www.wsws.org/tr/2005/okt2005/sse-o04.shtml
Aşağıdaki bildiri, Sosyalist Eşitlik Partisinin öğrenci örgütü olan Sosyal Eşitlikten Yana Öğrencilerin Amerika Birleşik Devletlerindeki üniversite kampuslarında dağıtılmaktadır. Bütün öğrencileri bu bildiriyi kendi kampuslarında dağıtmaya çağırıyoruz.
Katrina kasırgasının hemen sonrasında Louisiana ve Mississippideki yaşanan yıkım, Amerikalı geniş emekçi kitlelerinin, hükümete ve topluma bakış açısını kalıcı bir biçimde değiştirecektir. Kasırganın şoku ve ardından New Orleansın sel sularına gömülmesi mevcut toplumsal sistemin çürümüşlüğünü gözler önüne serdi. Çöken sadece su setleri değil, fakat aynı zamanda milyonlarca insanın bel bağladıkları toplumsal ve siyasi kurumlardı.
Şimdi, geçen hafta içinde 10.000, hatta belki de daha fazla sayıda insanın ölmüş olabileceği bildiriliyor. ON BİN İNSAN, ON BİN YURTTAŞ!Bu insanlar, hükümetin beceriksizliği, ihmalkarlığı ve umursamazlığı nedeniyle öldüler. Bu insanlar Amerika Birleşik Devletleri, milyonlarca insanın fakirlik içinde ya da fakirlik sınırında yaşadığı bir ülke olduğu için öldüler. Bu insanlar öldüler çünkü bu, nüfusun küçük bir yüzdesinin elindeki devasa kişisel servet birikiminin, bir bütün olarak halkın refahından daha önemli görüldüğü kapitalist bir toplum.
Kasırga faciasının boyutları daha henüz bütünüyle açıklık kazanmamışken, Bush yönetimi ve çeşitli eyalet hükümetleri ve yerel yönetimler parmakları ile birbirlerini işaret ederek felaketin suçunu başkasına atma çabalarına giriştiler. Ancak işçi sınıfı açısından bunların hepsi suçlu: Cumhuriyetçi başkan, Demokrat vali ve belediye başkanı, her iki partinin her seviyedeki meclis üyeleri. Hepsi facianın temel nedeni olan kâr sistemini savunuyorlar.
Amerikan toplumu kâr güdüsü temelinde örgütlenmiştir. Ekonominin, siyasi yapının ve bütün kültürün, bu biçimde bütünüyle kişisel servet birikiminin en yüksek hedef olması ilkesine boyun eğdiği başka hiçbir ülke yoktur. New Orleansın, öngörülebilen ve bu konuda çok öncesinden uyarıların yapıldığı bir facia ile yıkılması, özel birikim ilkesinin rasyonel ve insancıl bir toplum ile bağdaşmadığını ortaya koyuyor.
Modern toplum kitle toplumudur. Egemen konumdaki - şimdiki moda adı "kişisel sorumluluk" olan - bireycilik ideolojisine rağmen Amerika Birleşik Devletlerinde yüz milyonlarca insan, yaşamlarını sürdürebilmek için karmaşık toplumsal sistemlere dayanmaktadırlar: yiyecek üretimi ve dağıtımı, su, elektrik, ısınma, ulaşım, eğitim, sağlık. Bu sistemlerin yetersiz kalması, özellikle büyük kentsel alanlarda, halkı barbarca koşullarda yaşamak durumunda bırakır.
Emekçiler toplumsal altyapının işlemesini sağlayan emek gücünü sağlamalarına karşın, bunlarla ilgili olarak karar verme gücüne sahip değiller. Bu toplumsal sistemler büyük çoğunlukla, belirleyici kıstas olarak insanların ihtiyaçlarını değil kârı gören, devasa şirketlerin mülkiyetinde ve kontrolünde yer alıyor. New Orleansı çevreleyen su setleri ve kanalları, çeşitli düzeylerde devletin sorumluluğunda olan sistemler de, Amerikan siyasetinin zenginlerin denetiminde olduğundan kâr çıkarlarına tabi kılınmaktadır.
New Orleans bölgesi ABD ekonomisinde özellikle kritik bir düğüm noktasıdır. Sadece, hem yerel üretim hem de ithalat açısından en büyük petrol ve benzin kaynaklarından birisi değil, fakat aynı zamanda aşağı Güney bölgesi ve Amerika Birleşik Devletlerinin içlerine kadar giden yük taşımacılığı için bir merkezi konumundadır.
Şimdi bunun bedelini emekçiler, sadece New Orleans felaketinde hayatta kalanlar ya da onu çevreleyen Körfez bölgesinde yaşayıp kitlesel olarak azap çekenler değil, fakat ulusal düzeyde yaşanacak olan ekonomik kayıplar, hızla artan benzin ve yakıt fiyatları ve yayılmakta olan ekonomik altüst oluşla kayba uğrayan emekçiler ödüyor.
Facia neden önlenmedi?
ABD siyasi sistemi bu felaketi önlemek için gerekli olan kaynakları tahsis etmekte neden aciz kaldı?
Basında yer alan haberler şimdi New Orleansta yaşanan yıkımın ve binlerce masum insanın ölümünün görece az miktarda parayla önlenebileceğini belirtiyor. Kasırgaların etkilerine karşı uzun vadede koruma sağlayacak olan, Mississippi deltasının ekosistemini restore etmenin tahmini maliyeti 14 milyar dolarken, su setlerinin ve kanalların acilen yenilenmesi ve güçlendirilmesi için 2 milyar dolar gerekiyordu. Ancak Washingtondaki vergi indirimi ve deregülasyon [kuralsızlaştırma - ç.n.] çılgınlığı, facianın bedeline kıyasla çok daha küçük olan bu tür harcamaların yapılmasını siyasi olarak olanaksız hale getirdi.
Bush yönetimi, yerel yönetimlerdeki ve eyalet yönetimlerindeki görevlilerinin bütün itirazlarına karşın daha acil öncelikleri - Irak savaşını da içeren devasa askeri bütçe, ki 200 milyar doları aştı, ve zenginler için trilyonlarca dolar vergi indirimini - gözeterek su seti sisteminin bakımı ve yenilenmesi için gerekli kaynakları tekrar tekrar azalttı.
Kamusal işlerin bu şekilde ihmal edilmesi, Amerikalı egemen sınıfın son otuz yıl boyunca 1930ların New Deal [Yeni Anlaşma - ç.n.] programlarından geriye kalmış olan çok yetersiz sosyal altyapı ve sosyal güvenlik ağını sistematik bir biçimde adım adım ortadan kaldırmasının bir sonucudur. Bunlar Franklin Roosevelt tarafından sadece Büyük Bunalıma yol açmış olan mali çöküşü değil, fakat aynı zamanda Great Plainsi ("Dust Bowl"u) etkileyen şiddetli çevre krizini de içeren, 20. yüzyılın en büyük toplumsal ve ekonomik krizine yanıt olarak kurulmuşlardı. [Great Plains adı verilen bölgede 1930 - 1941 yılları arasında tarım alanı yaratmak amacıyla yeşil alanların yok edilmesinin ardından muazzam bir kuraklık ve toz fırtınaları yaşandı ve 400.000ne yakın insan bölgeden göç etmek zorunda kaldı. Bu nedenle bölgenin bir diğer adı Dust Bowl, yani Toz Kasesi. - ç.n.]
New Deal sadece Sosyal Güvenlik gibi devasa sosyal refah sistemleri ve Senet ve Tahvil Borsası Komisyonu gibi düzenleyici kurumları değil, fakat aynı zamanda selleri engelleyecek ve ucuz ve güvenli elektrik sağlayacak barajlar ve su setleri inşa eden Tennessee Vadisi Otoritesi gibi devasa kamusal çalışma programlarını da yarattı.
Egemen sınıfın içerisindeki Roosevelt düşmanlarının ulumalarına karşın bu önlemler sosyalist karakterde değildi. Bu önlemler bazı durumlarda belirli kapitalist grupların ve hatta bazen bir bütün olarak kapitalist sınıfın kısa vadede kâr çıkarları üzerinde olumsuz etkiler yarattı ancak esas amaçları erken davranıp kâr sistemini bir bütün olarak tehdit edebilecek, aşağıdan gelen bir toplumsal ayaklanmayı önlemekti.
Bugün, bunun tam tersine, ABD siyasi sistemine kişisel servet birikiminin önündeki bütün engelleri yıkmaya yönelik çılgınca bir yöneliş hakim. Sermaye gelirleri ve mali spekülasyon gibi süper-zenginlerin ana gelir kaynakları üzerindeki vergiler neredeyse tamamen kaldırılmış durumda.
Demokratlar olsun Cumhuriyetçiler olsun, her iki büyük partinin siyasetlerindeki sağa kayışın arkasındaki itici güç Amerikan toplumunun ekonomik olarak kutuplaşmasıdır. Halkın büyük çoğunluğu proleterleştirildi, küçüklü büyüklü şirketlerde ücret karşılığında çalışır hale getirildi. Rooseveltin zamanında oldukça büyük mülkleri bulunan orta sınıf, çiftçi aileleri ve küçük işletme sahipleri şimdilerde nüfusun büyük bölümünü oluşturmakta olan işçi sınıfının bir parçası haline geldi. En yüksek ücretlerle çalışan işçiler bile işten çıkarılma veya ciddi bir hastalık durumunda uçurumdan aşağı gitme tehlikesi ile karşı karşıya ucu ucuna yaşamakta.
Toplumun öteki kutbunda, tarihte eşi görülmemiş boyutlarda bir servet özel ellerde birikmiş durumda. Dünyanın en zengin ülkesinde, nüfusun yüzde birinden azı servetin yüzde 40ından fazlasına sahip. Konutların hesap dışında tutulması durumunda, ayrıcalıklı seçkin servetin - ticari iş yerlerinin yanı sıra hisse senetleri, tahvil ve diğer finansal varlıkların - yüzde 90ına yakın bir bölümüne sahip. Hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi partiyi ve her düzeyde - yerel, eyalet ve federal - yönetimi denetimi altında tutan işte bu sınıf.
Siyasi sonuçlar
Farklı koşullar altında ve farkı bir siyasi sistemde Federal Acil Durum Yönetimi İdaresi ve diğer federal kurumların gösterdikleri berbat performans hükümetin konumunu sorgulanır hale getirirdi. Kuşkusuz, geçmişte çok daha küçük nedenlerden dolayı hükümetler düştü. Ancak ABDde siyasi sistem, diğer sözde "demokrasi"lere kıyasla halkın duyarlığından çok daha fazla yalıtılmıştır. Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler, önde gelen medya yorumcuları ve siyasi düzenin geri kalanının kale aldığı tek "kamuoyu", egemen seçkin ve onların toplumun en zengin kesimlerinden dalkavuklarıdır. Bunlar elde ettikleri altı haneli ve üzerindeki gelirleriyle ve muazzam kişisel varlıklarıyla, emekçilerden kapatılması mümkün olmayan bir toplumsal uçurum ile ayrılmış durumdalar.
Bu durum kendisini kasırganın bölgeyi vurmasından önce New Orleanstan ayrılmayan veya ayrılamayan işçi ailelerine yönelik tepeden bakan ve onları hakir gören ifadelerde gösterdi. Siyasi düzen ve medya içersindekiler arabası olmayan, gidecek yeri bulunmayan, parası olmayan veya ay sonundaki maaşını bekleyenler insanların içinde bulundukları durumu anlayamazlar.
Zaten Bush yarın başkanlıktan istifa edecek olsa bile, onun yerini Cheney veya başka bir Cumhuriyetçi yada Demokrat siyasetçi alacak ve sistem daha önce nasıl yürüyorsa o şekilde işlemeye devam edecek. Emekçiler için ciddi herhangi bir alternatifin bu yolla ortaya çıkması mümkün değil. Cumhuriyetçilerin 2006 kongre seçimlerinde veya 2008de yapılacak başkanlık seçimlerinde yerlerini Demokratlara bırakması da önemli bir fark yaratmayacak.
İşçi sınıfının karşı karşıya olduğu krizi aşmasını sağlayacak basit ya da kolay bir yol yok çünkü bu sorunlar son derece köklü sorunlar. Emekçilerin, emperyalist savaşlara, demokratik haklara yönelik saldıra, eşitsizliğin artmasına ve şimdi de doğal bir afet karşısında tam bir çöküşe yol açan toplumsal ve ekonomik sistemin doğasıyla ilgili olarak temel sonuçları çıkartması gerekiyor.
İnsanlık 21. yüzyıla sürekli olarak devrimleşen ve beraberinde yoksulluğu, açlığı, hastalığı ve diğer bütün toplumsal sorunları ortadan kaldırma potansiyeline sahip olan bilim ve teknolojiyle girdi. Ancak toplum, 18. ve 19. yüzyıllarda gelişmiş olan, üretim güçlerinin yegane kaygısı kendi kişisel kârları olan küçük bir kapitalistin özel mülkiyetinde olduğu bir ekonomik çerçevenin ve sınıf yapısının içine sıkıştırıldığı sürece bu mümkün olmayacaktır.
Amerikan halkının önündeki seçenek, gözü pisboğaz bir kişisel servet birikiminden başka bir şey görmeyen bir anti-sosyal ve bencil bireyciliğe sıkı sıkıya sarılmak ya da toplumsal eşitlik ve kamu yararı için verilen mücadeleyi temel alan yeni bir siyasi hareketi şekillendirmektir.
İşçi sınıfı için bu, Amerikan toplumunun karşı karşıya olduğu büyük sorunlarının siyasi iktidarı ele geçirme mücadelesini gerektirdiğini kabul etmesi anlamına geliyor. Bu, yönetici seçkinin üzerinde baskı kurarak veya yönetici seçkinin bir bölümünün yerine diğer bölümü geçirmekle sağlanamaz. İşçi sınıfı kendisini bir siyasi güç olarak örgütlemeli ve kendisini toplumun hakimi yapmalıdır. Bu, işçi sınıfının, bağımsız, Demokratlara ve Cumhuriyetçilere karşı çıkan ve sosyalist bir programı temel alan yeni bir siyasi partinin yaratılmasını gerektirir.
Halkın çoğunluğu sadece bir sonraki başkanın isminin ne olacağına değil - egemen seçkin oy pusulasında yer alacak "seçenekleri" dikkatle inceleyip, kontrol ettikten sonra - fakat toplumun nasıl örgütlenmesi gerektiğine karar vermelidir. İşçilerin kendi kendilerine şu soruyu sormaları gerekiyor: Toplumun öncelikleri neler olmalı: çoğunluğun toplumsal çıkarları mı yoksa ayrıcalıklı bir azınlığın kişisel servetinin birikimi mi? Neden yüz milyarlarca dolar petrol için yapılan bir savaşa ayrılabiliyor da, on binlerce insan için gerçekten bir ölüm kalım meselesi olduğu ortaya çıkan kamu hizmetlerinin bakımı için hiç bir şey ayrılamıyor?
Yeni bir siyasi yolun bulunması gerekiyor. Bu mücadelede bir sonraki en yaşamsal adım Sosyalist Eşitlik Partisini ve onun öğrenci örgütü olan Sosyal Eşitlikten Yana Öğrencileri inşa etmek veDünya Sosyalist Web Sitesinin okur sayısını artırmaktır. İşçi sınıfının Amerika Birleşik Devletlerinde ve uluslararası düzeyde, güçlü bir siyasi hareket inşa etmesinin gerekliliğini gören bütün öğrencileri Sosyal Eşitlikten Yana Öğrencilere katılmaya çağırıyoruz.