World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz

Yazıcıya hazırla

Londra'daki Bombalı Saldırılar: Neden Burada Yaşandı?

Chris Marsden
7 Eylül 2005
İngilizce’den çeviri (15 Temmuz 2005)

İşçi Partisi hükümetinin 7 Temmuz'da Londra'da gerçekleşen bombalı saldırılara gösterdiği tepki bir yandan ellerini ovuştururken diğer yandan büyük üzüntü içersindeymiş pozu veren ikiyüzlülüğün bir karışımından oluşuyor.

Göçmen ailelerin çocukları olan dört veya muhtemelen daha fazla sayıdaki genç Britanyalının, İslamcı köktenciliğin kafalarına soktuğu Batı medeniyetine karşı akıldışı nefretin etkisiyle kendilerini havaya uçurmaya hazır oldukları bizlere tekrar tekrar anlatılıyor. Ancak bu dört ve daha yüzlerce Asyalı gencin neden aşırı dinciliğin etkisi altına girdikleri ve neden öldürmeye ve ölmeye hazır oldukları konusunda hiçbir gerekçe sunulmuyor. Britanya’nın Irak Savaşı'na katılmış olmasının Müslümanlar arasında yol açtığı öfkenin son olaylarda oynadığı rolü gündeme getirmek bile bu tüyler ürpertici terör olaylarını mazur göstermek olarak algılanıyor ve kınanıyor.

Ancak açıklamakla göz yummak aynı şey değildir. İslamcı köktenciliğin ve bombalı terör eylemlerinin ortaya çıkısı, toplumun ve siyasi yapının kökleri derinlere uzanan bir hastalığa tutulmuş olduğunun bir göstergesidir. Sert açıklamalar bu gerçeği değiştiremez. Gerçeğin ne olduğunu anlamak gerekiyor.

Şurası çok açık ki Londra'daki bombalı eylemler Irak ve Afganistan'daki savaşlara ve devam etmekte olan işgallere karşı bir tepkidir. Britanya’nın bu yağmacı ve yasadışı savaşa katılımına karşı gösterilecek tepkilerden birinin de bu tür terörist eylemler olacağını önceden tahmin etmek için derin bir sosyal kavrayışa ya da çok büyük bir siyasi öngörüye sahip olmak gerekmiyordu.

Blair'ın Beyaz Saray-Pentagon militaristleriyle yaptığı anlaşma ve onun tiksindirici ikiyüzlü demokrasi çağrılarının zehirli bileşiminin bu ülkede böyle ölümcül sonuçlar vereceği belliydi. Bunu ancak hükümet sözcüleri ve savaşın resmi özürcüleri inkar edecektir. Fakat savaşın Britanyalı Müslümanlar arasında yaratmış olduğu öfkeye işaret etmek, bu eylemleri açıklamak için sadece bir başlangıç noktası oluşturacaktır.

Savaşın uyandırdığı bu çok derin öfke ile sivil halka karşı girişilmiş bir terör eylemi arasında doğrudan ve kaçınılmaz bir bağ bulunmuyor. Britanya içinde intihar bombacılarının ortaya çıkmış olması, bu ülkedeki toplumsal ilişkilerin patolojik durumunun bir göstergesidir.

Burada, ailevi bir trajedinin ya da başka bir hayat deneyiminin bir kişilik bozukluğunun ortaya çıkmasında belirli bir rol oynamış olduğunu göstermenin mümkün olduğu psikopat katillerle uğraşmıyoruz. Bombacı oldukları öne sürülen bu insanlardan üçünün öğrenci birinin de normal bir aile babası oldukları, bu saldırıları dini inançları nedeniyle düzenledikleri belirlendi.

22 yaşındaki Şehzad Tanvir, Bradford'da doğmuştu ancak yaşamının büyük bölümünü anne ve babasıyla birlikte Leeds'in Beeston bölgesinde geçirdi. İyi bir öğrenciydi ve spor akademisi mezunuydu. Yerel cemaatin saygıdeğer bir üyesi olan Pakistanlı babası bir balık lokantası işletiyordu.

18 yaşındaki Hasip Hüseyin, Tanvir'in üniversiteden arkadaşıydı ve aynı zamanda o da Beeston'lıydı. Babası yerel bir fabrikada çalışıyordu.

Beeston'lu 30 yaşındaki Muhammed Sadık Han, evli ve bir kız çocuk babasıydı. Öğrenme güçlüğü çeken çocuklara ilkokul eğitimi veren bir sosyal bakim görevlisi olarak çalışıyordu. Babası bir dökümhanede çalışmıştı. Ayrı yasadığı karisi mahalli çevre koruma görevlisi. Gecen yıl Han’ın kayınvalidesi, Farida Patel, uzmanlık dalı olan çok dil bilenlerle ilgili araştırmaları konusunda yaptığı çalışma nedeniyle bir ödül aldığı, Buckingham Sarayı'nda verilen bir açık hava partisine davet edilmişti.

Kimliği ancak dün açıklanan dördüncü sanık, otuz yaşlarındaki Jamaika doğumlu, Britanya’da oturma izni bulunan Lindsey Germaine’di.

Bu genç insanların, bu korkunç eylemi planladıkları ve uygulamaya koydukları iddia ediliyor. Metroya ya da otobüse bindiğinizi ve çevrenizdeki yüzlere - Blair hükümetinin yaptıklarından hiçbir şekilde sorumlu olmayan erkeklere, kadınlara, çocuklara - baktığınızı düşünün. Ve daha sonra çevrenizdeki herkesi öldüreceğini bilerek tahrip gücü yüksek onlarca kilogram patlayıcı patlatıyorsunuz.

Bu nitelikte bir eylem olağanüstü bir toplumsal yabancılaşma düzeyini ifade eder. Başbakan Tony Blair'in 13 Temmuz'da parlamentoda yaptığı konuşmada olduğu gibi bu eylemi "beyin yıkama"yla ya da aşırı İslamcılığın "sapık ve zehirli" doktrinleriyle açıklamak çok kolay. Bu tür açıklamalar gerçek sorunlarla yüzleşmekten kaçınmaya yarar. Neden eğitimli dört genç adam kökten dincilerin şehitlere vaat ettiği mutluluk dolu cennetin hayaline kapılmışlardı? Bu tür gerici doktrinler nasıl kök salabilmiş ve destek toplayabilmiştir?

El Kaide sempatizanı olan grupların güç kazanmaları Britanya toplumunda yaşanan önemli toplumsal, ekonomik ve siyasi değişimlerle bağlantılıdır. ‘Britanya toplumu' terimini kullanırken bile, siyasi ve ekonomik alanda kurt kanunu felsefesini desteklemek için ısrarla, "Toplum diye bir şey yoktur," demiş olan eski Muhafazakar Parti önderi Margaret Thatcher’i hatırlamamız gerekir.

Thatcher şöyle demişti: "Öyle sanıyorum ki, çok sayıda insanın bir sorunları olduğunda bunun çözümünü hükümetten beklediği bir dönemden geçmiş bulunuyoruz. ‘Bir sorunum var. Bu nedenle parasal bir yardım alacağım.’ ‘Evsizim, devletin bana yaşayacak bir yer sağlaması gerekir.’ Bu insanlar sorunlarını topluma yansıtıyorlar. Ve biliyorsunuz ki toplum diye bir şey yoktur. Tekil erkekler ve kadınlar ve aileler vardır."

Thatcher hükümetinin 1979'da başa geçmesi, Britanya egemen seçkininin savaş sonrası refah devletini ayakta tutarak toplumsal konsensüsü sağlama politikasından kesin bir kopuşa işaret ediyordu. Bunun yerine Thatcher, devletin heybetli gücünü işçi sınıfına karşı seferber ederek Britanya’yı büyük ulusötesi şirketler için ucuz işgücü platformu haline getirdi.

Thatcher'ın sıradan insanları hakir görmesi ve bir avuç insanın olağanüstü servetler elde etmesi süreci çeyrek asır önce başladı. Bu süreç, geçmişte insanlara daha büyük bir topluluğun parçası oldukları hissini veren karmaşık sosyal düzenlemelerin ve kurumların dağılmasına sebep oldu. Güçlü bireyin - milyarder işadamının, inanılmaz ölçüde zengin "şöhretin" - başarının örneği olarak yükseltilmesine ve yüceltilmesine, Britanya’da ve bütün dünyada milyonlarca insanın yoksullaştırılması eşlik etti.

Dört bombacı en fakir katmanlardan gelmeyebilirler, ancak toplumsal varoluşlarında son on beş yıldır Britanya’da emekçi halkın geniş kesimlerini etkileyen koşulları yansıtıyorlar. Bu insanlar Yorkshire’da, ülkenin maden ocaklarının, tekstil fabrikaların öbek öbek kapanmasıyla yıkıma uğramış olan bir bölgesinde yaşıyorlardı. Bu bölgede az sayıda insan zenginleşmiş olabilir, ancak bunların yarattıkları yeni istihdam alanları sadece hizmet sektöründe düşük ücretli işlerden oluşuyor.

Beeston, yaratılmış olan kentsel yoksulluğun bir örneğidir. Leeds Belediye Meclisinin 2004 Temmuz tarihli bir raporunda, Beeston’ın ‘şehrin büyüyen ekonomisinden payını alamadığını, bunun ‘zenginler’ ile ‘yoksullar’ arasındaki mesafenin çok artmasına neden olduğu,’ söyleniyor.

Göçmen topluluklar nüfusun sadece yüzde 22’sini oluşturuyor. Burada yaşayanların çoğu hayatını zorluklar içinde kazanmaya çalışan fakir beyazlardan oluşuyor. İşsizlik neredeyse yüzde sekiz düzeyine ulaşmış durumda ve nüfusun sadece üçte biri tam zamanlı işlerde çalışmakta. Yaklaşık olarak her altı kişiden biri uzun süreli hastalıklardan mustarip. Yaşayanların üçte ikisi kendi evlerinin sahibi değil ve kirada oturmakta.

Bu sosyal kutuplaşmaya her türden toplumsal ve entelektüel geri kalmışlık eşlik etti ve dinin ve özellikle de onun en apokaliptik çeşitlerinin etkisini giderek artırıyor olması sadece bu durumun bir göstergesidir.

Bu durumu açıklayabilmek için çok sayıda gencin topluma yabancılaşmasına neden olan diğer kilit etmeni teşhis etmek gerekiyor: işçi hareketinin çözülmesi ve Britanya toplumunda bir güç olarak önemini kaybetmesi.

Burada, İşçi Partisi ve sendikalar tarafından benimsenmiş olan reformist programa yönelik olarak Marksist hareket tarafından yöneltilen eleştiriyi tekrar etmeye gerek yok. Son derece büyük ve bütünüyle ölümcül sınırlılıklarına karşın bu kitle örgütleri, yetersiz dahi olsa, milyonlarca işçi ve hatta orta sınıfın hatırı sayılır bir bölümünün derinden hissettiği sınıf dayanışması duygusunu ve sosyalist özlemleri temsil ediyorlardı. Kapitalist baskının sona ereceğine ve Britanya’nın ve dünyanın yeniden yaratılacağına dair gerçek bir güven duygusu mevcuttu. Sorun kapitalizmin yerini bir başka düzenin alıp almayacağı değil, bunun nasıl ve ne zaman olacağıydı. Gençlik bu iyimserliğe cevap verdi ve İşçi Partisi’nin çok daha solunda duran sosyalist örgütlere aktı.

Böyle bir entelektüel ve sosyal ortamda daha iyi bir Britanya ve daha iyi bir dünya düşleyen gençler Marks’ı okumaya başladılar ve bugüne kadar geliştirilmiş - iyimserliğin, insanlar arası dayanışmanın ve en yüksek idealizmin damgasını vurduğu - felsefeyi benimsediler.

Bu durum 1980 ortalarına kadar halen geçerliliğini koruyordu. 1984-85'de madencilerin greviyle başlayarak, İşçi Partisi ve sendika bürokrasi tarafından ardı ardına gerçekleştirilen ihanetlerin ardından, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerindeki Stalinist rejimlerin yıkılmasıyla "sosyalizmin ölümünü" ilan eden muazzam propaganda kampanyası sonucunda bu durum değişti.

Bugün İşçi Partisi siyasal gericiliğin kalesi konumundadır. Bu partinin hükümetinin Başbakanı, Murdoch medya imparatorluğunun borazanlığını yapmaktadır. "Yeni İşçi Partisi" adına Blair, Thatcher tarafından öncülüğü yapılmış olan ekonomik felsefeyi dayatmaya çalışmaktadır ve onu Avrupa'ya ve dünyaya bir model olarak tavsiye etmektedir. Blair, savaşı ve sömürgeci işgali, Batı'nın Ortadoğu ve Afrika halkalarına "demokrasi" götürmesine yönelik büyük uygarlık misyonu olarak resmediyor.

Sendikalara gelince, bu omurgasız ve kudretsiz örgütler artık kimse tarafından ciddiye alınmıyor.

Genç kuşaklara ise toplumu etkilemek ve değiştirmek için hiçbir yol sunulmuyor. Buna giden bütün yollar kapatılmış durumda.

2003 yılının Şubat ayında Londra’da bir milyondan daha fazla insan ABD’nin ve Britanya’nın Irak'ı işgal etme planlarına karşı yürüdü. Blair’in bu eşi görülmemiş muhalefete yanıtı, demokratik yönetimin özünün, siyasi liderlerin halkın iradesini hiçe sayabilmeleri olduğunu ilan etmek oldu.

Günümüzün Britanya’sı çok sorunlu ve altüst edilmiş bir toplumdur. 25 yıldır sürmekte olan siyasi gericilik suresince ülkenin derinleşen ve göz ardı edilen toplumsal çelişkileri habis bir nitelik kazandı.

Bunun tedavisi sadece siyasetle sağlanabilir: ancak burada sözü edilen bugünkünden çok daha farklı nitelikte bir siyasettir. Mevcut tıkanıklık sadece gerçek sosyalizmin yeniden ortaya çıkmasıyla aşılabilir. Enternasyonalizmin, toplumsal eşitliğin ve gerçek kitlesel demokrasinin büyük ilkeleri dini cehaletin en güçlü panzehiri olacak ve daha iyi bir gelecek için verilen mücadelede işçilerle gençleri birleştirmenin zeminini sağlayacaktır.

Aynı zamanda bakınız
Makalenin İngilizce orijinali
(15 Temmuz 2005)

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır