World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Sanat eleştirisi

Doğu Almanya’nın yıkılışının duygusal bir portresi

Richard Tyler
10 Şubat 2004

Bir Wolfgang Becker filmi - "Elveda Lenin"

Elveda Lenin, komedi ile trajediyi, hayal kırıklığı ile sevinci, umutsuzluk ile umudu başarılı bir biçimde birleştiriyor. Berlin Duvarı’nın çöküşü sırasında geçen film, (hızla yok olan) Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin (DAC –Doğu Almanya) lisanından ve adetlerinden çok sayıda mizahi durum çıkartıyor. Bununla birlikte, filmin aslı ebeveynlerle çocukları birbirine bağlayan kuvvetli sevgi bağı –ve bu film özelinde bakıldığında ölmekte olan annesine oğlunun duyduğu sevgi- hakkındaki bir öykü.

Öykü, 1989 Kasımında, Berlin Duvarı’nın yıkılışını izleyen yılda başlıyor. 20 yaşındaki Alexander Kerner, ailesinin Doğu Berlin’deki mütevazı dairesinin bir odasında, DAC’yi (yeniden)inşa eder.

Alexander’ın annesi sekiz ay önce bir kalp krizi geçirmiş ve 1989-1990’nın çalkantılı olaylarından haberi olmadan hastanedeki yatağında komada yatmaktadır. Kadın olaylardan habersiz yatmaktayken, bütün bir ömrü boyunca tanıdığı ülke, Batı Almanya tarafından yutulmaktadır.

Kadın bilincine yeniden kavuştuğunda, hastalığa konulan teşhis karamsardır. Doktor, kadının birkaç haftadan fazla yaşayacağına ihtimal vermez. Alex’e, annesinin ölümüne yol açabileceğinden, onu heyecanlandıracak en küçük şeyden bile kaçınması gerektiğini bildirir. Alex, annesinin yok olmakta olan DAC ile ilgili gerçekleri bilmemesinin daha iyi olacağına karar verir. Fakat tüm kandırmacalarda olduğu gibi, süre uzadıkça kandırmacayı sürdürmek de daha zor hale gelir.

Filmde ana karakterler narin çizgilerle çizilmekteler. Birkaç film eleştirisinde, anne "katıksız komünist" olarak ya da daha doğru bir biçimde, Doğu Berlin’deki Stalinist rejimi şaşmaz bir sadakatle destekleyen birisi olarak resmedildi. Bunun gerçekle bir ilişkisi yok ve eğer durum böyle olsaydı, ne film bu derece eğlendirici olabilirdi, ne de seyircilerde böyle sempatik bir tepkiye yol açabilirdi.

Filmde Christiane Kerner, yani anne, rolünü oynayan Katrin Sass’la, Elveda Lenin web sitesinde [ http://www.good-bye-lenin.de] yapılan bir röportajda, Sass canlandırdığı karakterin "kesinlikle sadık bir yoldaş olmadığını" söylüyor. "Aksine, onu tam olarak bir yanda sosyalizme inanırken, diğer yandan sistemi kendi yöntemiyle eleştiren tavrıyla anlayabilirsiniz."

Daha sonraki bir sahnede, Christiane’in eski şefi onu "fazlasıyla idealist" biri olarak tanımlıyor – bu ifade genellikle DAC’de resmi parti çizgisinin zikzaklarını içine sindiremeyenler için kullanılırdı.

Christiane, kocasının 1970’lerde, Batıya kaçtığı ortaya çıkınca derin bir depresyona girer. Filmde, daha sonra, geriye dönerek o dönemi yansıtan bir sahnede, Alex annesini hastanede ziyaret eder. Çocuk konuşmayan annesine "Geri dön anne, seni özlüyoruz" diye yalvarır.

Annesi depresyondan kurtulup eve döndükten sonra, Alex (sinema perdesinde görünmeden arka planda yer alan sesiyle) artık babası hakkında hiç konuşmadıklarını hatırlar. Alex, fark edilebilir bir ironi ile annesinin şimdi "sosyalist anavatanımızla evlenmiş olduğunu" sözlerine ekler. "Bu bizim [Alex ve ablası Ariane] için daha fazla zaman ayırabileceği anlamına geliyordu." Christiane kendisini kendi çocuklarına ve "Öncüler"e (bir çocuk örgütü) adarken, diğer yandan da dostları ve iş arkadaşları için, kalitesiz Doğu Alman malları hakkında sivri dilli şikayet mektupları yazmaktadır.

Bu sahneden 1989 Ekimine ve DAC’nin 40. kuruluş yıldönümü kutlamak için Doğu Berlin’de yapılan törenlere geçilir. Christiane resmi kutlamalara davet edilmiştir ve "Gorbi’yi (Gorbaçov) görme fırsatını" kaçırmayacağını söyler. Alex, orada sadece aynı eski yüzlerin olacağını söyleyerek annesinin sözlerini hafife alan bir tavır sergiler. Annesi kızgın bir biçimde sert bir tepki verir: "Pekala, ne yapmak istiyorsun, sadece kaçıp gitmek mi?" – burada ima edilen yer Batıdır.

Alex, biraz tesadüfi bir biçimde, rejim karşıtı bir gösteriye katılır. Göstericiler "Gorbi", "Basın Özgürlüğü" ve "Şiddete hayır" diye bağırmaktadır. Christiane, törene giderken yolda Stasi’nin (gizli polis) göstericilerden bir kaçını dövdüğüne tanık olur. Etrafa bütünüyle şaşkın gözlerle bakarken "Durun!" diye bağırır. Alex’in bir polis tarafından götürüldüğünü görünce yere yıkılır.

Alex’in annesine – çok iyi niyetli bir biçimde - sergilemeye karar verdiği salon oyunu zaman içinde mizaha ve acıma duygusu uyandıran bir niteliğe dönüşür.

Eski yatağında yatmakta olan Christiane’in çevresi, çöplükten toplanmış işe yarar durumdaki Doğu Alman mobilyaları ile donatılır. Alex ve ablasının yaptıkları ilk iş, aynen diğer birçok Doğu Alman gibi, eski "eşyalarını" atmak ve bunların yerine daha önce bulunamayan - ve onların gözünde daha fazla çekiciliğe sahip olan - Batı Alman ürünlerini koymak olmuştu. Mobilyalarla birlikte, demode Doğu Alman giysileri de çöpe gitmişti. Fakat şimdi, annelerinin yatak odasına gidecekleri zaman, eski elbiselerini giymek zorundaydılar.

Bir gün, Christiane, Alex’den çok sevdiği Spreewald turşusundan almasını ister. Ne yazık ki, dükkanlar da ellerindeki Doğu Alman ürünlerini atmıştır. Alex, süpermarketleri dolaşırken, bulabildiği yalnızca kavanozlar ve kavanozlar dolusu Hollanda turşuları olur. Annesinin isteğini yerine getirebilmek için, Alex, kendi apartmanının önündeki çöplükte içini doldurarak Doğu Alman ürünüymüş gibi göstermek üzere, boş Spreewald turşu kavanozları aramaya girişir. Komşusu Bay Ganske onu çöpü karıştırırken görünce yakınır: "Bizi bu hale getirdiler!"

Filmde yer alan en komik unsurlardan biri, Alex’le yeni dostu ve iş arkadaşı Denis’in, Christiane’in tanık olduğu tedirgin edici olayları açıklayabilmek için sahte Doğu Alman TV yayınları yapmaları. Mesela, Christiane’in yakınlarındaki bir apartman bloğunun üzerinde dalgalanmakta olan devasa Coca-Cola pankartını görmesi gibi. Sahte TV yayınlarıAktuelle Kamera’nın resmi devlet haberlerinin tarzını ve dilini başarıyla taklit eder.

Alex ve Denis, yaptıkları sahte yayında – Doğu Almanya’da bulunmayan – Coca-Cola’nın formülünü DAC’den çaldığını itiraf ettiği yalanını uydururlar! Ancak annesi, yaptıkları vahim hatanın farkına varıp, "Coca-Cola savaştan önce keşfedilmemiş miydi?" diye sorunca, Alex, derhal konuyu değiştirmek zorunda kalır.

Film, bir dizi "Ossi" (argoda Doğu Almanlara verilen ad) şakasını basitçe ardı ardına sıralamak ve izleyiciyi kolayca kahkahaya boğmak yerine, Alex ve diğer karakterlerin kendi kurgusal DAC’lerini ayakta tutmaya çabalarken içine düştükleri açmazların ortaya çıkardığı mizahi durumlar üzerinden ilerliyor. It is also a strength of the movie that the humour is not all directed against the "Ossis." Filmdeki espirilerin sadece "Ossi"leri hedef almıyor oluşu da filmin gücünü arttırıyor. Filmde "Wesis" (Batı Almanlar) ve onların toplumu da belirli bir ölçüde mizahi eleştirinin konusu yapılıyor.

Alex’in ablası Ariane, Batı Berlin’deki bir hazır yiyecek restoran zincirinde çalışmak üzere üniversiteden ayrılır. Ariane bir diploma elde etmek için okumak yerine, artık sıcak bir şekilde gülümseyerek müşterileri şirketin standartlarına uygun bir biçimde uğurlamayı öğrenmektedir: "Burger King’i tercih ettiğiniz için teşekkürler!" Ariane bu cümleyi papağan gibi tekrarlamaktadır; siparişini aldığı kişinin uzun zamandır kayıp olan babası olduğunu fark ettiğinde bile.

Bu oyunu sürdürürken Alex şunu fark eder: "Annem için yarattığım DAC, daha çok olmasını istediğim DAC’ydi." Kendi apartman bloklarının dışında birden bire bu kadar çok sayıda Batı Alman’ın ortaya çıkmasını açıklayabilmek için Alex ve Denis yeni gelenleri – Batı’da neo-Nazi partilerin yükselişinden endişe duyarak – Doğu’ya sığınmaya çalışanlar olarak gösteren bir başka TV programı hazırlarlar.

Nihayet, Alex bu bilmeceli oyuna bir son vermeye ve kendi DAC versiyonunun sonunu "vakarla" kutlamaya karar verir.

Alex’in çocukluk yıllarının kahramanı, Sovyetler Birliği ile ortak bir uçuşta uzaya giden ilk Doğu Alman kozmonot olan Sigmund Jähn’dır. Alex, uzayda olduğunu hayal eder, dönüşüm geçirerek yukarından dünyaya doğru bakar – ulusal ayrımların ve özellikle "bizim küçük ülkemizi" korumaya çalışmanın abesliğini teşhir eder.

Bu, filmin en dokunaklı sahnelerinden birini hazırlar. Christiane ölüm döşeğinde yatmaktadır ve Alex onun can verişini kolaylaştırabilmek için son oyununu oynar – sahte bir yayında, DAC’nin başına getirilmiş gibi gösterdikleri Jähn, Doğu Alman yurttaşlarına şu şekilde seslenir: "Sosyalizm kendimizi duvarların içine kapatmak değil, dışarıya, başkalarına doğru yönelmektir. Bu nedenle, DAC’nin sınırlarını açıyorum. Gelenler, şayet kapitalizme, tüketimciliğe ve kıran kırana rekabete bir alternatif arıyorlarsa, burada kalabilirler."

Film Almanya’da çok tutuldu. En iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi oyuncu – Alex rolündeki Daniel Brühl – ödülleri de dahil olmak üzere, bu yılın Alman film ödüllerinin dokuzunu aldı. Film aynı zamanda iki halk ödülü de kazandı – 2003’ün en iyi Alman filmi ve yine Brühl’e en iyi oyuncu ödülü. Hem doğu, hem de batı Almanya’da kendisine büyük bir seyirci kitlesi bulan film, 6 milyonun üzerinde sinema izleyicisine gösterildi.

Filmin ulaştığı bu popülarite nasıl açıklanabilir?

Filmde olanlar yakın dönem Alman tarihinin en kargaşalı olaylarına dayanıyor olmasına karşın – ve bu durum komedinin büyük bir bölümü için vasıta işlevi görüyor – öykü esas olarak insani.

Filme gidenler, Alex’in karşı karşıya kaldığı ikilemi anlayabilirler – annesi tehlikeli bir hastalığın pençesindedir ve en ufak bir şoka maruz kalması durumunda ölecektir. Bu durumda, hangi çocuk annesine bakmak için elinden gelen her şeyi yapmaz ki? Christiane’in içinde bulunduğu kötü durumun yarattığı trajedi, Alex’in annesini korumak için geliştirdiği kandırmacadan doğan komedi üzerinde sürekli olarak delikler açar.

Bence Doğu Alman toplumunun filmdeki karakterler tarafından resmediliş şekli filmi daha da eğlenceli hale getiriyor. Bütünüyle "siyah-beyaz" – Batı iyi, Doğu kötü – değil.

Kuşkusuz ki film DAC ile alay ediyor, ancak Doğu Berlin’de Stalinist rejim altında yaşamış olanlar, bir dereceye kadar, çok yönlü kişilikler olarak gösteriliyor. Christiane, sosyalizme inanmaktadır – onun için sosyalizm küçük insanı savunmak, sıradan insanların, özellikle çocukların içinde bulundukları ortamı daha iyi hale getirmek anlamına gelmektedir – ancak Christiane bürokrasinin ahmak bir izleyicisi olmaktan uzaktır. Christiane’in eskiden çalıştığı okulun müdürü olan ve işini kaybettikten sonra bir alkolik haline gelen eski amiri, Alex’e şöyle der: "Biz hepimiz değerli insanlardık."

Alex, 20 yaşında olmanın kimi "tipik" özelliklerini göstermektedir. Bir yetişkin haline gelmenin belirsizlikleriyle, ilk gerçek aşkını bulma arayışı içinde yaşamın ona ne getireceğinden emin olmayan bir haldedir. İşin başında annesinin ideallerine bir tür kayıtsızlık içindedir ancak içinde yetiştiği ve şimdi yok olduğunu fark ettiği ülkenin, kendi versiyonunu tasarlarken, zaman içinde, annesinin ideallerini takdir etmeye başlar.

Perdede baş kahramanlar kadar uzun bir süreyle görünmeyen karakterler de filmi, öyküye kattıkları nüanslarla zenginleştiriyor. Sözgelimi, Alex ve Ariane’in, Batıya "kaçtığına" inandıkları babaları Robert. Alex, Christiane’in ölmekte olduğunu söylemek için babasını bulmaya gittiğinde, Robert’in Batı Berlin’deki refah içindeki evini görüyoruz. Alex, bu evde üvey kardeşlerini bir Doğu Alman çocuk TV programı olan ve çocukken Alex’in de sevdiği "The Sandman"i seyrederken bulur.

Hem yönetmen Wolfgang Becker, hem de yazar Bernd Lichtenberg Batı Almanya doğumlular. Doğu Almanya’da geçen hem komik hem de duygulu bir öyküyü, basit karikatürlere ya da hastalıklı melodrama başvurmadan şekillendirmiş oldukları için onları kutlamak gerekiyor.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır