DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz
Yazıcıya hazırla
Almanya: Türk işçisi sosyal yardım almak üzere başvuruda bulunduğu için sınır dışı edildi
Bülent Kent
26 Ağustos 2005
İngilizceden çeviri (3 Ağustos 2005)
Almanyada yeni göç yasasının yürürlüğe girmesinden altı ay sonra, göçmenler ve mülteciler için hangi sonuçları beraberinde getireceği gözler önüne serildi. Yasanın göçmenlerin topluma entegrasyonunu teşvik edeceği şeklindeki resmi sözlerin asılsız olduğu ve aslında bu yasanın sınır dışı etme yasası olduğu ortaya çıktı.
Yasa, Yabancılar Dairesine çok geniş yetkiler tanıyor ve göçmen ve mültecilere çok daha baskıcı bir muamele yapmalarına olanak veriyor. Kısa bir süre önce Kuzey Ren Westfalyanın Solingen şehrinde oldukça ürpertici bir olay meydana geldi; ne var ki bu olay buzdağının sadece görünen kısmını oluşturuyor.
Solinger Tageblatt gazetesinde 25 Haziranda yayınlanan bir habere göre, Türk göçmeni Yusuf Bingöl Almanyada 35 yıl süreyle yaşayıp çalıştıktan sonra, Kölnün Wahn havaalanından Türkiyeye sınır dışı edildi. Yusuf Bingöl, ülkeden bir suç işlediği veya sığınma talebinde bulunma başvurusu reddedildiği için atılmadı. Sınır dışı edilmesinin tek nedeni işsiz olması ve sosyal yardım almak için başvuruda bulunmuş olmasıydı.
Yusuf Bingöl Almanyaya 1969 yılında, 15 yaşındayken, orada çalışmakta olan babasının yanında yaşamak üzere gelmişti. Kendi kuşağının diğer bir çok üyesi gibi yeterince okul eğitimi alamamış olması ve Almancasının zayıf olması gibi nedenlerden dolayı meslek eğitimi görmekten mahrum kalmıştı.
Almanyada yaşadığı otuz beş yıl boyunca Bingöl bir çok şirkette vasıfsız işçi olarak çalıştı. Ancak asıl felaketle 2005 Ocak ayının başında işsizlik yardımı almak için başvuruda bulunduğunda karşılaştı. Solinger Tageblattta yer alan habere göre 17 Ocakta Yabancılar Dairesi yetkililerden, artık ülkede kalması için gerekli mali geliri elde edecek durumda olmadığından oturma izninin uzatılmayacağına dair bir tebliğ aldı. Resmi tebliğde "ülkeyi terk etmek zorunda olduğu" söyleniyor ve tebliği ciddiye almadığı takdirde ülkeden sınır dışı edilmekle tehdit ediliyordu. Bingölün avukatı, "Hayatımda böyle bir durumla karşılaşmadım," diyordu.
Yusuf Bingöl ülkeyi terk etme talimatının gereğini yerine getirmediğinden, yetkililer tarafından Türkiyeye sınır dışı edildi. Mevcut yeni yasalar altında ve yeni "Hartz IV" iş yasası reformlarına göre - Bingöl Almanyada 35 yıldır yaşıyor olmasına ve işsiz kalmasıyla ilgi hiçbir sorumluluğu bulunmamasına rağmen - sınır dışı etme uygulaması bütünüyle yasal; tek neden ise devletten sosyal yardım almak için başvuruda bulunmuş olması.
Bir önceki Yabancılar Yasasının 46. maddesi, bir göçmenin "kendisi için, Almanyada oturan yakınları için veya ailesinden bakmakla yükümlü olduğu biri için devletten sosyal yardım başvurusu yapması durumunda" yetkililere bu kişiyi sınır dışı etme konusunda yetki tanıyordu.
Ne var ki bu yetki sadece çok ender olarak pratikte uygulanmıştı.
Esas olarak yabancıları korkutmak, ve onları baskı altına alarak düşük ücretli işlerde çalışmaya zorlamak için kullanılmıştı.
Bir yabancının, "ülkede kalması kamu güvenliğini ve düzeni bozuyor veya Alman Federal Cumhuriyetinin diğer önemli çıkarlarına zarar veriyorsa," sınır dışı edilebileceğine dair pasaj neredeyse kelimesi kelimesine yeni Yabancılar Yasanının 51. maddesinde de bulunmaktadır. Bu "çıkarlar," "bir yabancının kendisi, akrabaları veya diğer aile üyeleri için sosyal yardım talep ettiği," zaman "önemli ölçüde zarar görüyor."
Bu mantığa göre işsizlik nedeniyle sosyal yardım almak sosyal bir hak olarak değil, Orta Çağda olduğu gibi aslında devletin çıkarlarına ters düşen bir cömertlik olarak görülüyor. Bu türden sosyal yardım talep edenler kamu güvenliğini ve düzenini kasıtlı olarak bozmakla suçlanıyorlar.
Sollingenin Uyum ve Entegrasyon Şubesi Müdürü Anne Wehkamp, yetkililerin davranışının tamamen yasal olmasına rağmen, bu olayın bütünüyle ilgili olarak büyük bir rahatsızlık duyuyor. Wehkamp, "Eğer insanlar bizim aramızda bu derece uzun bir süre yaşamışlarsa, onlar da Alman vatandaşlarıyla aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olmalıdırlar," diyor.
Yusufun küçük kardeşi Kenan Bingöl şu anda uygulanmakta olan göçmen politikasının insanlık dışı saygısızlığı karşısında şoka uğramış durumda ve öfkesini şu şekilde dile getiriyor: "Neden sınır dışı edildiğini anlamıyoruz. Hayatında [herhangi bir suç nedeniyle] hiç hapis cezası almadı, çalıştı ve vergilerini ödedi, yıllarca devletten hiç yardım istemedi. Kardeşleri, yeğenleri ve kuzenleri ve 25 yaşındaki kızı burada yaşıyor. O Türkiyede tam bir yabancı."
Solingen yetkililerinin basın sözcüsü Achim Salzmann bu acımasız uygulamayı şu şekilde haklı gösterdi: "Yusuf Bingöl yasal süre içinde gerekli başvuruda bulunmadı ve gerekli delilleri sunmadı. Aynı zamanda avukatını ancak 7 Şubattan sonra devreye soktu." Buna ek olarak Düsseldorftaki idare mahkemesi Solingendeki Yabancılar Dairesi yetkililerinin tutumunu onayladı.
Salzmann sözlerine kinik bir tavırla şunları ekledi: "Eğer bir işi olduğunu belgelerse veya başka bir şahıs onun geçim masraflarını karşılamak için kefil olmayı kabul ederse, durumu yeniden gözden geçireceğiz, o zaman Yusuf Bingöl ülkeye tekrar giriş yapabilir." Gösterilen bu argüman sadece insanlar arasında ayrım yapmakla kalmıyor aynı zamanda Almanyada ve Avrupada yaşayan milyonlarca göçmen ve mülteci gerçeğini göz ardı ediyor.
Diğer bir deyişle yetkililer Bingölü geri almaya hazırlar - ancak ucuz emek gücü olarak kullanılabileceği ve herhangi bir sosyal hak talep etmekten uzak durduğu sürece.
Göçmen işçilere karşı ayrımcılık
1960larda Alman sanayisinin işgücü kıtlığından mustarip olduğu ve şirketlerin daha iyi ücretler vermeyi kabul etmek zorunda kaldıkları sırada, yetkililer İtalya, Yunanistan, Portekiz, Yugoslavya ve Türkiyeden "misafir işçiler" denilen işçileri işe alma politikasını uygulamaya koydular.
1971 yılına gelindiğinde, Almanyaya bu yolla 420.000 civarında Türkiyeli işçi gelmişti. 1973 yılının Kasım ayında, uluslararası ekonomik krizin zirvesine ulaştığı sırada, Şansölye Willy Brandtın (Sosyal Demokrat Parti) başında bulunduğu hükümet yabancı işçi alınımını durdurdu. Devlet dairelerinde yer almaya gelince, göçmenlerin Almanların gerisinde yer alması bugün de geçerliliğini koruyan bir durum. Bu iş kanunu temelinde iş verilirken yapılan ayrım bununla bitmiyordu, aynı zamanda bir göçmen işçinin sosyal yardım alma durumunda da geçerliydi. Göçmenler, emeklilik maaşı, işsizlik parası alabilmek ve sağlık sigortasından faydalanabilmek için de yıllarca mücadele etmek zorunda kaldılar.
Ayrıca çalışma izninin onaylanması konusunda sürekli yeni kısıtlamalar ve zorluklar getirildi. Örneğin, Helmut Kohlun Hıristiyan Demokrat hükümeti tarafından uygulamaya konan "aile birleşme yasası" sonucu Almanyaya gelen aile ferdi beş yıl boyunca Almanyada çalışma iznine sahip olamıyordu.
Aileleri birleştirme yasası uluslararası bir hak olmasına rağmen, bu hak Almanyada yaşayan göçmen işçilerin eşlerini veya çocuklarını yanlarına getirmeyi engellemek için çiğneniyordu. Bu haksız uygulama aynı şekilde mültecilere de yapılmakta. Onların bugüne dek çalışma izni olmadığı gibi, kendilerine verilen sosyal yardım genelde ödenenden % 30 daha az.
Bu tür haksız ayrımcı uygulamalar bilinçli bir şekilde kullanılarak göçmen işçi ve mültecileri Almanyadaki yüksek işsizlikten sorumlu tutmaya çalışarak "günah keçisi" olarak suçlandılar.
İşin aslına bakıldığında ekonomik krizden ve küreselleşmeden olumsuz ilk etkilenenler alman pasaportu olmayanlardı. 80li yılların sonuna doğru ve 90lı yıllardan itibaren daha hızlı bir şekilde sanayi üretiminin büyük bir bölümü rasyonalize edildiğinde ve Almanyadan diğer ülkelere taşındığında, ücretleri düşürmek ve çalışma süresini uzatmak için işçiler birbirlerine düşürüldüğünde ilk işten atılanlar göçmen işçiler oldular. Özellikle halkın bu kesimi bu gün yüksek derecede işsizlik ve yoksulluktan etkilenmekte.
Günlük Evrensel gazetesi ile yaptığı bir söyleşide Türk Araştırma Merkezinin başkanı Faruk Şen Almanyadaki Türk göçmenlerin içinde bulundukları toplumsal durumu şöyle anlatmakta:
"2005in başlarında Almanya genelinde ortalama işsizlik oranı yüzde 12yken Türkler arasında yüzde 31di. Türk asıllı işsiz insanlar arasında üçte biri, bir yıldan fazla süreyle iş aramakta olan uzun dönemli işsizlerden oluşuyor. Rakamla ifade edildiğinde 216.000 civarında Türk göçmen işsizlik yardımı alıyor. Bir ailenin dört kişiden oluştuğunu varsayarsak, bu yaklaşık olarak 864.000 kişinin düşürülmüş işsizlik yardımıyla yaşamak durumda olduğunu gösterir...
"Buna ek olarak, ayda ortalama 526 euro tutarında maaş alan 215.000 emekli Türkiyeli göçmen var. Kural olarak bu gelirin iki kişinin harcamalarını karşılaması gerekir, ama bu gelirle 430.000 civarında emekli maaşına bağımlı insanı yoksulluk sınırının altında yaşamak durumda kalıyor. Bu rakamlar toplandığında, şu anda Almanyada yaşayan 1 milyona yakın Türk asıllı insanın yoksulluk sınırının altında yaşadıkları görülüyor..."
Federal hükümetin yeni yayınladığı Zenginlik ve Yoksulluk raporunda, göçmenlerin hane geliri ortalama gelirin yüzde 60ından daha az olduğu için, dört göçmenden birinin yoksul sayılması gerektiğini ortaya çıkardı. Bu oran 1998 ile 2004 yılları arasında yüzde 19,6dan yüzde 24e çıktı. 615.000den fazla göçmen sosyal yardıma muhtaç durumda. Bu veri göçmenlerde sosyal yardım alma oranının yüzde 8,4 olduğunu göstermekte. Bu, Almanlardaki oranın yaklaşık olarak üç katı.
Göçmen ailelerin çocuklarının ve gençlerinin eğitim şanslarına bakıldığında da ne kadar dezavantajlı durumda oldukları görünmekte. 2002 yılında göçmen ailelerinin çocuklarının beşte biri diploma almadan okulu terk etmiş, Alman gençlerde ise bu rakam "sadece" onda biri. Durum, bırakın üniversiteye girmeyi, meslek eğitimi için yer bulmada çok farklı değil. Son yıllarda göçmen gençlerin meslek eğitimi için yer bulma şansları daha da zorlaştı. 1994 ve 2002 yılları arasında onların meslek eğitimi görme oranı bütün öbür meslek eğitimi görenlerle karşılaştırıldığında yüzde 10dan, 2004 yılında yüzde 5,1 e düşmüş durumda. Bugün göçmen gençlerin sadece üçte biri meslek eğitimini bitirme şansına sahip.
Eğitim ve meslek eğitimine girebilmekte var olan eşitsizlik direkt bir şekilde yoksulluk riskiyle doğrudan bağlantılı. Sosyal yardım alan göçmenlerin yüzde 60ı herhangi bir mesleki eğitim görmemiş insanlardan oluşuyor. İş piyasasında artan esneklik ve deregülasyon [kuralsızlaştırma - ç.n.] özellikle göçmenleri ve mültecileri vuruyor. Göçmenler genellikle sadece geçici bir iş edinebiliyorlar ve çalışma ile işsizlik arasında gidip geliyorlar, geçimlerini kıt kanaat sağlayabiliyorlar. Hartz IV çalışma yasasının uygulamaya konmasıyla birlikte, şimdi ya doğrudan dilenci konumuna düşmek ya da çok düşük ücretli işlerde çalışmaya zorlanmak olasılığıyla karşı karşıyalar.
Almanyanın işsiz kalan ve sosyal yardım almak için başvuruda bulunan göçmenleri basitçe sınır dışı etmeyi olanaklı kılan baskıcı göçmen yasası, yabancı işçilerin gözlerini korkutmak ve onları bastırmak için egemen sınıfın elinde tuttuğu en etkili silah. Solingendeki Yabancılar Dairesinin Yusuf Bingölü sınır dışı ederek bu silahı kullanmış olması ne bir kereye mahsus bir vaka ne de bir tesadüfi durumdur. Göçmenlerin ve mültecilerin sahip oldukları hakların sistematik bir biçimde tahrip edilmesi bütün çalışan halkın sosyal ve demokratik haklarına yapılacak saldırıların hazırlanmasına hizmet etmektedir.
Almanyada işçi sınıfının kendi haklarını savunabilmesi aynı zamanda Almanya ve bütün Avrupada yaşayan milyonlarca göçmen işçilerin ve mültecileri savunma sorumluluğunu üstlenmesinden geçer.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|