bookstan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri
Livio Maitan (1923-2004): eleştirel bir değerlendirme
|
|
DSWS : DSWS/TR : Lev Trotskiy
Yazıcıya hazırla
Emperyalist çürüme çağında sendikalar
Lev Trotskiy
18 Nisan 2007
İngilizceden çeviri (Ağustos 1940)
Bu tamamlanmamış makale, 1940 yılının Ağustos ayında öldürülmesinin ardından Trotskiyin çalışma masasında bulundu. İlk kez 1941 yılının Şubat ayında Dördüncü Enternasyonalde yayınlandı.
Dünyanın dört bir yanında çağdaş sendikal örgütlenmelerin gelişiminde ya da daha doğru bir ifadeyle yaşadıkları yozlaşmada ortak bir özellik bulunuyor: devlet iktidarına yakınlaşıyorlar ve onunla birlikte büyüyorlar. Bu süreç tarafsız, Sosyal Demokrat, Komünist ve "anarşist" bütün sendikalarda eşit bir biçimde damgasını vurmaktadır. Tek başına bu gerçek bile, bu "birlikte büyüme" eğiliminin şu ya da bu doktrinden değil, bütün sendikalar için ortak olan toplumsal koşullardan kaynaklandığını gösterir.
Tekelci kapitalizm, rekabete ve serbest özel girişime değil, merkezileşmiş kumandaya dayanır. Kudretli tröstlerin, şirket gruplarının, bankacılık konsorsiyumlarının ve diğerlerinin başında yer alan kapitalist klikler, ekonomik yaşama devlet iktidarıyla aynı yükseklikten bakmakta ve her adımda devlet iktidarının işbirliğine gereksinim duymaktadır. Buna karşılık sanayinin en önemli dallarında örgütlü sendikalar, kendilerini farklı işletmeler arasındaki rekabetten faydalanma olanağını yitirmiş bir konumda bulmaktadırlar. Sendikaların devletle çok sıkı bağları olan, merkezileşmiş bir kapitalist hasımla uğraşmaları gerekmektedir. Sendikaların kendilerini - reformist tutumlar benimsedikleri, yani kendilerini özel mülkiyete uyarladıkları ölçüde- kapitalist devlete uyarlama ve onunla işbirliği yapmak için yarışa girme gereksinimi buradan kaynaklanmaktadır.
Sendikal hareketin bürokrasisinin gözünde başlıca görev devleti kapitalizmin kucağından "kurtarmak", tröstlere olan bağımlılığını azaltmak ve onu kendi yanına çekmektir. Bu tutum, emperyalist kapitalizmin süper-kârlarının paylaşımından bir kırıntı kapabilmek için mücadele eden işçi aristokrasisi ile işçi bürokrasisinin toplumsal konumuyla tamamen uyumludur. İşçi bürokratları "demokratik" devlete, barış zamanında ama özellikle de savaş zamanında ne kadar güvenilir ve vazgeçilmez olduklarını gösterebilmek için, gerek söz, gerekse de eylem alanında ellerinden geleni artlarına koymamaktadırlar. Faşizm, sendikaları devlet organlarına dönüştürerek yeni bir şey icat etmiş değildir; yalnızca, emperyalizme içkin olan eğilimleri nihai sonucuna götürmüştür.
Sömürge ve yarı-sömürge ülkeler yerli kapitalizmin değil; yabancı emperyalizmin boyunduruğu altındadırlar. Ne var ki bu, kapitalizmin büyük patronları ile özünde onlara tabi olan hükümetler -sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin hükümetleri- arasında doğrudan, gündelik, pratik bağların bulunması ihtiyacını azaltmamakta, tam tersine artırmaktadır. Emperyalist kapitalizm hem sömürgelerde hem de yarı-sömürgelerde bir işçi aristokrasisi ve bürokrasisi katmanı yarattığı ölçüde, bu katman koruyucu, hami ve kimi zaman da arabulucu olarak sömürge ve yarı-sömürge hükümetlerinin desteğine gereksinim duyar. Bu, sömürgelerdeki ve genel olarak geri kalmış ülkelerdeki hükümetlerin Bonapartist ve yarı-Bonapartist karakterinin en önemli toplumsal temelini oluşturmaktadır. Bu, aynı şekilde, reformist sendikaların devlete olan bağımlılıklarının da temelini oluşturur.
Meksikada sendikalar yasayla yarı-devlet kurumlarına dönüştürülmüş ve eşyanın doğası gereği yarı-totaliter bir karakter kazanmış durumdalar. Yasayı hazırlayanların düşüncesine göre sendikaların devletleştirilmeleri, işçilerin hükümet ve ekonomik yaşam üzerinde belirli bir etkiye sahip olmalarını sağlamak için, onların çıkarları doğrultusunda yürürlüğe konmuştur. Ancak yabancı emperyalist kapitalizm ulusal devlete egemen olduğu ve yurt içindeki gerici güçlerin yardımıyla bu istikrarsız demokrasiyi devirip onun yerine açıkça faşist bir diktatörlük koyma gücüne sahip olduğu ölçüde, sendikalarla ilgili bu yasa kolaylıkla emperyalist diktatörlüğün eline verilmiş bir silaha dönüşebilir.
Yukarıda söylenenlerden ilk bakışta, rahatlıkla, emperyalizm çağında sendikaların sendika olmaktan çıktıkları sonucu çıkarılabilir gibi görünüyor: Sendikalar, ekonomik arenaya serbest ticaretin egemen olduğu eski güzel günlerde işçi örgütlerinin iç yaşamının içeriğini belirleyen işçi demokrasisine hemen hiç yer bırakmamaktadırlar. İşçi demokrasisinin yokluğunda, sendika üyelerini etkilemeye yönelik herhangi bir özgür mücadele de söz konusu olamaz. Ve bu nedenle, devrimciler için en önemli çalışma alanı olan sendikaların içinde çalışma yapma olanağı ortadan kalkmaktadır.
Ne var ki böyle bir görüşü öne sürmek bütünüyle yanlış olur. Bizler faaliyetlerimizi yürüteceğimiz alanları ve koşulları kendi beğenilerimize göre seçemeyiz. Emekçi kitleler üzerinde etkili olabilmek için totaliter veya yarı-totaliter bir devletin bulunduğu bir ülkede mücadele vermek, bir demokraside olduğundan çok daha güçtür. Aynı şey, benzer bir biçimde, kaderleri kapitalist devletlerin alın yazısındaki değişimleri yansıtan sendikalar için de geçerlidir. Almanyada işçiler üzerinde etkili olmak için verilen mücadeleyi, bu ülkedeki totaliter rejim bu çalışmayı aşırı derecede güçleştirmiş olduğu için terk edemeyiz. Tamamen aynı biçimde, faşizm tarafından metazori yaratılmış olan işçi örgütlerinin içinde mücadeleyi terk etmemiz de söz konusu olmaz. Ne de doğrudan veya dolaylı olarak işçi devletine bağlı oldukları veya bürokrasi devrimcileri bu sendikalar içinde özgürce çalışma olanağından mahrum ettiği için totaliter ve yarı-totaliter tipte sendikalar içinde sistematik bir biçimde çalışma yürütmeyi terk etmemiz söz konusu olabilir.
İşçi sınıfının hataları ve önderlerinin işlediği suçlar tarafından yaratılanlar da dahil olmak üzere, daha önceki gelişmeler tarafından yaratılmış olan bütün bu somut koşullar altında bir mücadele yürütmek gerekir. Faşist ve yarı-faşist ülkelerde yeraltında, yasadışı ve gizli olmayan bir biçimde devrimci çalışma yürütmek olanaksızdır. Totaliter ve yarı-totaliter sendikalarda gizli çalışmanın dışında bir çalışma yürütmek ya büsbütün ya da büyük ölçüde olanaksızdır. Kitleleri sadece burjuvaziye değil, fakat aynı zamanda sendikaların kendi içindeki totaliter rejimlere ve bu rejimi yürüten yöneticilere karşı da seferber edebilmek için, kendimizi her ülkenin sendikalarında geçerli olan somut koşullara uyarlamamız gerekir. Bu mücadelede temel slogan şudur:kapitalist devlet karşısında sendikaların tam ve koşulsuz bağımsızlığı. Bu, sendikaları işçi aristokrasisinin organları olmaktan çıkarıp, geniş sömürülen kitlelerin organları haline getirmeye yönelik bir mücadele vermek anlamına gelmektedir.
v
Ikinci slogansendikal demokrasidir. Bu ikinci slogan dogrudan dogruya birincisinden kaynaklanmakta ve gerçeklestirilmesi için sendikalarin emperyalist ve sömürgeci devletten tamamen bagimsiz olmalarini ön-varsaymaktadir.
Diğer bir deyişle, içinde bulunduğumuz çağda sendikalar, serbest kapitalizm çağında oldukları gibi sadece demokrasinin organları olamaz ve siyasi olarak tarafsız kalamazlar; yani kendilerini işçi sınıfının gündelik ihtiyaçlarına hizmet etmekle sınırlandıramazlar. Sendikalar bundan böyle anarşist olamazlar; yani devletin halkın yaşamı ve sınıflar üzerindeki belirleyici etkisini görmezlikten gelmeyi sürdüremezler. Sendikalar bundan böyle reformist olamazlar, çünkü nesnel koşullar hiçbir ciddi ve kalıcı reformun yapılmasına olanak tanımamaktadır. Günümüzde sendikalar ya işçilere boyun eğdirmek ve onları disiplin altına almak ve devrimin önünü kesmek için emperyalist sermayenin ikincil aygıtları işlevini görecekler ya da tam tersine, proletaryanın devrimci hareketinin araçları haline geleceklerdir.
v
Sendikalarin tarafsizligi bütünüyle ve geri dönmemecesine geçmiste kalmistir - özgür burjuva demokrasisi ile birlikte ortadan kalkmistir.
v
Buraya kadar söylenenlerden son derece berrak bir biçimde çikan sonuç, sendikalarin giderek daha fazla yozlasiyor ve emperyalist devletle birlikte büyüyor olmalarina karsin, onlar içindeki çalismanin öneminden hiçbir sey yitirmemekle kalmayip daha önceki önemini korudugu ve hatta her devrimci parti için belirli bir anlamda daha önemli bir çalisma haline gelmekte oldugudur. Esasen burada söz konusu olan sey isçi sinifi üzerinde etkili olabilme mücadelesidir. Sendikalar karsisinda ültimatomcu bir tutum alan; yani özü itibariyle isçi sinifina sadece onun örgütünü begenmedigi için sirtini dönen her örgüt, her parti, her hizip yok olmaya mahkûmdur. Ve belirtmek gerekir ki bunlar yok olmayi hak etmektedirler.
v
Geri kalmis ülkelerde bas rol ulusal degil, yabanci kapitalizm tarafindan oynandigi ölçüde, ulusal burjuvazi, sanayinin gelisiminin gerektirdiginden çok daha zayif bir toplumsal konumda bulunur. Yabanci sermaye isçi ithal etmeyip yerli nüfusu proleterlestirdiginden, ulusal proletarya kisa süre içinde ülkenin yasaminda en önemli rolü oynamaya baslar. Bu kosullar altinda ulusal hükümet yabanci sermayeye karsi direnç göstermeye çalistigi ölçüde, az ya da çok proletaryaya dayanmak zorunda kalmaktadirlar. Diger yandan, geri kalmis ülkelerin yabanci sermaye ile omuz omuza yürümenin kaçinilmaz veya kendileri için daha kârli oldugunu düsünen hükümetleri, emek örgütlerini ortadan kaldirmakta ve az ya da çok totaliter bir rejim kurmaktadirlar.
Bu şekilde, ulusal burjuvazinin güçsüzlüğü, yerel öz-yönetim geleneklerinin bulunmaması, yabancı kapitalizmin baskısı ve proletaryanın görece hızlı büyümesi istikrarlı bir demokratik rejimin üzerinde durabileceği zemini ortadan kaldırmaktadır. Geri kalmış, yani sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin hükümetleri genellikle Bonapartist veya yarı-Bonapartist bir karakter taşırlar; bazıları işçilerin ve köylülerin saflarında destek bulmaya çalışarak demokratik bir doğrultuda ilerlemeye çalışırken, diğerleri asker-polis diktatörlüğüne yakın bir hükümet biçimi kurarak birbirlerinden ayrılırlar.
Bu, benzer bir biçimde sendikaların kaderini de belirlemektedir. Sendikalar ya devletin özel koruması altında yer alırlar ya da acımasız bir zulme maruz kalırlar. Devletin sağladığı koruma, onun karşı karşıya olduğu iki görev tarafından dayatılmaktadır: Bunlardan birincisi, işçi sınıfını daha yakınına çekmek ve bu şekilde emperyalizmin aşırı hak iddialarına karşı direnebilmek için bir destek kazanmak; ikincisi ise, aynı zamanda işçileri bir bürokrasinin kontrolü altına sokarak onları disipline etmek.
v
Tekelci kapitalizm, sendikalarin bagimsizligina riza göstermek konusunda giderek daha az istekli olmaktadir. Ziyafet sofrasindan kirintilar toplayan reformist bürokrasiden ve isçi aristokrasisinden, isçilerin gözleri önünde, kendi siyasi polisi haline gelmelerini istemektedir. Bunun saglanamamasi durumunda isçi bürokrasisi defedilmekte ve yerine fasistler getirilmektedir. Bu arada sunu belirtelim ki, isçi aristokrasisinin emperyalizmin hizmetinde gösterdigi bütün çabalar, uzun vadede onu yikimdan kurtaramaz.
Her ülkedeki sınıf çelişkilerinin yoğunlaşması, ülkeler arasındaki düşmanlıkların yoğunlaşması, emperyalist kapitalizmin, yalnızca onun emperyalist girişimlerine, planlarına ve programlarına, gerek yurt içinde gerekse de dünya arenasında, küçük fakat aktif bir ortak olarak hizmet etmesi durumunda, bir reformist bürokrasiye tahammül edebileceği (o da belirli bir süre için) bir ortam yaratmaktadır. Sosyal reformizm, ömrünü uzatabilmek için -fakat sadece uzatabilmek için, daha fazlası değil- sosyal emperyalizme dönüşmek zorundadır. Çünkü bu yol boyunca genel olarak herhangi bir çıkış bulunmamaktadır.
Peki bu, emperyalizm çağında genel olarak bağımsız sendikaların var olmalarının olanaksız olduğu anlamına mı gelir? Soruyu bu şekilde sormak özünde yanlış olacaktır. Olanaksız olan, bağımsız veya yarı-bağımsız reformist sendikalardır. Emperyalist politikanın ortağı olmayan ancak kapitalist düzenin doğrudan devrilmesini kendi görevi olarak belirlemiş olan devrimci sendikalar bütünüyle olasıdır. Emperyalist çürüme çağında sendikalar, ancak bilinçli bir biçimde, eylemde proleter devrimin organları oldukları ölçüde gerçekten bağımsız olabilirler. Bu anlamda, Dördüncü Enternasyonalin son kongresinde kabul edilen geçiş talepleri programı yalnızca partinin çalışma programı değildir; temel nitelikleri bakımından sendikaların da çalışma programıdır.
v
Geri kalmis ülkelerin gelisimine, bu gelisimin bilesik niteligi damgasini vurmaktadir. Diger bir deyisle, bu ülkelerde emperyalist teknolojinin, ekonominin ve siyasetin saglamis oldugu en son gelismeler, geleneksel geri kalmislik ve ilkelikle iç içe geçmektedir. Bu yasa sömürge ve yari-sömürge ülkelerin gelisiminin, sendikal hareket alani da dahil olmak üzere, çok farkli alanlarinda gözlenebilmektedir. Emperyalist kapitalizm burada en sinik ve çiplak biçimiyle islemektedir. Bakir topraklara kendi gaddarca egemenliginin en mükemmellestirilmis yöntemlerini tasimaktadir.
v
Son dönemde sendikal harekette bütün dünya çapinda bir saga kayis yasandigi ve iç demokrasinin bastirildigi görülmektedir. Britanyada sendikalardaki Azinlik Hareketi ezildi (ki bunda Moskovanin da parmagi vardi); bugün sendikal hareketin önderleri, özellikle dis politika alaninda, Muhafazakâr Partinin itaatkâr ajanlari konumundadirlar. Fransada, Stalinist sendikalar için bagimsiz bir varolusa yer yoktu. Bunlar Jouhauxun önderligi altindaki sözde anarko-sendikalist sendikalarla birlestiler ve bu birlesmenin sonucunda sendikal harekette genel bir kayma yasandi; ancak bu sola degil, saga dogru bir kayisti. CGTnin önderligi Fransiz emperyalist kapitalizminin en dogrudan ve açik ajanidir.
Amerika Birleşik Devletlerinde sendikal hareket, son yıllarda, tarihindeki en fırtınalı dönemden geçti. CIOnun yükselişi, emekçi kitleler içindeki devrimci eğilimlerin yadsınamaz kanıtıdır. Bununla birlikte, bu yeni "solcu" sendikal örgütlenmenin kurulur kurulmaz emperyalist devletin çelikten kucağına oturmuş olması da son derece anlamlı ve dikkate değer bir durumdur. Eski federasyonla yenisinin tepe yönetimleri arasındaki mücadele büyük ölçüde Roosevelt ve onun kabinesinin sempatisini ve desteğini kazanma mücadelesine indirgenebilir.
Farklı bir anlamda da olsa, İspanyadaki sendikal hareketin gelişim ya da yozlaşma tablosu daha az çarpıcı değildir. Sosyalist sendikalarda, sendikal hareketin bağımsızlığını bir derece olsun temsil eden bütün önde gelen unsurlar dışlandılar. Anarko-sendikalist sendikalara gelince, bunlar burjuva cumhuriyetçilerinin araçları haline geldiler; anarko-sendikalist önderler muhafazakâr burjuva bakanlar oldular. Bu metamorfozun iç savaş koşullarında meydana gelmiş olması, onun önemini azaltmamaktadır. Savaş bütünüyle aynı nitelikteki politikaların sürdürülmesidir. Savaş süreçleri hızlandırır, onların temel özelliklerini açığa çıkarır, çürümüş, sahte ve ikircikli olan ne varsa ortadan kaldırır ve temel olan her şeyi çırılçıplak ortaya koyar.
Sendikaların sağa kayışı sınıf ve uluslararası çelişkilerin keskinleşmesinden kaynaklanmaktadır. Sendikal hareketin önderleri bunun muhalefet oyunu oynamanın zamanı olmadığını sezinlediler ya da anladılar ya da anlamak zorunda bırakıldılar. Sendikal hareket içinde, özellikle de üst yönetim kademesinde ortaya çıkan her muhalefet hareketi, fırtınalı bir kitle hareketine neden olma ve ulusal emperyalizm için zorluklar yaratma tehlikesini taşımaktadır. Sendikaların sağa kayışı ve onların içinde işçi demokrasisinin bastırılması buradan kaynaklanmaktadır. Bu temel özellik, totaliter rejime doğru kayış, bütün dünyadaki işçi hareketlerinde yaşanmaktadır.
Aynı zamanda Hollandayı da hatırlamamız gerekiyor. Bu ülkede emperyalist kapitalizme yalnızca reformist hareket ve sendikal hareket güvenilir koltuk değnekleri olarak hizmet vermiyor, buna ek olarak buradaki sözde anarko-sendikalist örgüt de gerçekte emperyalist hükümetin kontrolü altında. Bu örgütün sekreteri olan Sneevlietin, Dördüncü Enternasyonale karşı duyduğu platonik sempatiye rağmen, Hollanda parlamentosunda bir milletvekiliyken en çok kaygı duyduğu şey, hükümetin gazabının kendi sendikal örgütüne yönelmesiydi.
v
Amerika Birlesik Devletlerinde Çalisma Bakanliginin bünyesindeki sol bürokrasi sendikal hareketi demokratik devlete tabi kilmakla görevliydi ve su ana kadar bu görevi bir ölçüde basariyla yerine getirmis oldugunu söylemek gerekir.
v
Meksikada demiryollari ile petrol sahalarinin ulusallastirilmis olmasinin elbette ki sosyalizmle hiçbir ortak yani bulunmamaktadir. Bu, ulusallastirmalar yoluyla kendisini bir yandan yabanci emperyalizme, diger yandan da kendi proletaryasina karsi korumaya çalisan, geri kalmis bir ülkedeki devlet kapitalizminin basvurdugu bir önlemdir. Demiryollarinin, petrol sahalarinin ve benzerlerinin isçi örgütleri araciligiyla yönetilmelerinin, bu yönetim özünde isçilerden bagimsiz, buna karsilik burjuva devlete bütünüyle bagimli olan isçi bürokrasisi araciligiyla gerçeklestirildigi için, sanayi üzerinde isçi denetimiyle ortak hiçbir yani bulunmamaktadir.
Egemen sınıf açısından bu önlem işçi sınıfını disiplin altına sokma, onun, yüzeyde kendi çıkarları ile iç içeymiş gibi görünen, devletin genel çıkarlarının hizmetinde daha fazla çalışmasını sağlama hedefine yöneliktir. Aslında burjuvazinin bütün işi sınıf mücadelelerinin organları olarak sendikaları ortadan kaldırmak ve onların yerine, burjuva devletinin işçi sınıfı üzerindeki egemenliğinin organı olarak sendika bürokrasisini geçirmektir.
Bu koşullar altında devrimci öncünün görevi sendikaların tam bağımsızlığı ve demiryollarının, petrol şirketlerinin ve diğerlerinin yönetimine dönüşmüş olan bugünkü sendika bürokrasileri üzerinde gerçek işçi denetiminin uygulamaya konması için bir mücadele yürütmektir.
v
Son dönemde (savastan önce) yasanan olaylar -teorik bakimdan her zaman için asiri uçlarina götürülmüs liberalizmden baska bir sey olmayan- anarsizmin, pratikte, korumasina ihtiyaç duydugu demokratik cumhuriyet içinde barisçil bir propagandadan ibaret oldugunu bütün açikligiyla gözler önüne serdi. Bireysel terörist eylemler vb.lerini bir kenara birakirsak, bir kitle hareketi ve siyasi sistem olarak anarsizm, yalnizca yasalarin sagladigi barisçil koruma altinda propaganda malzemesi sunmustur. Kriz kosullarinda anarsistler her zaman baris zamaninda ögrettiklerinin tam tersini yapmislardir. Buna bizzat Marx tarafindan Paris Komünüyle iliskili olarak isaret edilmisti. Ve bu Ispanyol devrimi deneyimi sirasinda çok daha büyük boyutlarda tekrarlandi.
v
Terimin eski anlamiyla - farkli egilimlerin bir ve ayni kitle örgütünün çatisi altinda az çok özgürce mücadele edebildikleri- demokratik sendikalar bundan böyle var olamazlar. Tipki burjuva demokratik devleti geri getirmenin olanaksiz olmasi gibi, eski isçi demokrasisini geri getirmek de olanaksizdir. Birinin kaderi digerininkini yansitmaktadir. Gerçekte, sinifsal anlamda sendikalarin burjuva devlet karsisinda bagimsizligi ancak bütünüyle devrimci bir önderlik tarafindan, yani Dördüncü Enternasyonalin önderligi tarafindan saglanabilir. Dogal olarak bu önderlik rasyonel olmak zorundadir ve olabilir ve bugünkü somut kosullar altinda sendikalarda mümkün olan azami demokrasiyi uygulamaya koyabilir. Fakat Dördüncü Enternasyonalin siyasi önderligi olmaksizin sendikalarin bagimsizligi olanaksizdir.
Ağustos 1940
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|