World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Tarih : Vadim Z. Rogovin

Lev Trotskiy ve SSCB’de Marksizmin kaderi

Bu konferans Profesör Vadim Rogovin tarafından 3 Haziran 1996 tarihinde Avustralya’nın Sydney şehrindeki Macquire Üniversitesi’nde verildi.

25 Ağustos 2004

Bu konferansı düzenleyenlere bana bu güzel üniversitede konuşma olanağı verdikleri için minnettarım.

Bugün yirminci yüzyılın en seçkin şahsiyetlerinden biri hakkında konuşacağız. Onun bugün bile hâlâ çok farklı tepkilere neden olan düşüncelerini ve kişiliğini tartışacağız.

Her büyük devrim o ülkedeki ahlaki ve düşünsel iklimi değiştirir ve Lenin’in işaret ettiği gibi daha önce mümkün olması düşünülmeyen yeni yeteneklerin ve yeni güçlerin oluşumuna neden olur.

Ekim devriminin önde gelen şahsiyetleri içinde, yeteneklerinin ve becerilerinin çok yönlülüğüyle Rönesans çağının insanları ile rahatlıkla kıyaslanabilecek onlarca insanın ismini sayabilirim.

Bu insanlar 1919-21 yıllarında yaşanan İç Savaş sırasında Kızıl Orduyu yönetme ve eski Çarlık profesyonel subaylarının komutasındaki, ekipman ve malzeme desteği yabancı güçler tarafından sağlanan, Beyaz Orduları yenme becerisini gösterdiler.

Savaş sonrasında en yetkin ekonomi uzmanları oldular. Toplumsal yaşamın en çeşitli entelektüel ve kültürel alanları da dahil olmak üzere pek çok alanında öncü rolü oynadılar.

Ancak bu seçkin insanlar grubu içinde bile Trostkiy’in şahsiyeti hem gücüyle hem de yeteneklerinin çok yönlülüğüyle hepsinden çok daha fazla göze çarpıyordu.

Trotskiy, Kızıl Ordu’yu örgütleyen kişiydi ve bu ordunun bir çok zaferinin onuru ona aitti. Diplomasi alanında yabancı ülkelerin önderleriyle karşı karşıya geldiğinde muazzam bir yetenek sergiledi ve bu yeteneği nedeniyle de büyük saygı gördü. Trotskiy, Sovyet ekonomisinin bütün dallarını yönetebilen, hem de etkin bir biçimde yönetebilen biriydi.

O aynı zamanda büyük bir hatipti ve bütün izleyicileri ayağa kaldırma ve derinden etkileme becerisine sahipti. Onun konuşmalarına tanık olmuş çok sayıda insan var. Menşevik tarihçi Suhanov, Trotskiy’in bir konuşması sırasında kendisinin de izleyenler arasında yer aldığını anlatır. Konuşma 1917’de Petrograd’da ünlü Cirque Moderne’de gerçekleştirilmiş ve birkaç saat sürmüştü. Trotskiy konuşmasını şu sözlerle bitirmişti: "Haydi kanımızın son damlasını ve bütün yaşam gücümüzü sosyalist devrimin zaferine adayalım".

İzleyenlerin hepsi birlikte ellerini kaldırmış ve kanlarının son damlasına kadar mücadele edeceklerine ant içmişler.

Siyasi olarak Trotskiy’in görüşlerini paylaşmayan Suhanov, daha sonra yolda yürürken kendi kendine şaşarak, kendisinin de elini havaya kaldırdığını ve yaşamını devrime adamak için ant içtiğini fark etmiş.

Trotskiy, iç savaş sırasında Kızıl Ordu’nun başı olarak, düşüncelerini sadece Kızıl Ordu’nun diğer üyeleriyle değil, fakat aynı zamanda asker kaçakları ile de tartıştı. Trotskiy’in bir grup asker kaçağına yönelik yaptığı bir konuşmanın, bir bölümü, Rus yazar Aksyonov’un bir romanında açık bir biçimde anlatılır.

Aksyonov romanda eski bir Bolşevik olan ve daha sonra 20 yıl Sovyet kamplarında kalan babasının kendisine anlatmış olduğu bir hikayeyi aktarır.

Aksyonov’un babasını esas alarak oluşturduğu roman kahramanı, bir zamanlar açık alanda tutulan, büyük bir asker kaçağı grubunu gözetim altında tutan muhafızlardan biri olduğunu anlatır.

Ardından Trotskiy’in treni oraya gelir. Trotskiy, İç Savaş sırasında treniyle bir cepheden ötekine giderdi. Elbette Aksyonov 1960’ların başlarında, romanda Trotskiy’i kendi adıyla anamazdı. Romanda sadece Moskova’dan üst düzey bir komiserin geldiği söylenir.

Trotskiy, hemen oracıkta yapılıveren, pek de sağlam olmayan bir platformun üzerine çıkar ve haydut görünüşlü asker kaçaklarına hitap etmeye başlar. Trotskiy çok sayıda öfkeli bağırışlarla karşılanır. Asker kaçakları Trotskiy’e defolup gitmesini söylerler. "Bizi bitin ve siperlerin içine gönderdin, Allah cezanı versin, defol git buradan" diye bağırırlar.

Komiser Trotskiy askerlerin bağırışlarını keser. Şöyle der, "Muhafızların burada ne işi var? Muhafızları buradan çekin. Bu insanlar burjuva pisliği değil, bunlar Kızıl Ordu savaşçıları."

Asker kaçakları Trotskiy’in konuşmasına başlama şekli karşısında o kadar şaşırırlar ki, birden bire seslerini keserler.

Trotskiy daha sonra birçok güçlü slogan içeren bir konuşma yapar ve "Zafer kısa zaman içinde bizim olacak, bizler Denikin’i yeniyoruz ve bizler bunu bütün cephelerde yapmaya devam edeceğiz."

Trotskiy sözlerini sürdürdükçe daha ve daha fazla hurrah bağırışları ve ona destek veren bağırışlar duyulur. Askerler dönüşüm geçirmektedir. Konuşmanın sonunda bu insanlar artık serkeş bir kalabalık değil, cepheye gitmeye ve savaşmaya hazır Kızıl Ordu savaşçılarından oluşan bir müfrezedir.

Bu hiçbir biçimde ebedi bir abartma değildir. Çok yıllar önce Sovyetler Birliği’nde dolaşırken kaldığım otelde bir yaşlı adamla tanışmıştım. Bu adam gençliğinde Kızıl Ordu’ya hizmet etmişti ve o da Trotskiy’in kendisinin bulunduğu cepheye nasıl geldiğini anlattı.

Yaşamımın geri kalanında bu yaşlı adamın sözlerini her zaman hatırlayacağım. Yaşlı adam bana Trotskiy’i dinlerken insanın istese de istemese de kendini ağlıyormuş gibi hissettiğini söyledi.

Çok farklı türde hatip ve konuşmacı vardır. Bunlardan bazıları, yaptıkları konuşmalar çok içerikli olmamasına karşın, özellikle devrimci zamanlarda, izleyenlerini çok heyecanlandırabilirler.

Sözgelimi, 1934’de, muhtemelen biliyorsunuzdur, Stalin’in emriyle öldürülen Bolşevik Kirov, bu türden bir hatipti. Bir zamanlar yaşlı bir Bolşevik bana gençken, 1920’li yıllarda Leningrad’daPravda’da çalıştığını ve sık sık Kirov’un konuşmalarının redaksiyonunu yaptığını anlatmıştı.

Bu yaşlı Bolşevik, Kirov’un fabrikalarda konuşma yaptığı zaman izleyenleri kasıp kavurduğunu anlattı. Ancak sıra konuşmayı yayınlanacak hale getirmeye geldiğinde bu bir tür Rus peyniri olan tvorogu sıkmaya benziyordu –siz onu sıktıkça suya dönüşür ve en sonunda geriye sudan başka bir şey kalmaz.

Buna karşılık Trotskiy’in konuşmalarını incelediğinizde –ve Trotskiy çok farklı izleyicilere hitaben yüzlerce konuşma yapmıştı- cümlelerde her zaman şaşırtıcı yön değiştirmeler, yeni fikirler ve beklenmedik düşüncelerle karşılaştığınızı belirtiyordu bu yaşlı Bolşevik.

Trotskiy, insanlığın bilgi dağarcığının pek çok farklı alanlarına seslenmiş bir düşünürdü. Onun toplu eserleri, nihai olarak bir araya getirildiğinde en azından 100 ya da 150 ciltlik bir büyüklüğe ulaşacaktır.

Bunların arasında siyasal bilimlerden ekonomiye, edebiyattan edebiyat eleştirisine, felsefeden ahlaka varıncaya kadar toplum bilimin hemen hemen her alanına ait yazılara rast gelebilirsiniz.

Trotskiy, birçok makalesini bilimdeki son gelişmelere adadı –Einstein’ın görelilik teorisinden Sigmund Freud’un öğretilerine kadar. İlgi alanlarının genişliği çağdaşlarını çok şaşırtmıştı.

Pravda gazetesi 1923’te bir grup genç komünistten gelen bir mektubu yayınlamıştı. Mektupta şöyle deniyordu: "Trotskiy Yoldaş, çok farklı gazetelerde çok farklı temaları ele alan bir çok makalenizi okuduk."

Mektubu yazanlar, Trotskiy’in üstlendiği sorumluluklar ve yürüttüğü pratik işler göz önünde bulundurulduğunda, insan bilgi dağarcığının bu kadar farklı alanlarına ilişkin kitapları okumaya ve ardından da bu alanlarda doyurucu makaleler yazmaya zaman bulabilmesine çok şaşırdıklarını söylüyorlardı.

Trotskiy’e bunun kendi kişiliğinin bir özelliği mi olduğunu yoksa herhangi bir ortalama insanın bu sonuçlara ulaşmayı umup umamayacağını soruyorlardı. Trotskiy herhangi bir alanda en zor dönemin malzemenin ilk birikim dönemi olduğu cevabını veriyordu.

Gençliğinde hapishanede çok uzun süreyle kaldığında ve gerçekten de okumak ve yazmaktan başka yapacak hiçbir şeyi olmadığı zamanlarda bile her zaman okumaya yeterince vakti olmadığı duygusuna kapıldığını söylüyordu.

Ancak diyordu Trotskiy, bir insan bir alanda bilgi biriktirmeye başlayınca diğer alanlarda araştırma yapmak daha kolay hale geliyor. İnsan inceleme ve araştırma yöntemleri her alanda benzer olduğu için bir alandan ötekine geçebiliyor. Bir alandan diğerine geçiş neredeyse boş zamanını değerlendirme ve dinlenme duygusu veriyor.

Trotskiy önemli çalışmalarının birçoğunda tüm insanlığın ve her bireyin içindeki muazzam potansiyeli ortaya çıkardı.

Ünlü kitabıEdebiyat ve Devrim’in son bölümlerinden biri nelere komünist ülkü denebileceğinin tanımlanmasına ayrılmıştır. Trotskiy, insanlığın sosyalizm altında ve komünizme geçişle birlikte doğa karşısında nasıl gittikçe daha fazla sayıda zaferler elde edeceğini ve bu süreç içinde kendisini nasıl dönüştürmeye başlayacağını betimler.

Bu bölüm biraz beklenmedik bir biçimde sona erer. Trotskiy, komünizmde birkaç kuşak sonra ortalama insanın Aristo’nun, Goethe’nin ya da Marx’ın düzeyine erişmesinin umulabileceğini belirtir.

Elbette anti-komünist düşüncelerle büyümüş ya da bugünün kitle iletişim araçlarının saçtığı düşüncelere maruz kalmış herhangi birine bu düşünceler ütopik gelecektir.

Bizim kendi ülkemizde, Rusya’da, kapitalizmin restorasyonunu savunanlar, bütünüyle farklı bir bakış açısı ortaya koydular ve son yıllarda bunları basında açıkça dile getirdiler.

Onların bakış açısını şuna indirgeyebiliriz: kapitalizmin restorasyonuyla birlikte ortalama insan sıradan bir tezgahtar düzeyine yükselme şansına sahiptir.

Bunlar toplumunun şu anda karşısında duran, birbirine tamamen zıt iki bakış açısı.

Trotskiy, yirminci yüzyılın bir çok önemli düşünürü arasında çok özel bir yere sahip. Lenin’den sonra 16 yıl yaşadı. Bu insanlık tarihinde yer alan çok dramatik bir dönemdi. Bu dönemde bugün hâlâ çözülememiş olan belirli düğüm noktaları oluştu.

Trotskiy, daha sonra büyük çoğunluğu tarih tarafından doğrulanacak olan öngörülerde bulunmak üzere, bu dönemde ortaya çıkan bu önemli sorunları genelleştirebildi. Aynı zamanda, bir çoğu günümüze kadar varlığını korumuş olan sorunlarla ilgili sorular sordu ve cevaplar üretti.

Trotskiy yaşamının son 12 yılını, Sovyetler Birliği’nden sınır dışı edilmiş olarak, sürgünde geçirdi.

Bir ülkeden diğerine sürüldü. Genellikle yalıtılmış bir konumda yaşadı. Sadece ülkesinden değil, kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan bir çok insandan da ayrı kalmak zorunda bırakıldı.

Elinde kullanabileceği çok az kaynak vardı. Bütün bu zorlu koşullara rağmen on binlerce taraftarı kendisine çekmeyi başardı. Bugün dünyanın dört bir yanındaki binlerce taraftarıyla varolmaya devam eden Dördüncü Enternasyonal’i kurmayı başardı.

Trotskiy’in ölümünden sonraki kaderi sağlığındakinden daha az karmaşık olmadı. Sovyetler Birliği’nde, Trotskiy ve Trotskizm hakkında yazılmış olan çok sayıdaki makalede dürüst bir tane bile alıntı bulamazsınız. Onun düşüncelerine yönelik bir tane dürüst yorum bulamazsınız.

Benzer bir durum Batı’da Sovyetoloji alanında gözlemlenebilir. Trotskiy’i gözden düşürmek için yapılan buluşlar hiçbir sınır tanımıyor anlaşılan.

Sadece Batılı tarihçiler değil, fakat aynı zamanda General Volgokonov gibi Sovyet bürokrasisinde çok yüksek konumda yer almış ve kısa bir süre önce Trotskiy hakkında kitaplar yayınlamış olan epigonlar [önemli sanatçıları (yazarları, ressamları, vs.) taklit eden kimse, ç.n.], Trotskiy’in yaşamının kendi kafalarına uygun versiyonunu şablona dökmek için utanmazca en tuhaf kaynakları kullanıyorlar.

Bu devasa yalanlar ve çarpıtmalar yığını, Trotskiy’i, sanki bugün karşımızda duran canlı bir insanmış gibi itibarsızlaştırmaya çalışanların gücünü değil, güçsüzlüğünü gösteriyor.

Trotskiy’i ve onun etkisini baltalamak için sadece Sovyetler Birliği’nde değil, fakat bir bütün olarak bütün komünist harekette, binlerce önde gelen Bolşeviğin, Marksistin ve aydının yok edildiği, 1937’nin Büyük Terörü’nü başlatmak gerekti. Stalin’in kamplarından muhtemelen iki milyon insan geçti.

Trotskiy’in suikast sonucu öldürülmesine, Büyük Terör sırasında binlerce Sovyet komünistinin ve yurtdışından Sovyetler Birliği’ne akan binlerce komünistin yok edilmesine bakarak insanlığın bir bütün olarak omuzdan yukarısının yok edildiğini söylemek mümkündür.

Büyük Fransız devrimcisi Victor Serge, Büyük Terörün yol açtığı sonuçları anlattığı, Tulayev Yoldaş Davası[The Case of Comrade Tulayev] adlı bir roman kaleme aldı.

Romanda 1930’larda İspanya’daki mücadeleye katılmış olan biri, Sovyetler Birliği’nde ne tür olayların yaşanmakta olduğunu – Büyük Terörün nasıl uygulamaya konulduğunu ve binlerce komünisttin nasıl öldürüldüğünü - öğrenir. Bir yoldaşına şu sözleri söyler, "Şu anda dünya üzerinde Einstein’ın görelilik kuramını doğru olarak anlayan belki de on kişi olduğunu kafanda canlandırabiliyor musun? Bu insanların birden bire ortadan kaldırılmaları durumunda insanlığın bir bütün olarak ne kadar geriye gideceğini bir düşün."

Stalin, benzer bir biçimde, eşitsizlikten ve baskıdan insanlığın nasıl kurtarılabileceğini kavramış olan binlerce insanı yok ederek insanlığı onlarca yıl geriye götürdü.

Trotskiy katledildikten ve Büyük Terör gerçekleştirildikten sonra bile, Stalinist diktatörlük Trotskiy’den ve taraftarlarından korkmaya devam etti. Sovyetler Birliği’nde ve diğer sözde sosyalist ülkelerde, Trotskiy’den ya da Büyük Terör’ün kurbanı olmuş diğer herhangi önde gelen bir Bolşevik Parti üyesinden, bırakın olumlu bir biçimde söz etmeyi, yansız bir biçimde bile söz etmek bütünüyle yasaklanmıştı. Bu bir tabu haline getirilmişti.

1980’lerin sonlarına doğru, herhangi bir Sovyet ansiklopedisinde, Hitler, Mussolini ve diğer gerici figürlerle ilgili makaleler bulabilirsiniz, ancak Trotskiy, Zinoviev, Kamenev ve diğer önde gelen Bolşevikler hakkında tek bir ciddi makaleye bile rastlayamazsınız.

Trotskiy’le ilgili tek ciddi biyografik makale Lenin’in Toplu Eserlerinde yer alır. Bu eserin güvenilir, akademik bir yayın olması beklendiği için, Lenin’in Trotskiy’e yaptığı pek çok göndermeyi editörlerin göz ardı etmesi mümkün olmadı.

Ancak burada, nesnel, bilimsel ve akademik bir yayın çalışması yapıldığı söylense de, Trotskiy’in tanımlanması şu sözlerle başlar: "Trotskiy, Leninizm’in en kalleş ve nefret uyandıran düşmanıdır."

Bu altyapı karşımızda olunca Sovyet toplumunda Marksizm resmi olarak yüksek bir mertebede olsa bile gerçekte mümkün olan en kötü durumda olduğunu anlamak zor değildir.

Marx, Lenin ya da Trotskiy teorinin stratejiye ve stratejinin taktiklere kılavuzluk etmesi gerektiği konusunda berrak bir kavrayışa sahipken, Sovyetler Birliği’nde iktidarı elinde tutan Stalinistler her şeyi tepe taklak ettiler.

Siyasi stratejiyi siyasi taktiklerin gündelik zig-zaglarına uydurdular. Ve teori her zaman için bir bütün olarak onların siyasi stratejilerine tabi kılındı.

Büyük Temizlikten, 1937’den, sonra iktidara gelmiş ve orada kalmış olan kuşak bir bütün olarak ele alınırsa, bunların Marksizm’e bütünüyle kayıtsız oldukları görülür:

Üniversitelerde ve okullarda Marksizm öyle bir şekilde okutuldu ki, bu öğrencilerin ellerinden Marksizm’i bir bütün olarak reddetmekten başka bir şey gelmedi.

Ve en sonunda ülkede muazzam bir siyasi boşluk ortaya çıktı.

Bu boşluk Samizdat adı verilen çalışmalarla doldurulmaya başlandı. Bunlar Sovyetler Birliği’nde yasadışı olarak ya da yarı-yasal biçimde yayınlanan çalışmalardı. İnsanlar bunları elleri ile çoğaltıyorlar ve şu ya da bu şekilde dağıtıyorlardı.

Ya da bu boşluk Tamizdat adı verilen çalışmalarla dolduruluyordu – bunlar basılmaları için yurtdışına gönderilen ve daha sonra orada çoğaltılıp dağıtılan ve kimi zaman da Sovyetler Birliği’ne geri getirilen çalışmalardı.

Bu yarı-yasal çevre içinde, aydınlar arasında iki temel eğilim oluşmaya başladı.

Bunlardan biri insanlığın gelişiminin en yüksek noktasının gelişmiş kapitalist ülkelerde olduğunu savunan burjuva liberal eğilimdi.

İkinci eğilim Rusya’nın eski Çarlık günlerine şefkatle bakan ve Ekim Devrimi’ni, aksi takdirde devam edecek ve Rusya’nın ulusal bir güç olarak gelişmesini sağlayacak olan normal gelişiminin kesintiye uğratılması olarak gören milliyetçi-şovenist eğilim idi.

Bu her iki eğilim de perestroyka dönemi sırasında patlama gösterdiler ve kendilerine bütün kitle iletişim araçlarının sayfalarında yer buldular. Elbette glasnost ve perestroyka sırasında 60 yıl sonra ilk kez Trotskiy’in kimi çalışmalarını yayınlamak mümkün oldu. Trotskiy’in kimi kitapları yüz binleri bulan sayılarda basıldı. Bu Batıda kulağa çok büyük bir rakammış gibi geliyor ancak eski Sovyetler Birliği’nde bu, ortalama hatta düşük miktarda bir baskı sayısıydı.

Eski Sovyetler Birliği’nde Trotskiy’in kitapları binlerle basılırken, bunun karşısında anti-komünist yazın milyonlarca ve on milyonlarca basılan kitap, dergi ve gazete dalgasıyla geldi.

Bu iki ana eğilim Rusya’nın yazın ve sosyal yaşamında öne çıktılar. Bu eğilimlerden biri kendisini demokratlar olarak adlandıran eğilime dönüştü, diğer eğilim ise kendisini yurtseverler, büyük güç olma yanlıları ve milliyetçiler olarak gördüler.

Her iki eğilimde Ekim Devrimi’ni ve Bolşevizm’i keskin bir biçimde reddediyorlar. Buna karşılık kendi görüşlerinden farklı sonuçlar çıkartıyorlar.

Demokratlar Stalinizm’in, Marksizm’in ve Leninizm’in Ekim Devrimi’nin mantıki ve kaçınılmaz bir ürünü olduğunu söylüyorlar. Dolayısıyla bu görüşe göre Sovyetler Birliği’nde yaşanan bu gibi korkunç ve berbat olaylara Ekim Devrimi’nin devam etmesi neden oldu.

Diğer eğilimi oluşturan şovenistler de Stalinizm’in Lenin’in düşüncelerinin devamı olduğunu iddia ediyorlar. Ancak bunlar Stalin’e "sosyalizmin" böyle büyük zaferlere ulaşmasında öncülük ettiği için değer veriyorlar.

Eğer bugün kendisini komünist olarak adlandıran partiye, Zuganov’un başında bulunduğu partiye bakarsanız, bu partinin programında iki ana temayı tespit edebilirsiniz. Bu temalardan biri Bolşevik partisinin içinde her zaman iki partinin birbirine karşı mücadele içinde olduğudur.

Zuganov ve taraftarları bu iki partiden biriyle ilgili olarak gerçekte siyasi aktivist olmamış ancak bugüne kadar Rusya’da popüler olan ve derin saygı duyulan insanların isimlerini sayıyorlar. Bu isimlerin arasında ordu komutanı Maraşal Zukov, kaşif ve bilim adamı Korolyov, atom bilimcisi Kurçatov ve işçi Stahanov yer alıyor.

İkinci eğilimle ilgili olarak çok farklı siyasi görüşlere sahip olan insanların isimlerini sıralıyorlar. İkinci parti Trotskiy’in, II. Dünya Savaşı sırasında ihanet eden ve Hitler’e katılan general Vlasov’un, Beria’nın, Gorbaçov’un ve Yeltsin’in partisi oluyor. Bütün bu insanları Trotskiy’in ismini lekelemek için bir araya getiriyorlar.

Komünist Parti tarafından bugün öne sürülen ikinci tez Bolşevik parti saflarında her zaman Rusya’nın kendileri için bir ganimet ya da bir yağma alanı olarak gören kişilerin bulunduğu şeklindedir.

Herkesin gözlemleyebileceği şekilde bugün Rusya’da yürütülmekte olan seçim kampanyası, İncil’deki deyişle, körün köre yol göstermesini anımsatıyor. Bu gözlem bütün adaylar için geçerli.

Aynı zamanda Marx’ın, cehalet en şeytani güçtür ve birçok büyük trajedilere yol açabilir şeklindeki sözlerini de hatırlayabiliriz.

Tamamen ihmal edildikten ya da saldırıya uğradıktan 60 yıl sonra, Trotskiy adı eski sosyalist ülkelerde bir kez daha su yüzüne çıkıyor.

Trotskiy’in ülküleri Marksist düşüncelerin, Bolşevik dünya görüşünün yeniden doğuşu açısından kilit öneme sahiptir.

Böylelikle ortaya çok ilginç bir resim çıkıyor. Anti-komünist olanlar için Trotskiy geçmişte kalmış bir insan. Onlara göre Trotskiy bir tür ütopyacı düşünce şekline sahip ve elbette Stalin’e karşı mücadelesinde yenilgiye uğramış birisi.

Peki neden her yıl Trotskiy’in düşünceleri hakkında onlarca belki de yüzlerce makale yazılıyor ve birçok ülkede insanlar kendilerini onun düşüncelerinin savunucusu olarak adlandırıyorlar?

Pek çok insan Sovyetler Birliği’ndeki ve Doğu Avrupa’daki rejimlerin çöküşünün komünizmin öldüğü anlamına geldiğini söylüyor.

Gerçekte ölen komünizm değil, Marksizm’le hiçbir ortak yanı olmayan egemen seçkinler ve rejimlerdi. Ayrıcalıklı olanlarla olmayanlar arasındaki bölünme varolduğu sürece Marksizm’in temel düşünceleri, toplumsal adalet, toplumsal eşitlik ve enternasyonalizm idealleri uluslararası düzeyde ölmez.

Çok zengin ülkelerde yaşayan insanlar var – bunlar muhtemelen dünya nüfusunun beşte birini oluşturuyorlar. Elbette çok yoksulluk içinde olan pek çok ülke var. Dünya nüfusunun çoğunluğu bu ülkelerde yaşıyor. Bu ülkelerin bir çoğunda, ki Rusya’nın bunun en önemli örneği olduğuna inanıyorum, halkın yasşam standartlarının göreli değil, mutlak olarak aşağıya doğru gittiğini görüyoruz.

Rusya’da arşivlere ve geçmiş yılların tarihine ışık tutan yeni belgelere erişme şansına sahibiz. Trotskiy’in ve Sol Muhalefet’in faaliyetleri hakkında yeni bilgilere sahibiz ve 1930’larda Muhalefetin gücünün arttığını ve daha önce bildiğimizden çok daha fazla etki gücüne sahip olduğunu görebiliyoruz. Ülkemizin Ekim Devrimi’nden sonraki tarihine yönelik hatırı sayılır ve gittikçe artmakta olan bir ilgi olduğunu görüyoruz.

Bu ilginin bir belirtisi de burada, Rusya’dan binlerce kilometre uzakta Avustralya’da görülüyor. Yüzlerce insan hem Melbourne’de hem de Sydney’de Trotskiy’in düşüncelerini tartışmak için bir araya geldiler.

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır