World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

 

DSWS : WSWS/TR : Sanat eleştirisi

Michael Moore’un katkısı

David Walsh
30 Haziran 2004

Fahrenhayt 9-11, senaryo yazarı ve yönetmen Michael Moore

Michael Moore’un Fahrenhayt 9-11filminin vizyona girmesi ABD’de çok sayıda insana, Irak savaşına karşı çıkışları ile Bush yönetiminin politikalarına, siyasi düzene ve düzen medyasına karşı duydukları genel tiksintiyi sergileme olanağını sağladı. Filmi, gösterime girdiği ilk haftanın sonunda, üç milyondan fazla insan izlemişti ve genel olarak söylendiğine göre izleyicilerin büyük çoğunluğu filmin verdiği mesajı onaylıyordu.

Moore’un filminin Kuzey Amerika’da vizyona girişi önceden hazırlanıp sahneye koyulan bir olay değil gerçek bir siyasi olay oldu. Bu bizatihi resmi siyasi yaşamın on yıllardır tam anlamıyla senaryosu önceden yazıldığı ve en dar kanallarda aktığı bir ülkede ender olarak görülen bir durum.

Birden bire birçok insan için bir film bileti almak, muhalif olduğunu aleni olarak ifade etmenin bir aracı haline geldi. Resmi söylencenin aksine, ABD’de milyonlarca insanın hükümetlerinin izlediği politikalara hararetle karşı oldukları ortaya çıktı.

Bu küçük bir olay değil.Fahrenhayt 9-11’e verilen tepki Amerikan medyası ve onun önde gelen şahsiyetlerinin gerçek yüzlerini ortaya çıkarttı. Bilet gişeleri önünde biriken muazzam kalabalıklar – kurgusal olmayan bir filim için benzeri görülmemiş bir durum – "savaş dönemi başkanı"nın ve rejiminin çok popüler olduğuna dair iddiaların yalan olduğunu gösteriyor. Abraham Lincoln haklıydı – bütün insanları her zaman için aldatamazsınız.

Nasıl oldu da medya, savaşa karşı kitlesel bir muhalefet olduğu gerçeğini "fark edemedi"? Moore’un gişe rekoru kıran filmi bu durumu açıkça ortaya koyuncaya dek, 2003 yılının Şubat ayında yapılan dev gösterilerden sonra bile, bu gerçek neden inkar edildi ve gizlendi? "Liberal" medya da dahil olmak üzere, bütün medya nasıl oldu da Bush’un söylediği her sözle ve her davranışıyla büyük şirketlerin oluşturduğu seçkin tabakasına hizmet eden solda sıfır bir gerici, bir ahlak fukarası olduğunu "gözden kaçırdı".

Bu kitlesel taşma ABD’de çok kapsamlı sonuçlar doğuracak olan bir radikalleşmenin yaşanmakta olduğunu teyit ediyor.

Ve sinemalara akan milyonlar elleri boş dönmediler, aldatılmadılar. Fahrenhayt 9-11takdir edilmesi gereken, bazı bölümleri olağanüstü olan ve büyük, yürekten bir samimiyetle yapılmış bir film. Moore, sezgi, enerji ve cesaret sahibi yetenekli bir yapımcı.

Filmin zayıflıklarını –filmde aynı zamanda kimi gerçek ve önemli eksiklikler de mevcut - ele alırken bile bu zayıflıkları belirli bir bağlam içinde ele almak gerekiyor. Mesela, Fahrenhayt 9-11çok şeyden söz etmeye çalıştığı, çok konuya dokunup geçtiği ve bunların hiçbirini yeterince derin bir biçimde ele alamadığı için bütünüyle Moore’u suçlayabilir miyiz? Kaldı ki ABD medyası sahip olduğu muazzam kaynaklarla ve teknolojiyle olayları yok denebilecek bir samimiyetle ele alınca, ortada Moore’un tek başına doldurmak istediği bu kadar delik olması kaçınılmaz değil mi? Eğer resmi haber medyası bir şeyleri incelemiş ve açığa çıkartmış olsaydı, Moore her şeyi birden ele alma ihtiyacı duyar mıydı?

Sağcı eleştirmenler Moore’a "bencil" olduğu ve "kendini dev aynasında gördüğü"nü öne sürerek saldırıyorlar. Bu geri kafalılar, o kadar çok kişinin gözünün korktuğu veya satın alındığı bir ortamda bu film yapımcısının güç sahibi olanlara saldırma cüretini göstermesi karşısında hırslarını alamıyorlar. Moore’un aldığı tutum, geniş toplumsal kesimlerin bastırılmış olduğu ve kendisini ifade etme fırsatı bulamadığı geçeğinin gözler önüne serilmesine yardımcı oldu.

Amerikan entelejansiyasının özellikle gazeteci kanadı büyük ölçüde rüşvet ve yozlaşma lağımına batmış durumda. ABD medyası son yıllarda kendisine temel misyon olarak gerçeklerin üstünü örtmeyi biçti, yaratıcılığını büyük ölçüde halkın, hükümet ve toplum hakkındaki gerçekleri fark etmesini engellemenin yollarını bulmaya adadı.

Düşünün ki, on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan ve daha henüz yarattığı bütün sonuçlar bilinmeyen ve potansiyel olarak felaketli yan etkiler yaratabilecek olan, düpedüz saldırı amaçlı bir savaş uluorta yalanlar ile başlatılıyor ve Amerikan medyasından buna karşı tek bir önemli ses çıkmıyor – bu, medya patronlarının ve onların emrinde çalışan milyonlarca dolarlık üst düzey sunucunun ve köşe yazarının hesap vermesini gerektiren bir suç.

Ve hatta Moore’un, Demokratik Parti’den kopmayı kabul etmeme, popülist eğilimlere sahip olma, bir birey olarak Bush’la ilgili saplantılı oluşu gibi kimi siyasi açıdan sorunlu yanlarını bile belirli bir bağlamda ele almak gerekiyor. Son yıllarda ABD’deki liberal-sol çevrenin büyük bir bölümü havlu attı, ceplerini doldurmaya yöneldi, sağa kaydı ve halkın geniş kesimlerinin kaderi konusunda gittikçe artan bir kayıtsızlık içine girdi. Bu anlamda, Moore tek başına kalmış, yalıtılmış bir figür konumunda. Moore ezilenlerin içinde bulundukları kötü koşullar karşısında duygulanıyor ve bu insanlara karşı samimi bir sempati besliyor.

2000 seçimleri ve sonrası

Roger ve Ben(Roger & Me), Benim Cici Silahım(Bowling for Columbine) filmlerinin de yönetmeni olan Moore’un filmi tanıtım yazılarından hemen önce yer alan, 2000 seçimlerinin Bush yanlıları tarafından çalınması ve Demokratik parti adayı Al Gore ve partisinin bu hırsızlığa karşı direnmeyi reddetmesini anlatan bir sahneyle açılıyor. Yapılan protesto gösterilerine karşın Bush resmi olarak göreve başlar ve hemen arkasından tatile çıkar.

Yeni yönetimde yer alan yetkililerin halka karşı takındıkları yüz ifadesini gösteren bir kaç sahneden sonra, ekran kararıyor ve 11 Eylül 2001 tarihinde yapılan terörist saldırısının seslerini duyuyoruz, ardından caddede olayları izleyenlerin dehşet içindeki yüzlerini görüyoruz. Bunu George W. Bush’u gösteren olağanüstü bir bölüm izliyor. Amerika Birleşik Devletleri başkanı Dünya Ticaret Merkezi’ne karşı yapılan ikinci intihar saldırısının haberi kendisine verildikten sonra, yedi dakika süreyle, ne yapacağını bilmeyen bir insan edasıyla, bir sınıfta oturup bir çocuk kitabı okumaya devam ediyor.

Moore, doğru bir biçimde, Bush yönetiminin 11 Eylül’ün hemen ardından, öyle bir bağlantı olmamasına ve Irak’ın ABD’ye hiçbir zaman saldırmamış olmasına rağmen, kasıtlı olarak halkın belleğinde Saddam Hüseyin’in rejiminin terörist saldırıda parmağı bulunduğu yönünde bir izlenim bırakmaya çalıştığını açıklıyor.

Daha sonra filmin geniş bir bölümünde Bush ailesi ile Suudi egemen seçkini arasındaki çok yönlü bağlantılar ele alınıyor. Bu bağlantılar gerçek ve önemli ve ABD dış politikasının maddi çıkarlar – petrol, kâr ve açgözlülük – tarafından yönlendirildiğini öne sürmek, Irak’a "özgürlük" ve Orta Doğu’ya "demokrasi" getirme saçmalıklarına karşı genel hatlarıyla elbette ki sağlıklı bir panzehirdir – ancak Moore filmdeki en önemli hatasını da tam da bu noktada yapıyor.

Fahrenhayt 9-11 esasen Suudileri, Bush yönetimini asıl olarak yönlendiren ve hatta kontrol eden güç olarak resmediyor. Ancak bu son derece yanlış bir düşünce. "Zengin Arapların" Amerika’yı ele geçirdiklerini ya da ülke üzerinde kabul edilemez bir nüfuza sahip olduklarını öne sürmek ABD halkının siyasi-kültürel bilincinin yükselmesine yardımcı olmayacaktır. Amerikan emperyalizmi acımasız, suça bulaşmış ve vahşidir. Suudi monarşisi, ne kadar muazzam bir servete sahip olursa olsun bağımsız bir aktör değil ABD çıkarlarının bekçisi ve kuklasıdır.

Yönetmen burada daha derin bir çözümlemeye girmek yerine basit açıklamanın cazibesine kapılarak en kolay yolu seçiyor. BuFahrenhayt 9-11’de yer alan bu türdeki tek kolaycı kestirme yol değil.

Moore, 11 Eylül saldırılarının arka planına ilişkin olarak, Taleban yetkililerinin bir boru hattı anlaşması imzalamak amacıyla ABD’ye yaptıkları bir ziyaretten anlamlı görüntüler de içeren kendi versiyonunu sunduktan sonra, son derece açık sözlü bir biçimde Bush yönetiminin New York ve Washington’da yaşanan trajik ölümleri kendi fesat siyasi amaçları için kullandığını gözler önüne sermeye yöneliyor.

Kongre’den geçen ABD Yurtseverlik Yasası aşırı sağcı güçler ve polis tarafından uzun zamandır arzulanan bir çok baskıcı önlemi hayata geçirdi. Demokrat Parti Temsilciler Meclisi Üyesi Jim McDermott (Washington) 11 Eylül’ün "bir şeyler yapma şansı"nı verdiğine ve Bush yönetiminin bunu Kongre’deki Demokratların tam boy katılımıyla sonuna kadar kullanarak demokratik haklara yönelik eşi görülmemiş bir saldırı geçekleştirdiğine işaret ediyor. Moore, yasalara tam anlamıyla uyan insanlara karşı FBI tarafından geçekleştirilen kimisi daha akıl almaz olan faaliyetleri de detaylı olarak gösteriyor.

Fahrenhayt 9-11,2003 yılının Mart ayında Irak’a karşı başlatılan saldırı savaşının sonuçlarını çarpıcı bir biçimde resmediyor: küçük Irak’lı çocukların cesetleri (Donald Rumsfeld’in katlanılması mümkün olmayan "bu savaşı yürütürken gösterdiğimiz dikkat ve insaniyet" sözleri ile yan yana), mahvolmuş aileler, gecenin bir vaktinde ABD askerileri tarafından basılan bir evde dehşet içindeki kadınlar ve çocuklar. Film, Bush yönetiminin kitle imha silahları ve varolduğu iddia edilen Irak/El-Kaide bağlantısı hakkında tekrarlayıp durduğu yalanları veciz bir biçimde gözler önüne seriyor. Ayrıca Demokratik Parti önderliğini savaşa destek vermekle ve Amerikan medyasını hükümetin yalanlarını eleştirmeden ya da sorgulamadan yayınlamakla suçluyor.

Kuşkusuz ki filmin en güçlü bölümleri Moore’un doğup büyüdüğü yer olan Michigan’ın Flint kasabasında çekilen sahneler. Yönetmen burada en iyi bildiği şeye geri dönüyor. Film, burada değişik bir havaya bürünüyor ve bir çok orta-sınıfa özgü "sol" yorumların üzerine çıkıyor. Burada, önemli toplumsal ve sınıfsal sorunlar keskin ve ikna edici bir şekilde su yüzüne çıkıyor.

Bir zamanlar binlerce kişiye iş sağlayan dev General Motors şirketinin bulunduğu Flint’te şu anda işsizlik oranının yüzde 50 olduğunu öğreniyoruz. Bir genç, bombalanan Irak şehrinin televizyondaki görüntülerinin kendi semtini anımsattığını söylüyor. Derme-çatma evlerin ve harap olmuş, yoksulluğa batmış semtin görüntüleri genci haklı çıkartıyor.

Fahrenhayt 9-11, ABD ordusuna "gönüllü" olarak katılanların, aslında eğitim görmek ya da bir iş öğrenmek umuduyla yaşamlarını riske atacak kadar kendisini çaresiz durumda hisseden, ekonomik zorluk nedeniyle orduya katılan askerler olduklarını kanıtlıyor. Moore, bir grup siyahi gence kaçının orduda bir yakını olduğunu soruyor. Neredeyse herkes elini kaldırıyor.

Filmin en bilinmedik bilgiler veren sahnelerinden birinde, asker adayı bulmakla görevli iki deniz kuvvetleri görevlisi, semtin yoksul bölümündeki bir alışveriş merkezinde, askere gitme niyetlilerini veya en azından ismini ve adresini vermeleri için kandırabilecekleri birilerini bulabilmek amacıyla sinsi bir av operasyonu gerçekleştiriyorlar.

Moore, Irak’a gönderilen askerlerin moral ve zihinsel durumlarını da ele alıyor. Ortaya çıkarttığı tablo epeyce karışık: ABD’li askerlerin Irak’lı sivillere karşı terör saçtığını, tutuklulara eziyet ettiklerini ve aşağıladıklarını ve psikopatça davranışlar sergilediklerini görüyoruz (bir ABD’li asker bir baskın sırasında heavy metal dinlediği zaman bunun "Mükemmel bir hücum" haline geldiğini söylüyor); bütün bunlar vahşi ve vahşet doğuran sömürgeci savaşın kaçınılmaz sonuçları. Filmde ayrıca kendi konumları ve kendi yaptıkları üzerinde derinlemesine düşünenleri, suçluluk ve utanç duyanları da görüyoruz. Bir genç asker kameraya şunları söylüyor: "Başka birisinin yaşamını alırken kendi ruhunun bir kısmı yok oluyor." Bir diğeri "Rumsfeld burada olsaydı ondan istifa etmesini isterdim" diyor.

Washington’daki Walter Reed tıp merkezindeki, çoğu çocuk yaşta olan, kolsuz, bacaksız Amerikalı Irak savaşı gazilerinin dehşet verici görüntüleri, Bush’un gürleyen alkışlar ve kahkahalar eşliğinde kendisine maddi destek sağlayan zenginlere hitaben "Bu zengin olanların ve daha zengin olanların toplantısı. Kimileri sizlere seçkin diyor, fakat ben sizlere tabanım diyorum" dediği görüntüler tarafında kesiliyor.

Irak’taki savaştan doğacak olan kârlarla ilgili yapılan bir konferans, irili ufaklı şirketlerin çakallarını bir araya getiriyor. Katılanlara podyumdan "Elde edilecek milyarlarca ve milyarlarca dolar kâr söz konusu" diye hatırlatılıyor. Toplantıya katılanlardan biri savaşın "iş dünyası için iyi, insanlar için kötü" olduğunu gözlemliyor.

Fahrenhayt 9-11 yürek burkan bir gerçeği yakalıyor. Flint’in ekonomik durumunu araştırırken Moore, bir iş-eğitimi ve işçi yetiştirme şirketi olan Career Alliance’da çalışan Lila Lipscomb ile bir görüşme yapıyor. Kendisini "muhafazakar bir Demokrat" olarak adlandıran ve evine bayrak asan bir yurtsever olan Lipscomb’un Irak’taki orduda bir oğlu var. Onu ilk gördüğümüzde Lipscomb savaşı tamamen destekliyor.

Lipscomb ile tekrar karşılaştığımızda trajedi geçekleşmiş durumdadır. Lipscomb’un oğlu, Irak’taki bir harekat sırasında öldürülmüştür. Lipscomb cesur ve dürüst bir tavır alarak hükümetin ülkeyi savaşa sahtekarlığa başvurarak soktuğunu fark etmeye başlar, daha önceleri düşünmeden benimsediği vatanseverliğini ve ülke yönetimine duyduğu güveni gözden geçirmeye başlar. Beyaz Saray’ın önünde, Moore’u, Lipscomb’la Irak’lı bir kadın protestocuyu önceden planlayarak bir araya getirmekle suçlayan bir savaş yanlısı ile tartışmaya girer.

Son sahnede Lipscomb oğlunun savaşı yeren son mektubunu okur, "Bush’un derdi nedir, babası gibi mi olmaya çalışıyor?...Bu adamı gerçekten de yeniden seçmemelerini diliyorum." Lipscomb’un kocası kafası karmakarışık bir şekilde soruyor, " [Oğlum] Ne uğruna öldü? Ne uğruna?" Bu sahne izleyiciyi derinden etkiliyor.

Filmin bitiminde Moore arka planda yer alan sesiyle işçi ailelerinin sadece zenginlerin çıkarına olan bir savaşta yer aldıklarını bir kez daha belirterek toplumsal sorunlara güçlü bir şekilde geri dönüyor. Sözlerini Britanyalı solcu yazar George Orwell’den aktardığı şu pasajla bitiriyor: "Savaş kazanmak amacıyla yapılmaz, aksine savaşın sürekli olması istenir… Toplumdaki hiyerarşinin sürmesi ancak yoksulluk ve cehalet temeli üzerinde sağlanabilir. Savaş başlatma çabası her zaman için, asıl olarak, toplumu açlığın eşiğinde tutmak için planlanır. Savaş, egemen grup tarafından kendi vatandaşlarına karşı yürütülür ve bu savaşın amacı zafer kazanmak değildir … aksine toplumun mevcut yapısını sağlam tutmaktır."

Kısacası, Fahrenhayt 9-11- bu sözcükler kullanılmasa da – kapitalist sistemin ve bu sistemin emperyalist savaşlar yoluyla toplumsal gerilimleri bir ölçüde denetleme biçiminin sert bir biçimde eleştirerek sona eriyor. Geniş kitlelerce izlenen bir film için – aslında günümüzde çekilen herhangi bir film için - bu olağandışı bir malzeme. Şu sıralarda, filmin yurtiçi gişe gelirinin 100 milyon dolara ulaşacağından söz ediliyor ve bu ABD’de filmi 15 milyon kişinin ya da 14 yaşın üzerindeki her 15 kişiden 1’inin izleyeceği anlamına geliyor. Bazı deliye dönmüş sağcıların filmi gösteren sinemaların abluka altına alınması çağrısı yapmalarına şaşmamak gerekir.

Moore’un filmi Amerika’da yeşermekte olan toplumsal öfkeyi dile getiriyor ve film ancak -belki de Moore’un kendisinin savunmayacağı bir tarzda da olsa- siyasi bir ifadeye kavuşması gereken bu öfkenin derinleşmesine hizmet edebilir.

Sanat ve siyaset

Michael Moore kendisiyle yapılan görüşmelerde tekrar tekrar kendisinin öncelikle bir sanatçı ve film yapımcısı olduğunu vurguluyor. Bu genellikle samimiyetsiz ve kaçamak bir cevap olarak yorumlanıyor. Belki de bu bir yanıyla mevcut seçim kampanyasında, partizan bir konum almakla suçlanmaktan kurtulma ve bu şekilde filmiyle geniş izleyici kitlelerine ulaşma şansını tehlikeye atmama çabasından kaynaklanıyordur, ancak belgesel film yapımcısı burada bilerek ya da bilmeyerek önemli bir konuya parmak basıyor.

Bir siyasetçi ve eleştirmen olarak Moore korkunç tutarsızlıklar sergiliyor. Örneğin, Moore keskin bir dille Demokratları omurgasız olmakla suçlamak ile partinin geleneksel taraftarlarına partiyi "geri alma" çağrıları yapmak arasında gidip geliyor. Sırbistan’a gerçekleştirdikleri acımasız saldırıda NATO kuvvetlerinin komutanı olan eski ordu generali Wesley Clark’a bu yılın başlarındaki Demokrat Parti başkanlık adayı seçilmesi için verdiği destek tamamen içler acısı bir durum idi – bunlar Moore’un en zayıf, en pragmatik ve en düşüncesizce davrandığı anlar.

Buna karşılık dürüst bir sanatçı olarak Moore siyasi bilincinin sınırlarının ötesine geçmek zorunda kalıyor. İmgesel bir çalışma yapmanın böyle bir üstünlüğü var. Bu Demokrat Parti önderliğine destek olan ya da onları rahatlatan bir film değil. Moore geçtiğimiz dört yılın tarihini detaylı bir biçimde inceleyerek, Demokratların, aslında egemen seçkinin üzerinde konsensüse vardığı, ABD’nin küresel egemenliğini kurmayı amaçlayan iki parti stratejisinin büyük ölçüde suç ortağı olduklarını gözler önüne seriyor.

Moore, Flint ve benzeri toplulukları dürüstçe ele aldığında mevcut ekonomik ve toplumsal düzende Amerikan işçi sınıfı gençliği için bir gelecek olmadığını kabul etmek ya da ima etmek zorunda kalıyor. Bunun ötesinde, Moore emperyalist savaşın, yoksulluğu savaşa gidecek insan gücü olarak kullanırken aynı anda ülkedeki sınıf mücadelesini bastırmak için bir emniyet supabı görevi gördüğünü ikna edici bir şekilde iddia ediyor. Bu yaklaşımın içinde saklı olan anlam devrimcidir.

Elbette sanatçı, samimi bir sanatçı bile olsa, doğrudan siyasi ve tarihi konuları ele alan çalışma yaratırken kendi sınırlarını tamamen aşamaz. Çözümlenmemiş sorunlar ister istemez sanatsal ürünü de etkileyecektir. Ve bu durum Moore’un filmi için de geçerli.

Fahrenhayt 9-11’de, Flint’de geçen sahnelerinin ağırbaşlı ve itinalı yaklaşımı ile filmin kimi daha yüzeysel, rahatsız edici derecede şakacı, neredeyse liseli genç havasıyla çekilmiş olan sahneleri arasında bir gerilim var. Filmde Amerikalı emekçi halk kesimlerine karşı duyulan derin sempati ile Amerika’nın iki büyük sermaye partisinden biri olan Demokratların sefil "liberal" kanadına doğru gösterilen oportünist yöneliş arasında bir gerilim var. Filmde ulusal ve etnik şovenizmin bütün biçimlerine düşman olan sosyalist inançlar ile üzeri ince bir nahif önyargı tabakası ile kaplanmış popülist Amerikan demagojisi arasında bir gerilim var.

Yöntemsel ve estetik açıdan bakıldığında,Fahrenhayt 9-11’ın sorunlarından biri filmin başlaması gereken yerde bitiyor olması. Filmin en etkileyici sahneleri Suudi Arabistan ve Bush ailesinin serveti üzerinde abartılı bir biçimde odaklanılmış olanlar değil Amerika’da, Michigan’da geçen sahneler. Irak’ta yaşanan vahşet esas olarak Bush’un kişisel hırsının ve aptallığının – her ne kadar kendisi öyle olsa da – bir ürünü değil; bu vahşet bir bütün olarak Amerikan toplumunun toplumsal çelişkilerini ifade ediyor.

Sonuçta, Moore’un filminde eksik olan şey, Irak savaşı gibi korkunç bir sonuca yol açabilen bir toplumun nasıl bir tür toplum olduğunun daha ciddi ve tutarlı bir tahlilinin yapılmıyor olmasıdır. Gerektiği anlarda ortaya çıkan, emperyalist istila için yalanlar söyleyen ve gerekçeler bulan siyasi kadro ikinci derecede önemlidir. Bush, Gore ya da John Kerry – ABD’nin küresel egemenliğini kurma yönelişi sürecektir. Bush’u kişisel olarak şeytan gibi göstermek, kritik soruya cevap vermekten kaçmanın bir aracı haline gelebilir: Amerikan kapitalizminin tarihsel ve sistematik olarak iflası - Moore’un filmi bunun ipucunu verecek kadar dürüst bir film.

Film yapımcısının ikilemi sadece kendisine ait olan bir ikilem değil. Moore, 1970 ve 80’lerde ABD’nin her yerinde benzerleri yaşanan Flint’teki işçi sınıfı nüfusunun yaşadığı acı deneyimlere tanık oldu: toplu işten çıkarmalar, işçilerin sendikalar tarafından kaderlerine terk edilmesi, bunun yarattığı yıkıcı ekonomik, toplumsal ve ahlâki sonuçlar. Bu deneyimin sınırları ile Moore’un kendi sınırlılığı, Amerikan işçi sınıfının karşı karşıya olduğu, sendikaların karakterini, Demokrat Parti’nin doğasını, liberalizmin tarihsel rolünü de içeren çözülmemiş siyasi sorunlarla yakından ilişkili.

Moore bundan sonra ne yapabilir? Bizim görüşümüze göre, onun bir sanatçı olarak bundan sonraki evrimi kendi düşünsel ve siyasi gelişimine bağlı olacak. Bu ilk aşamada, Moore’un temelde sahip olduğu sosyalist inançlarını kendisine itiraf etmesi anlamına gelecektir. Eğer Moore kendisini tekrar etmek ya da daha kötüsü, geriye düşüp, kendi çalışmalarının, inançlarına karşı kullanılmasını istemiyorsa, Amerikan kapitalizminin açık sözlü ve esaslı bir eleştirisine yönelmek zorunda.

Belli ki, Moore filmi çekmeden önce çok şey okumuş ve epeyce kafa yormuş. Ve Moore bu temel üzerinde, bu filmle birlikte çok önemli bir gelişme kaydetti. Çok önemli bir yol aldı. Umarız ki kendisi düşünceleri ile sanatı arasındaki gerilimi çözümleyebilir.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır